Hayatın içindeki ben e yolculuk……
Bir kahve kokusuna uyandım. Çok olmamştı uyuyalı, sanki yıllardır uyuyordum. Öylesine dinlenik ve öylesine enerji doluydum. Kalktım, giyinip odamdan çıktım. Merdivenlerin sesi hoşuma gitmişti. Etrafa baktım. Kimse yok. Birkaç merdiveni tekrar tekrar inip çıkarak o sesi dinledim. Muhteşemdi ! Kimbilir , bunların arasından nasıl güzel tarih kokusu gelir ? . Daha fazla merdivenlerde oynarsam yakalanabilirdim. İçim istiyordu aslında. Hatta şu trabzandan aşağı doğru kaysam ve inerken bağırsam “ kahve istiyorum” desem; ne yaparlardıacaba. ? Deli derlermiydiki. ? Aman canım, umurumda mı ? Delilik ne kadar güzelmiş. Yıllardır, normal insan olmanın nasıl sıkıcı olduğunuşimdi daha bir iyi anladım. Bana “normal değilsin “ diyenlere “delilik yapmak istiyorum” derdim. Ama , onlar ; zaten deli bulurlardı nedense. Demek ki deliliğin de bir tatmin noktası var. Yani, açıkçası bu kadar delilik beni kesmiyor. Tatmin etmiyor. Normal sanıyorum kendimi. Ve normal insan olmanın, nasıl sıkıcıolduğunu biliyorum. Çok şükür ne yeterince deliyim , ne de yeterince normal. Bundan sonrası ise sürpriz. Kendime hayatım boyunca unutamayacağım kadar güzel sürprizler yapıyorum. Şu an gibi. Yola çıkmam gibi. Ve nasıl eğleniyorum, nasıl merak ediyorum kendime yapacağım bir sonraki sürprizimi. Haberim olmasın ne olacağından, olmasın ki daha çok eğleneyim !!!
Karşıma çıkan delikanlıya “nerede kahve içebileceğimi” sordum. “Soğuktur ama isterseniz bahçe de isterseniz burada olur “ deyince. Tercihim tabiî ki bahçe oldu. Yuvarlak mermer masaların yanındaki, demirden sandalyelerde yine çok güzel çiçekli ve temiz örtüler vardı. Oturdum. Biraz gerindim. Kahvemi söylemiştim. Bu arada, istersem burada bana balık da yapacaklarını söylediler. Sevmezdim et, balık türlerini. Zaten, çok iyi de anlamazdım. Hangisi nasıl olur. Etin neresinden ne yapılır. Balıklar kaça ayrılır.? Hiç bilmediğim konulardı. Ama hoşuma gitti balık fikri. Küçük balıkları olurmuş buraların. Tuhaf bir adı olan sardalye benzeri bir şey. Yanında yeşili bol salata ve deniz börülcesi bile bulabilirlermiş istersem. “Peki” dedim. “Kahveden sonra yerim.”
Yıllardır sevmiyorum sandığım balığı, meğer ben ne severmişim. Ekmeği; suyuna bandıra bandıra yediğim o taş sıkma zeytinyağının süslediği renk cümbüşü salatada biraz asortik kalan mısırları atarsan, bayıldım. Mısırlar, bu salatada sanki dair değil gibi durmuş. Sanki, kasaba düğününe aniden gelen sosyete şarkıcısı gibi kalmışlar.
Yemekleri çok hızlı yerdim. Başlamamla, bitirmem bir olurdu. Lezzetçiydim. Açlıktan ölüyor dahi olsam , lezzetini sevmediğim bir yiyeceği kimse bana zorla yediremezdi. Çok bilirim , koca otellerden aç döndüğümü. Ismarlama açık büfelerde aç kaldığımı. Ama şimdi gerçekten doymuştum. Damağım, zihnim, gönlüm doymuştu. Kalabalık ailelere mahsus o arsızlığımla yine masayıçokça doldurtmuştum, bunu hiçbir zaman terk edemeyeğim sanıyorum. Her zaman aç olacak gözüm !
Doyunca aklıma geldi. Kalabalık ailemdeki arsız çocukluğum. Annemin bayram sabahına kalsın deyip, divan altına itiverdiği baklavanın , özellikle iç parçalarının alt kısmını, yani cevizin ve ağdalı şerbetin en çok dokunduğu yerleri yiyip de , üzerlerini çocuk aklımca tekrar dizmeye çalıştığım o baklavayı anımsadım. Sabah ; konu komşuya çıkarırken farkına vardığında, gelip ilk çimdik attığı varlıktım. O küçücük bedene, onca tatlıyı nasıl sığdırdığımı yıllar sonra da kimse anlayamadı.
Ve sonra seni düşündüm….. yemek yemeyi bile sadece görev sayan sen… Neleri yok etmişsin varlığınla. Damak tadımın olduğunu anladım. Yine de sorsalar ; pişman mıyım.? Hayır. Tüm tadlara inat; yine seni yaşarım .
Biraz şehri gezmeli şimdi. Bu şehre çok geldim. Yer bilgilerim hep zayıftır. Benzinciden her çıkışta şaşırırım hangi yöne gideceğimi. Ama yaşadıkça anlarım ki ben bu şehre geldim. Sadece farklı birşekilde idi. Lüks bir otel de kalmak üzere. Ve ısmarlama açık büfelerle,şaklaban eğlenceleri havuz başında izlemek üzere. Tüm tatil yörelerinde çalışanlar aynı hocadan mı ders almışlar acaba. Ya da aşçılar, bu kadar aynımenulerle hiç zorlanmıyor olsalar gerek ?
Yine; gıcırdayan merdivenlerden çıkıp üzerime kalın bir giysi aldım. Ve yine inerken kimsenin görüp görmediğine bile aldırmadan bu kez. Merdivenleri gıcırdattım.
Kapıdan kendimi dışarı bıraktığımda yüzüme zeytinyağının o eşsiz kokusu çarptı. Çekirdeğinden bile bilmem ne yapılıyormuş.Yani çok faideli imiş. Çocukken bir defasında babama “ben zeytin yaprağına tapacağım” demiştim. Neden demedi. Bu akıllı adam neden demediyse mutlaka nedenlerini kendi de biliyordu.
Kokular arasında, karanlığa aldırmadan boş sokaklarda yürüdüm. Mevsim nedeniyle, çoğu kapalı olan , kendine has alışverişyerlerini, boş tezgahları izledim. Hatırlıyorum ; şu tam ortadaki tezgahtaydık, sen bana bir yüzük beğenmiştin, bense kafam pembe pamuk helvacıda, “çok beğendim “ demiştim. Yüzüğü alıp parmağıma taktığında, elinden sürükleyip pamuk helvadan istemiştim. Bir çırpıda yediğim helvanın bıraktığı izleri silmek , sana düşmüştü her zamanki gibi. Burnumun üzerinden , aynı sırada alnıma ve saçlarıma kadar gititğini söylüyordun. Yüzüğe ise ancak eve geldiğimizde bakmıştım…..
Birazdan dönmeliyim odama. Sabah, günışımadan çıkmak istiyorum. Yol nereye gidiyorsa oraya. Odama varmıştım. Klimayı ben gelmeden çalıştırmışlar. Ilık. Denizi görmek, hele de bu karanlığın ortalık yerinde, bir bir seçilen karşı kıyıyı görmek ne güzel. Üzerimi değiştirmeden uzandım. Kitap okumak istemiyordu canım, biraz tavandan sarkan eski lambaya baktım. Ateş böceği gibiydi, kıyıdan vuran ışık lambayı hafifçe aydınlatıyordu arada. Işığınla aydınlanmak bu olsa gerek.
Sabaha karşı telefon sesiyle uyandım. “Neredesin sen ?” diyordu, içimden “sana ne” demek geçti. Ne olurdu sanki, artık sana ne leri söylesem. Söyleyeceğim zamanıbeklemektense. Şimdi o zaman olsa. Söyleyemedim. “Hayata gidiyorum, yoldayım” dedim. Daha fazla soru sormasını istemiyorum.”Hemen hazırlanmalıyım “ sözüyle kapattım. Daha sonrasında günlerce neredesin lere açmamak üzere.
Ben e yolculuklara.
Melekkk
|