Çocukluğumdan arta kalan anılarımda. Olmasını beklemeden, cam kavanozlardan aşırdığım, acımsı tadına, Yağ katkılı o zeytin salamurası gün gibi aklımdadır.
Kasım, aralık aylarında annemin bahçeden topladığı zeytinleri el birliği ile çizer , sonra cam salamura kaplarına atardık. Tüm kardeşler ellerimizin zeytinden kararmasına aldırmadan bunu bir oyun gibi yapar. Annemin o arada tutturduğu “Dramalı Hasan” türküsüne gülümserdik.
Bu yeşil gözlü, ve saçlarında bir tutam altın ı olan göçmen kadın, zeytini bize kutsal kıldırırdı. Ve " sakın ha sakın" derdi. " Tek bir çöpü bile atılmayacak."
Ne çok şey yapılırmış meğer bir zeytin ağacından. Bize öyle bir anlatırdı ki. Çocuk olmamızı unutur, bir masalın içinde yaşardık her yıl annemi dinlerken.
Arada doğrulur, belini tutar, sonra yine "haydi az kaldı çocuklar, kışa nasıl güzel yenecek bunlar" derdi. Kaplara konan zeytin saatlerce yıkanır. Sonra temiz kuyu suları doldurulup; merdiven altındaki, kiler bellediğimiz yere bir güzel yerleştirilirdi. Sonra zamanı geldiğinde en öndeki cam kavanozun suyu ; önce haftada bir, daha sonra ise; her gün değiştirilerek, acısının çıkmasını beklerdik.
Ben bekleyemezdim. O zeytinin acımsı ve mis gibi yağ kokan tadına dayanamaz. Oyun aralarında gizlice elimi sokar içinden aldığım zeytinleri cebime doldurur, bir kuytu köşede yerdim. Bu yüzden az dayak da yemedim değil hani. Olay , zeytin yemem değil. O kirli ellerimi içine sokarak, sonra da ceplerime koyduğum zeytinlerin lekesinin çıkmaması yüzündendi . Eh, bunu anladığımda artık zeytin aşıracak çağlarımı geride bırakmıştım ya neyse.
Biraz aklım erdiğinde zeytin ağaçları, bana ibadet yerleri gibi gelmeye başlamıştı. Zeytinin ; barışın simgesi olduğunu anladığımda, ona saygım daha bir çoğalmıştı. Neden barış denince zeytin dalı idi acaba.?
Kocaman adamların yapamadığı, sağlayamadığı barışı; bir zeytin dalı nasıl sağlıyordu.?
Zeytin çekirdeğinin bile işe yaradığını mutlaka biliyorsunuzdur. Posasından gübre dahil bir dol u, bir dolu işe yarayan bu kutsal ağacın yaprakları bile beni öylesine etkiliyordu ki.
Zaman içinde ne zeytin kurmalarımız kalmıştı artık. Ne de etrafmızda bir zeytin ağacı. Memleketim olan, o küçük İstanbul kasabasında,; eskiden deniz kenarında , elmas gibi dizili olan zeytin ağaçlarının, zaman içinde yok olması, beni , yeni bir mekan aramaya yönlendirdi.
Ege nin şirin bir kasabasında zeytin ağaçları ile göz alabildiğine uzanan o sahili gördüğümde." İşte" dedim. " Ben burada olmalıyım". Üç kuşaktır yaşadığım, İstanbul’ un, Anadolu yakasındaki o şirin kasabamın artık tek bir zeytin bile barındırmaması, burada yaşamak isteğimi kamçılamştı.
Ve işte burada. Ege de işte, Barış dedim. İşte zeytin ağaçları ve işte barış.
Hani olur da yaşarsam, her bir yaprağına gene taparım tapmasına ya. Hani bir de ölü verirsem, mutlaka bir tanesini diki versinler tepeme. Öyle teferruatlı olmasın taşım. Ama mutlaka bir zeytin ağacının köklerine değsin, cansız da olsa başım.
Ben şimdi barış ın olduğu yerdeyim…. Bir zeytin ormanında. Ve en ortasında … varsın denizden uzak olayım. Varsın şehrin merkezi çok güzel olsun.
Öyle mutluyum ki bu yapraklarla ben. Çok sürmez. Bir zaman sonra kuru veririm salamuralarımı da dostlarım. Annem den öğrendiğim bir de türkü tutturu veririm ufak ufak . sonra sizleri beklerim, gelin. Mis gibi el yapımı yağlar dökülmüş, üzerinde dağ kekiklerinin kokusu olan zeytinimden yemeğe gelin.
Zeytin le gelsin barış…. Gelsin de nasıl gelecekse gelsin. Ama tek bir zeytin ağacına zarar vermeden gelsin….
Barışla.
Melekkk.