Tekrar bu şehirde olmak insana yeni bir yer keşfetmiş hissi veriyor. Her yeri gezmek, görmek duygusu insanın yakasına yapışıyor. Kısa dönemlerin şehri değil burası, sizin her adımda yakaladığınız görsellikle ayrı bir lezzete dönüşüyor. Sokakları arşınlarken, eski mahallelerin Arnavut kaldırımları, büyüsü ile hissettirmeden kucaklıyor. Ayaklarınız sizi dinlemiyor, gizemli şehrin kuytularını tekrar keşfetmek için hızlanıyor.
Doğduğum, doyduğum, çoğu sevdiklerimi içine gömdüğüm yer İstanbul…
İnsanları izlemek yetiyor çoğu zaman, şehrin telaşına ayak uydurmuş, çeşitli köşelerden ayrı yönlere doğru koşuşturuyorlar. Martıların şehrinde, kuşlar deniz kenarın da sizi karşılıyorlar. Çığlıkları geçmişdeki sesleri taşıyor. Yorgun ruhunuza hafiften hatıraları fısıldıyorlar. Her köşesi bin bir anıları canlandırırken, gölgeniz olup, peşinizi bırakmıyor. Hayaletler bazen kolunuza girip, eski günleri kulağınıza fısıldıyor.
Gün kısa, zaman kısıtlı olsa da, çok sevdiğim yerleri gezme zamanı başlıyor. Sokaklara süzülüyorum. Kadıköy’den vapura biniyorum. Martı yığınları denizde, gökyüzünde ki bulutların arasında dansına son sürat devam ediyor. Vapurun arka kısmına kurulup, bu güzel havada iyot kokusunu içime çekiyorum. Dalgaların köpürüyor, yeşile dönen renkleriyle ressamların tuvallerini kıskandıracak kadar göz okşuyor. Martılar ordu halinde, çığlık çığlığa insanların attığı simitleri topluyor. İnsanlar pahalı olsa da bu zevkten mahrum olmak istemiyor.
Bütün güzelliği ile gözümün önünden süzülüyor şehir, hafif pus içerisinde masalımsı bir yolculuk yapıyorum. Haydarpaşa bütün ihtişamıyla karşılıyor beni. Kızkulesi’ne sessizce merhaba diyorum. Galata kulesinin geçmişi taşıyan yüzü, güneşin ışıkları ile bezenmiş. Boğaz köprüsü bütün ihtişamı ile süslerken Marmara’yı, balıkçı tekneleri yayılmış her tarafa; şimdi balık zamanı… Galata üstünde sıralanmış oltalar kendi aralarında bir ritim tutturmuşlar. Oltaya takılan balıklar, gümüş parlaklığı ile gözlerime çarpıyor. İçimden ‘’Heyemola’’ diye bağırmak geliyor!
Eminönü’ndeyim. İnsanlar ve araba trafiği arasında adeta kayboluyorum. Yeni Cami önünde insanlar, çocuklar güvercinlere yem veriyor. Hepsinin yüzünde her şeyden uzak, mutlu bir ifade var. Hayat burada mola vermiş. Kuşyemi satanlar, üşümemek için sıkıca sarmalanmışlar. Gözleri herkesten uzak, ama satış için bekleme içerisindeler…
Kapalıçarşı’ya giriyorum. Dükkan önünde esnaf müşteri bekliyor; çoğu zaman da geçenlere sesleniyorlar. Ön taraf daki tezgahlarda iştah açıcı lokumlar renk renk sıralanmış. Kuyumcu vitrinleri ışık saçıyor. Her türlü giyecek, sıra sıra rengarenk dükkan önlerine asılmış. Araplar çoğunlukta, alışveriş için çeşitli dükkanlara girip çıkıyorlar. Tılsımlı bir çarşı burası, eliniz boş dönemezsiniz. Kalabalığa kapılıp sürükleniyorum. İstanbul’un en güzel yerini tekrar keşfetmiş gibiyim.
Yeniden, Kadıköy’deyim. İskele önündeki çay bahçesine süzülüyorum. Kimi yorgun, kimi sohbet de, dalgın, hüzünlü, yüzler arasından geçip bir kenara ilişiyorum. Vapurlar ofluya puflaya iskeleye yanaşıyor. Film şeridi hızlanmış gibi, insanlar karınca misali telaşla inip biniyor. Çay ve simit burada ayrı mutluluk veriyor bana, bir yudumdan sonra, buğusuyla şiirler yazdırıyor. Gözlerim kapanıveriyor. İstanbul’un sesi doluyor kulaklarıma, değişik lezzetlerin kokusu doluveriyor burnuma, tatlar ise dilimin ucunda!
Ne demiş İstanbul aşığı Orhan Veli şairimiz ‘’İstanbul’u dinliyorum gözlerim kapalı.’’
|