Yeni bir yıla girdiğimiz şu günlerde toplumda yaşanan çeşitli kirlenme ve yozlaşmaların her geçen gün arttığına şahit oluyoruz. Adalet, güvenlik, yasama, yargı, yazılı basın, televizyon alanındaki kirlenmeler yozlaşma kültürünü beraberinde getiriyor. Türklüğe özgü kültürel yapıya, binlerce yıllık gelenek ve göreneklere, tarihe ve dile yabancılaşan insanlar topluluğuna doğru evriliyoruz. Her şeyin kirlendiği bir toplumda dilin kirlenmesi doğal bir süreç olarak kabul ediliyor olsa gerek ki, kimsenin bu konuya aldırış ettiği de yok.
Bugün içinde bulunduğumuz sosyal ve siyasal ortamın, puslu havanın içinde en son derdimiz bu diye düşünenler olabilir. Biz dil konusunu gündeme getirmeye, bıkmadan, usanmadan özellikle de gençlerimize anımsatmaya devam edeceğiz. İnanıyoruz ki tarihine ve diline sahip çıkan her toplum milli benliğini bulacak, unutturulmaya çalışılan milli kimliğine dönecektir. Bizi biz yapan bu ögeler, aynı zamanda toplumu zamk gibi birbirine bağlayan unsurlardır.
Binlerce yıllık geçmiş olan ve dünyanın en eski dilerinden olan Türkçenin küçümsenmesi ve hor görülmesi gün geçtikçe kaygı verici boyutlara ulaşıyor. Dildeki yozlaşma, yaşantımıza sinsice yerleşmekte ve kötü bir hastalık gibi başka alanlara da yayılmaktadır.
Özellikle son yıllarda büyük bir artış gösteren yabancı dil özentisi, yabancı iş yeri adları, günlük yazı ve konuşma dilindeki dil yanlışlarıyla dilimize büyük bir haksızlık yapılıyor. Bugün beğenmediğimiz ve yerine başka dilleri tercih ettiğimiz Türk dilinin en eski izleri, Sümer kaynaklarındaki Türkçe sözlerdir. M.Ö. 3100-M.Ö. 1800 yılları arasına ait Sümerce metinlerde 300'den fazla Türkçe söz yer almaktadır. Sümerceyle Türkçedeki ortak sözler ya ortak kökenden gelmektedir ya da alış veriş sonucu ortaya çıkmıştır. Hangi ihtimal doğru olursa olsun Türkçenin ilk verileri M.Ö. 2000-3000 arasına çıkmakta, yani bundan 4.500 yıl geriye gitmektedir.
Günümüz Türk insanının beğenmeyip, yerine başka dili tercih ettiği Türkçe, Çin kaynaklarındaki ilk bilgilere göre Çin'in kuzeyindeki bozkırlarda yaşayan Türkler tarafından M.Ö. 220'lerde konuşulan bir dildi. O tarihte yaşayan Hunların merkezleri, bugünkü Moğolistan’da bulunan Orhun Vadisi’ydi.Hunlardan sonra da Topalar, Avarlar, Göktürkler, Uygurlar dönemlerinde, M.S. 840'a kadar Türklerin merkezi Orhun Vadisi’nde olmuştur.
Bilim dünyasınca yeryüzünde konuşulan en eski dil olduğu kabul edilen Sümercenin Güney Mezopotamya’da M.Ö. 4. binyıldan itibaren (M.S. I. Binyıla kadar) konuşulduğu düşünülünce Türkçenin yaşının Sümerceye söz vermiş bir dil olarak daha önceki tarihlere gidebildiğinin de açıkça kanıtıdır. Nitekim tarihi deliller, Türklerin M. Ö. 3500 yıllarında Türkiye’nin doğusunda yaşadıklarını göstermekte ve bu veriler Türk dilinin 5500 yıl önce müstakil bir dil olarak yaşadığını kanıtlamaktadır.
Rahmetli Prof. Dr. Osman Nedim Tuna’nın yaptığı araştırmalar, Sümercede 168 Türkçe sözcüğün varlığını ortaya koymuştur. Bugün “savcı”, sözcüğünde yaşayan ve Sümerce çivi yazılarında geçen “sab (Türkiye Türkçesinde: sav)” sözcüğü; Sümercede “sag (Türkiye Türkçesinde : sağ /sağlam)”; Sümercede “agar (Türkiye Türkçesinde : ağır)”; Sümercede “kur (Türkiye Türkçesinde : kuru)”; “kabkagag (Türkiye Türkçesinde : kap kacak)”; “tibir (Türkiye Türçesinde : temir / demir)” gibi 168 sözcük, Türkçe ile Sümercenin, en azından yaşıt diller olduğunu da ortaya kaymaktadır.
Türkçenin binlerce yıllık geçmişi olan bir dil oluşuna değinmekteki amacımız, dilimiz kullanmaktan özellikle kaçınan, çekinen insanlarımıza bir hatırlatmaydı. Avrupalı bir görünüm kazanmak isteyen birey ya da iş yeri sahiplerimiz, sıra dışı olduğuna ve daha çok müşteri getireceğine inandıkları sözcükleri yeğlemekte. İş yerine yabancı ad koymakla, başka bir kültürü temsil edeceklerine inanmaktadırlar. İş yeri adlarındaki yabancılaşmayı tek boyutlu düşünmemek gerekir. Sosyal yapıya, eğitim düzeyine hatta insan ruh haline kadar birçok alanı ilgilendiren nedenleri vardır.
İzmir ilimizde yapılan bir araştırma göstermiştir ki, iş yerlerine yabancı dilde ad koyan kişilerin sadece yüzde % 10’u, tercihlerinin kendilerine getiriler sağladığına inanmakta; kalan % 90 oranındaki bölüm ise, bundan hiçbir fayda görmediklerini düşünmektedir.
Büyük halk ozanımız. Âşık Veysel: “Korkarım yar benden yoz olur gider.” diyerek, sevgili için gönlünde taşıdığı kaygıyı çok güzel dile getirir. Biz de bu kaygıyla dilimiz için : “Korkarım Türkçem benden yoz olur gider.” demek istemiyorsak dilimize sahip çıkmalı, onu hor görmemeliyiz. Bizi, Türkçenin aydınlık yarınlarına taşıyacak yolu benimsemeli, Türk kültürüne ve Türk milletine bağlılığımızı gururla ifade edeceğimiz: “Türk demek Türkçe demektir; Ne mutlu Türk’üm diyene!’” sözlerini tekrarlamalıyız.
|