Zonguldak’a sabahın köründe varıyoruz. Issız ve sessiz sokaklardan geçiyoruz. İçimdeki his, adeta parmak ucunda gezme isteği uyandırıyor bende. Sis bir yandan, pus bir yandan adeta peşimizde, bazen de burnumuzun dibinde, bizi takip ediyor. Sonunda kahvelerin sık olduğu bir yerde mola veriyoruz.
Kimi işine gitmeye hazır tertemiz, kimi ise vardiyası bitmiş kömür karası yüzler… Hiç yadırgamıyorlar bizi. Neden yadırgasınlar ki? Onların hayatın da sadece sabahın gri renkleriyiz biz… Kömür karası hayatlarına bir an ışıldayıp geçiveren. Sabah molası verdiğimiz kahvede çaylarımızı içerken, bir yandan da bu insanları inceliyoruz. Bu erken saat de şakalaşma, sohbet gırla gidiyor. Aylin, yine bizleri unutmamış. Yaptığı sandviçleri hepimize ikram ediyor.
Demir Madencilik giriş kapısı önündeyiz. Kapıda, yetkiliden gelecek telefonu bekliyoruz. İşçiler, yavaş yavaş iş başı yapmak için girişten giriyorlar. Ellerindeki yiyecek torbaları, yaşadıkları zor koşullara damgasını vuruyor. Haber geliyor. Hepimiz artık maden giriş kapısı önündeyiz. Madencilerin arasın da adeta kaybolduk. Kimisi raylı sistem üzerinde çalışmakta, kimisi işten yeni çıkmış kömür karası içersin de bir köşede oturmakta. Kütükler yığılıyor, kesiliyor. Sanki başka bir dünya içindeyiz. Yavaş yavaş etraf boşalıyor. Biz bile bu kısa zaman içersin de kömür tozlarından nasibimizi aldık. Sonun da dayanamayıp bir arkadaş tarafından dağıtılan maskeyi takmak zorunda kalıyorum. İki kömür Maden işletmecisi Mehmet Çelik bey geliyor ve bizi fotoğraf için daha müsait olan diğer madene götürüyor.
Sırayla galeriye giriyoruz. Çeşitli basın ve yayından okuduğumuz gerçek hayat hikayeleri sinmiş duvarlarına… Çok kazaların yaşandığı, insan hayatlarının son bulduğu bir yer ‘’Gelik işletmesi’’…Hayaletlerin gün ışığına çıkmak için bizi takip ettiği bir maden burası… Darbe yemiş hayatlar, puslar içersinde kömür tozuna bulanmış Zonguldak’ta derdine derman aramakta. Kendilerini hapsettikleri dünyada, kim bilir ne acılı analar, gelinler hala yas tutmakta.
Fotoğraf arkadaşları Olgun ve Tansel bey’le, bize el feneriyle yol gösteren tesis işletmecisi Mehmet Bey’in peşinden yürüyoruz. Fenersiz kasklar düştüğü için yürümekte zorluk çekiyoruz. Dar, ortasından ray sistemi geçen, çoğu yeri su dolu, engebeli, çamurlu maden ocağında ilerliyoruz. Karanlık hat safhada…
Elimizden geldiğince ışık olan yerlerde fotoğraf çekiyoruz. Ara kısımlar da korunaklı ampuller var. Burada fotoğraf çekme imkanımız daha çoğalıyor. Dik bir yokuşun başında gezimiz sona eriyor. Daha sonra bu yokuşta diğer arkadaşların buradan inmeyi denediğini, çoğunun başarılı, bazılarının da rahatsız olduğunu öğreniyoruz. Dışarı çıkmak, aydınlık ve temiz havaya ulaşmak çok güzel… Allah içerdekilere kolaylık versin.
Maden işletmecisi Mehmet Çelik bey odasında, bize kahve ikram ediyor. Raflarındaki değişik yapıdaki kömürler dikkat çekiyor. Özel merakı olduğunu, bunların dinozor hayatından bile eski olduğunu ve çoğunu müzeye bağışladığını söylüyor. Titanic hakkında anlattıkları ise çok ilgi çekici. Bu konuda yıllardır araştırma yaptığını ve Titanik’in daha önce kömür taşıdığı için depoların da kömür tozu kaldığını söylüyor. Çarpışma anın da patlama olduğunu, kömür tozlarının kıvılcımla birleşerek patlamanın buna sebep olduğunu vurguluyor. Patlamanın olduğu zaten kazadan kurtulanlar tarafından ifade edilmiş. Araştırmaları sonucu B.B.C kendisiyle röportaj yapmış.
Gerçek dünyaya dönmek zor oluyor. Asgari ücret ve zor şartlar altında hayatını tehlikeye atarak çalışan insanlardan ayrılma vakti. Kadrajımıza hapsettiklerimiz haricinde, gönül köşemize yerleşen bu insanlara veda ediyoruz. Gri’den ayrılıp kendi renkli şehrimize doğru yola çıkıyoruz.
Hayatımızda ayrı bir yer tutacak bu gezi için Vizördeki Hayatlar fotoğraf grubuna teşekkürler ediyorum.
|