Çay yeşiliydi gözlerin, gözlerime can verdiğin. Ne Akdeniz’ din sen ne de, Ege. Açık açık ortada; tertemiz Karadeniz gözlerin. Karası biraz daha az, ak ı biraz daha parlak, kesinlikle ve mutlak; çay yeşili gözlerin.
Rize’ nin dalları fındık yüklü ağaçlarına benzer saçların. Uzanırp parmaklarımın arasına aldığımda toplayıvereceğim sanki tek tek fındıkları. Öylesi bir lüle işte.
Sen deniz sin !!! hangi deniz deme. Sen ülkemdeki en güzel kara, sen ülkemdeki en güzel yeşil, sen ülkemdeki en güzel dalsın. Senin adın Karadeniz.
Orman içine doğru ilerliyorum. Amazonlar geliyor aklıma, kitaplarda gördüğüm, tüm medeniyetler geçiyor aklımdan bir bir.. İşte Romalı Helen. Ve işte Heredot. Hepsinden azar azar.
Kocaman yaprakları gördüğümde; Güliver ‘ in devler ülkesinde bir cüceyim ben. Ağaçlar kaç adam boyu acaba burada. Işık huzmeleri süzülmekte dal dal, dalların aralarından. Büyüleniyorum. Yürümek değil, koşmak istiyorum ben, bağıra bağıra koşmak, bu sık ağaçların arasında. Ve yalvarıyorum Tanrı’ ya. Ne olur “buraları alma”. Çocuklarıma miras bırakmak istiyorum bu muhteşem görselliği.
Suyun, ayaklarımın dibinden kıvrılarak akmasını izliyorum, bir rakkase önümde !. Endülüste raks etmekte. Kıvrılmakta bedeni, sevişmek istercesine; Islanıyorum. Yağmur; bunca ağacın arasından yüzüme değdiğinde ağlıyorum…… ve süzülerek akan ırmaklar, dereler, hani deniz nerede. Nerede kavuşuyorsunuz denizinizle. Ey sular!!! Akıp durmayın, kesin sesinizi. Biraz sukunet. Biraz izin. Doğayı dinliyorum artık susun.
Benden başka el değmesin istiyorum size. Birazdan kurabiye evler mi başlayacak acaba. Belki de az ileride. Pamuk Prenses burada mı yaşıyor, birazdan çıkarmı kulubesinden gizlice. Masallardayım…..
Nem kokuyor ellerim. Yapraklara dokunmak istiyorum ben. İncitirmiyim…. Çok korkuyorum. Daracık yolları yarıladığımda yeşilin arasındaki kırmızılar ve mavi sümük böcekleri. Burada her bir nesne dans etmekte. Burası Tanrı’ nın evi. Burası bir yeşil tarih. Burası anlı şanlı Karadeniz.
Hiç nefes almasam ne kadar yaşarım tıp dilinde. Almak istemiyorum, bozulmasın bu büyü. Ben artık bir ölüyüm. Ve canlı olan tek şey doğa. Cenneti tasvir eden tüm kitaplarda anlatılan yer mi acaba bu mekan.
Yukarı doğru çıkıyorum çamur yoldan. Kayıyor ayaklarım. Bağırıyorum, farkındayım çünkü yalnız olmadığımın. “orda kimse var mı” sesim yankılanıyor boşlukta. Karadeniz’ in ağaçları arasından geri dönüyor kulaklarıma. Senfoni başlıyor sessizce. Ayaklarımın altında akan su, yaprakları kocaman ağaçların ve boylarının bitişini göremediğim ağaçların dalları bu senfonide başrolde. Doğa yı dinliyorum sessizce. Orada, biliyorum biraz daha ileride ama tam orada hayatın kendisi var. Hayatın içinde yürüyorum. Su ya vardığımda hayatın tam içinde olacağımdan öylesine eminim ki. Beni korumaya yetmeyen zavallı botlarım, ve yağmurluğum, iliklerime kadar ıslanmanın ne demek olduğunu öğretiyorlar bana. İliklerime kadar Karadeniz….. iliklerime kadar yağmur. Ve iliklerime kadar hayat.
Arkamdan gelen gülüşme seslerine dönüyorum, elimle sessiz olun işareti yapıyorum. Yağmur kadar temiz iki genç. Sarılmışlar sımsıkı birbirlerine. Önümden aşk ile geçiyorlar. Arkalarından gülümseyerek bakıyorum. Aşk dedikleri bu olsa gerek.
Uçurumun kenarında olmak…. Bu kadar güzelmiymiş. Şaşırıyorum. Biraz kenara gidiversem aşağı yuvarlanacağımdan eminim. Korkmuyorum. Uçurumun kenarında hayata yolculukta, hayatın içinde olmaya korkmuyorum. Hiçbir yere dokunamıyorum, ya yapraklardan birine bir zarar veriverirsem yanlışlıkla. Ya tutunmaya çalıştığımda bir dal kırılıverirse.
Güneş yüzünü göstermese de, aydınlığını saklayamıyor. Yağmur u gördünüz mü siz hiç….. dağlarda bulutlar dans ederken. Gün aydınlığını görüp, “günaydın” demenin anlamını biliyor musunuz. Karadeniz i görmeden önce bilmiyordum. Evet gün aydınlığı bu işte. Uzun bir yürüyüş sonrası, bir dağın tepesinde dans eden. Ve dağın en uç noktasını sarıveren kar beyazı bulutlar, ve uzun ağaçların tepesinden gökyüzünü görebilmektir günaydınlığı. Günaydın Karadeniz . bağırıyorum olabildiğince. Günaydın Karadeniz, günaydın hayat. Günaydın evren. Size geldim.
Suyun geldiği noktayı görebilmek için başımı oldukça yükseğe çeviriyorum. Ve işte şelale. Varsın ıslanayım. Varsın iliklerime işlesin yaprakların gürültüsü. Varsın bu şelale, bilmediğim bir yerde karışsın kocaman bir nehire. Ben hayatın içindeyim işte.
Anlamını tam olarak yaşamadığım bir dolu terimin tam olarak anlam kazandığı yerdeyim. Karadeniz’deyim. Büyülendim sözü bu demek işte. Şelale ye bakarken büyüleniyorum. Tanrıya uzanıyorum, oralarda bir yerlerde ve doğaya zarar vermeyin diyor. Sessizce izleyin. Ama sakın en ufak zarar vermeyin. Sizden sonra gelenlerde görebilmeli, hayatın içindesiniz merhaba diyor …….
Hayatımızda öyle zamanlarımız vardır ki; bu zamanları yazmak, çizmek, boyamak anlatamaz. Sadece yaşamak gerekir. Yazdıklarım, yaşadıklarımı anlatmaya kafi değildir. En iyisi mi siz şimdi hemen bir program yapın ve ilk fırsatı beklemeden, fırsatları kendiniz yaratıp; mutlaka eşsiz doğasını, gözleri gülen insanını, ve Karadeniz i görün.
Ve sorun kendinize; ya şimdi ben cennetteysem.
Not.: bu yazıyı sevgili Esin Mumcu ve Yaşar Bayraktar’ a adıyorum…..
Sevgimle
Melekkk
|