Spor hocası olmam, benim bel fıtığı olmamı engellememişti. Lisedeki ders programlarımı bir süre erteledikten sonra belimden ameliyat olmuş ve fıtıklarımı aldırmıştım. Allah’tan kısa süre sonra da yaz tatiline girmiştik ve okullar kapanmıştı. Şimdi bütün iş belimi daha çabuk toparlayabilmem ve eski sağlığıma kavuşabilmem için Doktorun önerdiği gibi evde yaptığım hafif egzersizlerime ilaveten, kısa süreli yürüyüşlerimi de yapmaya devam etmekti. Televizyonda sabahın erken saatlerinde verilen hava durumunu izledikten sonra yanıma çantada taşınabilen portatif şemsiyemi de aldım; zira hava durumu bugün için ani bastıran sağanak yağış için uyarıda bulunmuştu…
Hemen her sabah olduğu gibi epeyi ilerideki parka gitmek için yürüdüğüm yolun trafikten, dolayısıyla da egzoz gazından fazla etkilenmeyen ara sokaklardan geçip gitmeyi tercih ediyordum. Bizim sokaktan sonra epey bir yürüdükten sonra, ileride, yüksek apartmanlar arasında halka açık çok güzel bir park vardı. Nasılsa çok bakımlı kalabilmişti ve parkta ağaçların verdiği gölgeliklerde çiçekler sulanmış rengarenk açmışlardı. Bu parkı daha ilk gördüğümde sevmiştim doğrusu. Kendimi iyi hissettiğim günlerde yürüyüş için ben hep bu parkı tercih eder olmuştum. Benim gibi parkın içindeki yürüyüş parkurundaki insanlarla, hatta banklarda oturan, açık havada vakit geçiren insanlarla da aşina olup selamlaşmaya başlamıştık.
Buraya geldiğim ilk günden beri hemen her gelişimde muhakkak gördüğüm oldukça yaşlı bir çift nedense ilgimi çekmeye başlamıştı. Bu yaşlı çiftte, tam da anlayamadığım bir şeyler vardı sanki. Onlar, parkın en sonundaki yerde olan banka oturmuş oluyorlardı hep. Sanki, kimseleri rahatsız etmek istemez gibi biraz mahcup, biraz çekingen oturuyorlardı; sanki oturmaktan çok yorgun argın sıkıntılı bir halde bekleşiyor gibiydiler…
Yürüyüşümdeki ilk tura başlamadan önce onların yanına gitmek istedim. Bu sıradan bir meraktan çok, içime doğan bir dürtü gibiydi. Bu sefer olsun evime onları düşünmeden gitmek istiyordum. Ne olursa olsun onlarla bugün artık tanışacaktım.
Yanlarına gidip bankın boş olan tarafına oturmak istedim.
- İyi günler efendim, ben şuraya oturabilir miyim müsaadenizle?
İkisi de oldukça dalgındı ve ben konuşunca ikisi de aynı anda silkelenip bana yer açma telaşına düştüler.
- Tabii tabii buyurun… ne demek, dedi nur yüzlü yaşlı adam.
- Yorulmuşum da biraz…güya yürüyüşe geldim, dedim.
- Güneştendir kızım, güneştendir. Bugün bir ağırlık var havada. Dedi yaşlı kadın.
Benle konuşurken sanki sevinmiş gibiydi yanlarına oturduğuma. Şimdi ikisine de bir canlılık gelmişti. Günlerdir her seferinde gördüğüm onların üstündeki bedbinlik hali birkaç dakika içinde adeta uçup gitmişti.
- Sizlerde burayı sevdiniz galiba benim gibi, dedim. Hep bu saatlerde mi geliyorsunuz?
Yaşlı çift birbirlerinin yüzüne baktı ve biraz düşünüp cevapladılar beni.
- Biz her gün, gün boyu buradayız kızım, dedi yaşlı adam.
- Hım…Her gün ve gün boyu mu? Pardon ben isminizi sormadım ama…
- Benim Salih, hanımın da Nezaket.
- Benim de Handan efendim. Şu arkadaki Lise de spor hocasıyım ben. Bu sene belimden fıtık ameliyatı olunca, oturup yağ bağlamamak için sık sık geliyorum buraya… İyi de kusura bakmazsanız bir şey soracağım size…
- Sor kızım sor, dedi Salih amca; yüzüne sanki bir tevekkül ifadesi gelmişti ve adeta sorumu bekler gibiydi.
- Ben bile dayanamam bütün gün burada otur otur…yorulurum açıkçası. Sırtım ağrır, belim ağrır…hayır bir de uyumak isterim gündüz vakti de olsa…Şekerleme işte. Allah biliyor ya ben buraya her gelişimde sizi görünce nedense çok yorgun olduğunuzu da görür gibi oluyorum inanın. Çok mu uzaktan geliyorsunuz acaba diye düşünüyorum.
Yaşlı çift bir kere daha birbirlerinin yüzüne bakıp biraz öylece durdular.
- Şey ben sadece sizi merak ettiğim için sordum. Önemli bir şeyse söylemeseniz de olur.
- Yok kızım yok. Biz duraladık, çünkü olur da bizim binadan tanıdığın filan çıkar diye. Dedi Nezaket teyze. Şimdi daha da meraklanmıştım işte.
- Hani demem o ki hoca kızım, eğer gelinimle ya da komşularınla tanıdık çıkarsan ayıp olur gelinimize de oğlumuza da.
- O nasıl söz Nezaket teyze. Benim hiç öyle laf taşıma huyum yoktur inanın. Hiç de sevmem… İyi de, gelininiz yüzünden mi buradasınız siz bütün gün?
Bu arada hava değişmiş, rüzgar çıkmış, ağaçlarda hışırdamaya başlamıştı. Her an bir yaz sağanağı başlayabilirdi. Yaşlı kadın konuşmasına devam etti.
- Kızım gençlerde oluyor işte böyle durumlar. E kolay değil tabii. Bebekli o şimdi. Evde yalnız kalması dinlenmesi lazım. Temizliği de oluyor… ayak altında dolaşmayalım diye işte…
Yaşlı adam canı burnundaydı zaten, biraz da terslenerek cevap verdi karısına.
- Yahu Nezaket hanım, hala gelinine hak vermeye çalışırsın sen de. Hoca hanıma da mı anlatmayalım derdimizi artık.
- Canım başka ne yapacağız ki… genç işte cahil… sessizlik istiyordur o da… uyutmuyor bebeği sabaha kadar.
- İyi de bizim ne zararımız var ki ona? Odamızdan dışarı mı çıkıyoruz da ayak altında olmayalım. Çocuk muyuz biz? Park dediğin bir saat, beş saat. Bak kendimden geçtim, senin de gözlerinden akıyor yorgunluk. Ayaklarımız kütük gibi şiş…Avuç içi kadar odaya kapansak bir türlü, dışarı çıksak bir türlü…Neymiş efendim? Evin her gün sterilize edilmesi gerekiyormuş. Her gün temizlik, her gün temizlik. Bahane Handan kızım bahane aslında…bakışları, hali ,tavrı söylüyor zaten…dolanmayın ayak altında…gözüme görünmeyin, haydi yallah parka der gibi kinle bakıyor yüzümüze.
Nezaket hanım,
- İyi de Salih efendi, oğlumuz iş dönüşü alıp götürmüyor mu bizi eve rahat rahat.
- Rahat rahatmış! Oğlan bizi akşam üzerleri parka gidiyoruz biliyor hanım!
- Sus sus Salih efendi. Duyacaklar etraftan bak. Sabredelim…sabredelim… Yapacak bir şey yok.
Ben sonunda daha fazla dayanamayıp lafa girdim mecburen.
- Peki kışın ne yapacaksınız? Bu böyle devam etmez dimi?
- Kışın da buluruz bir kapalı yeri olan çayhane filan kızım. İleride çınar altında camekanlı, kapalı yer varmış…sobalı filan. Oğlum öyle dediydi geçen gün. Tarif etti bize orayı. Havalar bozarsa diye…
Mideme giren kramptan dolayı kendimi berbat hissediyordum. Sanki orada o bankta omzuma dağlar taşlar yüklenmişti. Çantamdaki su şişesini titreyen ellerimle zor çıkarıp bir iki yudum su içtim. İki ihtiyar birden yine o karamsar, bedbin hallerine dönmüşlerdi; sanki benim varlığımı unutup yine dalgın halleriyle öylece sessizliğe bürünmüş oturuyorlardı. Yağmur atıştırmaya, rüzgar sert esmeye başlamıştı. Onlara dönüp teklifimi yaptım.
- Haydi bize gidelim Salih amca, haydi Nezaket teyze. Hem bende de yatıp uyuyabilirsiniz. Çok sevinirim inanın. Akşama daha çok var. Bir saat kala getiririm sizi yine buraya parka. Bak yağmurda artacak gibi.
Ne kadar ısrar etsem de onları oradan kaldıramadım. Onları küskün, kırgın dünyalarından birkaç saatliğine de olsa ayırtamadım. Benim üzgünlüğümü gören Salih amca bana dönüp izah etmeye başladı.
- Hoca kızım, biz bugün daha ilk yağmurda kaçarsak sana, sonrası ne olacak? Biz senin yapacağın insanlığı gördükten sonra bu park daha çok üzer bizi. Daha çok batar sırtımıza bankın tahtaları. Daha çok şişer ayaklarımız. Kaldıramayız sonrasını…Evine git sen kızım şimdi. Geldikçe bir selamın, güler yüzün yeter bize. İki laf etmek, sohbet etmek yeter bize. Bak sende hiç iyi görünmüyorsun. Biz artık oluruna bıraktık her şeyi kızım…
Nezaket teyze araya girdi. Elimi ellerinin arasına alıp, yorgun, kızarmış gözleriyle bana baktı ve
- Sen sen ol Handan kızım, sağken malını, mülkünü, evini barkını evladının tatlı sözlerine kapılıp bağışlama sakın. Sağken…daha yaşayıp dururken…sakın kızım sakın…
Nezaket teyze ellerini ellerimden çekti. Gözyaşları yanaklarından aşağıya sicim gibi akmaya başlamıştı…Çantamdan şemsiyemi çıkarıp açtım ve onları yola en yakın, yağmurdan fazla etkilenmeyen bir başka banka oturttum. Herkes koşar adım evlerine kaçıyordu. Şemsiyeyi Salih amcanın titreyen ellerine tutuşturdum ve onları baş başa bırakıp oradan ayrıldım. Hayatım boyunca hiç kimseden bu kadar zor ayrılmamıştım. Ayaklarım adeta geri geri gidiyordu. Kafamda onlara çareler içindeki arayışlar içinde evime girdim…
|