Neydi, bizi birbirimizden bunca uzak tutarken bunca sevdiren sihirli sözcük acaba? Neden hiç kırılmıyorduk birbirimize. Neden her yarattığımız zaman diliminde birbirimize koşuyorduk ve doymuyorduk.
Saatlerce konuşuyorduk ve yine aç kalıyorduk bittiğinde. İnsan, birinden ayrılırken özler mi. Evet özlüyorum. O da özlüyor. Biliyorum. Aramızdaki sihirli sözcüğün ne olduğunu yeni yeni düşünmeye başladım. Aylarca görmüyorduk birbirimizi, ya da her an birlikte oluyorduk. İki durumda da aç kalıyorduk. Yatağa uzandığında , tahta ata biner gibi kıvrılırdım üzerine, sonra kollarımı bedeninde kavuşturmayı denerdim. Kollarımı çözdüğüm anda ikimizde acıkıyorduk birbirimize. Artık; bunun, insani bir duygu olduğundan şüphe eder olmuştum. Ki ben aşk ın tanrısal yanıyla ilgilenmez, zaman zaman tersini savunurdum. Acaba bu yaşananlar tanrısal mıydı. Peki o halde tanrı bu duyguların neresindeydi. Ya da çok mu sevmişti de bizi görevlendirmişti dünyaya. İnsanlara; bizimle mi anlatmak istiyordu hayatı.
Başka zaman olsa bunları düşünürken yorulur bir yerinde bırakırdım. Kesinlikle düşünme açlığına yakalandığımıdüşündüm sonrasında. Düşündükçe daha sevdim bu durumu. Evet evet, bu bir düşünce açlığı. Doyurmalıydım bu hissi. Önce sevgi açlıklarımıza bir parça aşolmuştu bu aşk. Sonrasında bizi daha çok düşünmeye sevk etmişti.
Her ikimizde düşünüyorduk üstelik. Benim, kilometreler ötesinde düşündüklerimi, o düşünebiliyordu. Acaba; biz bu düşünceleri paylaştığımız için mi yorulmuyorduk. Aksine aramızda konuşulmayan hiçbir şey kalmamasını isterken, yeni yeni konular çıkıyordu ortaya. Ve birbirimize olan açlığımız zaman içinde düşünceyi paylaşırken birbirimize yardım etmekle son bulmaya başlamıştı.
Tabiki zorlanıyorsunuz beni anlamakta, ben yeterince anlatamadıkça. Kısaca ifade etmem gerekiyorsa; dünyanın neresinde olursak olalım, ayrı ayrı, ya da bir arada. Biz düşüncelerimizi de taşıyorduk birbirimizin ve bu düşünceler esnasında birimiz yorulduğunda diğeri taşıdığıiçin ikimiz birden dinlenme şansına sahiptik. Bu, bize hayatın sunduğu bir lutuftu belki de. Ya da biz böyle yaşadığımız için hayat bize göre sürprizlerle doluydu.
Ve bu sürprizler her geçen gün hayatı daha anlamlı hale getirip, bir çivi daha çakıyordu kalplerimize. Birbirlerine daha çok kenetlensinler diye. Ve asla bitişi düşünmüyorduk. Hayat bir gün nasılsa bitmeyecek miydi. Bizim farkımız neydi ki sonsuz yaşamış olalım bir şeyleri. Bu düşünce ikimizi birden mutlandırmakta ve enerjilerimizin toplamı, çevremizi mutlu etmekteydi.
Bir gün bir olay bizi çok üzerse hemen birbirimize şunu soruyoduk. ŞU ANDA SON NEFESİNİVEREN KAÇ KİŞİ VAR. Evet. Şu anda son nefesini veren bir dolu canlı varken, nefes almanın lüksünde olmak bile hayatın kendisi değil miydi. O zaman neden kavgalar vardı peki, neden elimizde olanların değerini anlamak için kaybetmeyi bekliyorduk. “Biz “ olmak için çaba vermek yerine, neden ayrı ayrı benliklerde yaşamak istiyorduk. Kaldı ki her canlı, isterse bir bütünü oluşturabilirdi. Ve bunun acı veren yanı; sadece biz “son” ları kurgularsak olacaktı. O zaman; bunu, düşünce sistemimizde tutmanın bir anlamıolmadığı gibi. Ayrıca bize bir ağırlık yapacaktı.
Böylelikle hayatımızdan ilk çıkarmamız gerekenin “SON” olduğuna, konuşmadan karar verdik. Nasılsa her şey yaşandığı kadar ve yaşandığı anda vardı. O zaman biz bu anlarıkeyifle geçirecektik. Sonsuz olmak gibi bir derdimiz olduğunu düşünmüyorum ikimizin de. Sadece aynı zaman dilimlerinde, ayrı mekanlarda, aynı düşüncelerde olmak. İki farklı insanı BİZ HALİNE getirmekteydi.
Amacım kimseye bir ders vermek değil, ben bir yaşam koçu değilim, sevdiğim insan bir denek değil. Biz sadece hayatımızdan “son”sözünü çıkararak hep ilkleri yaşıyoruz. Ve bunu kitlelerin duymasında bir mahsur görmedik. Ne mi yapıyoruz sizce. BİZ SADECE BAŞKASININ VERDİĞİ SON NEFESİ ALIYORUZ. Eğer hayatımızda bir tek son olacaksa bu da bu cümle içindeki SON olmalıdır….
Maddeden manaya çıkıyor bazı sokaklar….
Sonsuz sevgime.
|