(2. ve son bölüm)
Hepimiz kendi hayatlarımızı kendimize göre sürdürürken, bir gece vakti çalan telefonla yerimden fırlayıp uyandım. Arayan bir polis memuruydu. Memur genç, çekimser ve tutuk konuşmasıyla önce bana kim olduğumu sorduğunda, bana net olarak bir şey söylemese de ben anında içime düşen kara haberi aldım…Kaskatı kesildiğim telefonun başında bana, içinde Ömer’imin ve yanında kız arkadaşının da olduğu arabanın, şarampole yuvarlandığını, yaralı olduklarını bildiren polis memurunun hiç de inandırıcı olmayan tutuk, üzgün sesiyle can evimden vurulup yere yığıldığımı hayal meyal hatırlıyorum…
Gözlerimi hastanenin acil odasında açtığımda ise, oğlumun tüm arkadaşları ve aileleri de dahil açık olan kapının önünde durmuş, beni gözlemliyorlardı. Koluma takılan serumdan, bana yapılan iğnelerden dolayı derin bir uykuya dalmış olacağım ki, ağzımın ve boğazımın kuruluğundan öksürmeye başladığımda tekrar uyandım ve daha gözlerimi açar açmaz da acı hakikatle yine vurgun yemiş gibi oldum…Hayatımda hiç böyle bir acı olabileceğini düşünemezdim. Hiç düşünemezdim!... Yapılan iğnelerden uyuşmuş halimle zorla açık tutabildiğim gözlerimle, oğlumun arkadaşlarının ağlamaktan şişmiş gözlerini, üzüntüden perişan olmuş hallerini görmüştüm. En yakınımdaki gence bakıp sordum,
- Efe…İkisi de öldü değil mi?
Genç adam, arkadaşlarına bir göz atıp, elimi tuttu ve kendini tutamayıp, hıçkırmaya başladı. Onun bana cevabı işte böyle olmuştu…Efe’yi yanımdan uzaklaştırırlarken ben de karanlıklar içindeki derin uykuma daldım. Son düşündüğüm şey, tekrar hiç ama hiç uyanmamış olmayı istemekti. Oğlumun ve Hande’nin ışıldayan genç, güzel, sağlıklı, hayat dolu yüzleri en derin uykularımda bile gözlerimin önünden hiç gitmedi…
*
O acı olaydan sonra geçen aylar içinde, acım külleneceğine, devamlı canlı tutulan bir kor gibi beni yakmaya devam ediyordu. Ben içimde bu acıyı yaşarken, bir taraftan da Hande’nin yaşlı babaannesi hiç aklımdan çıkmıyordu; yaşlı kadın şimdi ne haldeydi kim bilir diye düşünmekten kendimi alamıyordum. Bildiğim kadarıyla Hande’nin de tıpkı bizim gibi hayatta olan hiçbir yakını yoktu. Bir gece kararımı verdim ve oğlumun diğer arkadaşlarından daha yakın olanını Efe’yi cep telefonundan aradım ve ona beni Hande’nin babaannesinin evine götürmesini rica ettim. Efe, her ne kadar henüz böyle bir ziyaret için erken olduğunu, yüksek tansiyonumdan dolayı buna sağlığımın elvermeyeceğini söylese de, ben gitmekte ısrar ettim. Ertesi gün Efe beni alıp Hande’nin evine götürdü.. Kapıdan içeriye girebilmek için ruhen epeyi zorlandım ve o an da gerçekten de henüz bu ziyarete hazır olmadığımı anladım. Ama eğer şimdi bu kapıdan içeriye giremezsem, bir daha kendimde o cesareti hiç bulamayacağımı biliyordum. Efenin kolunda evin kapı ziline bastığımızda ise artık geriye dönüş yoktu.
Kapıyı bize bir kadın açtı. Büyük ihtimalle komşu kadınlardan biriydi. Efe’yle ben, antrede ayakkabılarımızı çıkarırken, oradaki terliklerden giydik ve salona alındık. İçeride iki kadın daha vardı; biz gelince onlar oturdukları yerden kalkıp bizi buyur ettiler ve oturmamız için yer gösterdiler. Üç kadın da Hande’lerin apartman komşularıymış. Yaşlı babaannenin iğne vurulduğu için uyuduğunu söylediler. Benim kim olduğumu sorduklarında ise cevap vermeye mecbur kaldım. Onlara Hande’nin yanında ölen gencin annesi olduğumu söylediğimde ise kadınlar telaşlanıp ne yapacaklarını şaşırmış bir vaziyette kaldılar. Tam da o sırada odalardan birinden öksürük sesi geldiğinde komşu kadınlardan biri yaşlı kadına bakmak için içeriye girdi. Bardağa konulan suyun sesini duyduk. Biraz bekledikten sonra beni ve Efe’yi odaya çağıran kadın bizi içeriye aldı. Bizim, kadının yattığı divanın tam karşısındaki sedire oturduğumuzu görünce, tekrar dışarıya çıktı.
Hande’nin babaannesi Zeynep hanım, bizi görünce biraz yerinden doğrulur gibi oldu, ona yardım etmek istedim ve doğrulabilmesi için elinden ve omzundan tuttuğumda, kadın benim ellerime, boynuma sarılıp ağlamaya başladı. O ağlayınca, ben de dayanamayıp ağlamaya başladım. Birbirimize sımsıkı sarılmıştık ve birbirimizin sırtını sıvazlıyorduk. Kadın umduğumdan da çok yaşlıydı ve ufacık zayıf bedeni, ağlarken sarsılıyordu. Efe bu duruma dayanamayıp o da yaşlı gözleriyle yanımıza geldi ve yaşlı kadına, sigara içmek için balkona çıkmak istediğini söyledi. Efe bu acılı günlerimde sık sık anne ve babasıyla ziyaretime gelmişlerdi; aynı şekilde bu eve de sık sık geldiklerini biliyordum; bu yüzden Efe bu eve de oldukça aşinaydı.
- Kusura bakma Sevim hanım kızım, seni de üzdüm yeniden. Kendi acın yetmezmiş gibi.
- Zeynep hanım teyze, o nasıl söz! Acılarımızın ayrıcalığımı var? Allah size de sabır versin dedim…
Ondan sonraki günlerde evimde kendi başıma hiç kalamadım. Zeynep teyzeyi hiç yalnız bırakamadım. O da benim gibi bu dünyada acısıyla baş başa kalmıştı ve benim gibi hiç kimsesizdi. Yaşlı kadına yaptığım sık ziyaretlerimde, onun hayatına daha çok girmeye başladım ve onun hayatına dair öğrendiğim her detayda, evime onun adına daha da huzursuz ve üzgün dönüyordum. Benim büyük acımın aynısını o uzun yıllar önce yaşamıştı; hem oğlunu, hem de gelinini gencecik yaşlarında kaybetmişti; şimdi ise hayat ona bir kez daha tokadını vurmuştu. Hande’yi bebekliğinden itibaren o büyütmüş, eşinden dolayı aldığı üç kuruşluk emekli maaşıyla torununu okutmuş, beraberce hayatın zorluklarına göğüs gerip, yaşamaya çalışmışlardı…
Aklım hep Zeynep teyzedeydi. Ne yediğim yemek, ne içtiğim çorba, ne giydiğim temiz çamaşırlar içime siniyordu. Yalnız saatlerimde acımla baş başa içim kalırken, bir tarafımla da şimdi artık yapayalnız kalmış kadına üzülmekle kıvranıyordum. Beni hiç yalnız bırakmayan,oğlumun en yakın arkadaşı Efe’nin, anne ve babasıyla bana ziyarete geldikleri bir gün, onlarla yine bu konuyu, Zeynep teyzeye nasıl yardımcı olabileceğimizi konuşuyorduk.
Efe’nin annesi Şebnem hanım söze girdi,
- Sevim hanımcım, siz zaten ona en büyük iyiliği yaptınız! Ona bir kadın tuttunuz; bu masrafı üzerinize aldınız; bakın şimdi Zeynep hanımın işleri, beslenmesi ne güzel yoluna girdi. Üstelik bu durumun, onun ömrünün sonuna kadar süreceğini söylüyorsunuz. Kendinize rahat verin lütfen Sevim hanımcığım!
Bu sefer eşi Hayri bey söze girdi.
- Gerçekten de Sevim hanım… Hayır, bir de şu var; bakın Zeynep hanıma sık sık gidiyorsunuz, en küçük detaylara kadar her şey kontrolünüz altında. Daha ne olsun ki? Sevim hanım, kendi sağlığınızı da düşünmelisiniz, değil mi ama!
Ben onları dinlerken, aklım bambaşka düşünceler içindeydi; sonunda onlara kendi kendime verdiğim kararımı açıkladım.
- Tamam, güzel niyetleriniz için sağ olun Şebnem hanım ama yardımcı kadın sadece onun işlerini yapar! Tamam, derler toplar, temizler, yemeğini yapar doyurur, onu rahat ettirir ama bütün bunlarla onun acısına ortak olunmaz ki!... Hayri bey, bakın geçmişte zaten benim bu acımın katmerlisini yaşamış kadıncağız. O da benim gibi gencecik oğlunu kaybetmiş! Gelinini kaybetmiş! Ve bu sefer de tek tutunduğu dalı, hayattaki tek varlığı Hande’sini kaybetmiş! O şimdi çok yalnız! Sizler ve ben, konu komşusu onu ziyarete gider, yalnız bırakmamaya çalışırız ama sonuçta hepimiz evimize geri döneriz. O yine yalnız başına acılarınla baş başa kalır.
Konuklarım sessizce beni dinliyorlardı; sözlerime devam ettim.
- Genç olsa bir derece! Çalıştığı bir işi vardır, öyle veya böyle hayat gailesine düşer, mecburen hayatını sürdürmeye çalışır. Ama o çok yaşlı. Hiç yalnız kalmamalı! Ve ben şöyle düşündüm Şebnem hanım, onu evime getireceğim ve bundan sonraki hayatımı onunla sürdüreceğim. Zeynep teyzeye ben ömür boyu bakacağım; hem de en iyi şekilde!
Hayri bey, Şebnem hanım ve Efe, öylece bana bakakalmışlardı. Üçü de oturdukları koltukta bellerini doğrultup arkalarına yaslandılar. Şaşkınlıklarının ardından onların da bu kararıma çok sevindiklerini yüz ifadeleri açıkça belli ediyordu. Bu kararımdan sonra, onların da en az benim kadar rahatladıkları her hallerinden belliydi. Şebnem hanım göz yaşlarını tutamazken Efe yine gözleri yaş içinde, sigarasını içmek için çok aşina olduğu evimin balkonuna çıkmak için izin istedi…
*
Verdiğim bu karardan sonra, daha o akşam konuklarımla birlikte Zeynep teyzenin evine gittik. Yardımcı kadının bizler için yaptığı çaylarımızı içerken, yaşlı kadına alıştıra alıştıra, sözlerimizde oldukça hassas davranarak konuyu açtık…Bazen cevap yerine, o anda oluşabilecek hareketler, size çok daha açıklayıcı olabiliyor. Ben karşımdaki koltukta oturan ufak tefek, ak saçlı, nur yüzlü kadının cevabını, onun yüzüne vuran anlık ışıltıdan aldım. Sözlerinde her ne kadar çekimserlik, hatta mahcubiyet olsa da, aylar sonra onun birden gevşeyen yaşlı yüzünün, kasılmış buruşuk ellerinin, feri kaçmış gözlerinin, bütünüyle hayata küskün yorgun bedeninin anlık ışımasını gördüm. Onun, yüzüme bakarkenki umut dolu sevincini gördüm. O, bana yansıttığı beden diliyle daha o anda bana da sevinçler içinde umut olmuş, aynı zamanda acılar içindeki ruhuma ortak olmuştu bile!
O akşam Zeynep teyzeyi fazla yormamak için evden erken ayrıldık. Ayrılırken onun ellerini öptüğümüzde, hepimize tek tek sarılıyordu ve minnet duyguları içinde sırtımızı sıvazlıyor, bize dualar ediyordu. Beni arabalarıyla tekrar evime bırakan Efe ve ailesiyle ayrılmadan önce, hafta sonunda Zeynep teyzeyi bize taşınması için anlaştık.
Hafta sonunu beklerken, o arada ben de, evimdeki en geniş ve ferah odayı yaşlı kadına hazırlamak için kolları sıvamıştım. Heves içinde ona yeni çarşaflar, pijamalar, giyimler, terlikler aldım. Penceresinin önüne saksısında açmış çiçekler dizdim. Küçük masasına çiçekli örtüler örttüm. Bu oda binde bir yatılı konuğumuz geldiğinde kullanılırdı; o yatılı konuklarımız da zaten talebeyken evimizde müzik çalışmaları yapan oğlumun arkadaşları olurdu… Ama işte zaman içinde bu hiç kullanılmayan odada şimdi artık Zeynep teyze hayatını sürdürecekti. Ona şimdiye kadar çektiği acılarını var gücümle telafi etmeye çalışacaktım. Evlat acısının, torun acısının, acıların en büyüğü olduğunu, ancak bu kaybı yaşayanlar bilebilirdi…
Camın önündeki taze dikilmiş çiçekleri sularken, yüreğime dolup taşan ulvi sevinçle uzun zamandır, ilk defa gülümsüyordum…
SON
|