Murat, gecenin bir vaktinde yattığı yerden annesinin inlemeli hıçkırık seslerine uyandı. Aslında bu durum çocuğun ev içinde sıkça rastladığı bir haldi. Anne ve babasının bitip tükenmez kavgalarının sonucunda babasının her zaman yaptığı gibi kapıyı çarpıp gitmesi ve bazen günlerce eve dönmemesi… Çocuk, nerdeyse bebekliğinden beri aşina olduğu bu kavgaların sonucunda nedense her zaman sadece annesi için üzülürdü. İşte yine Murat’ın oyun yorgunluğunun derin uykusundayken şiddetle çarpan dış kapının çıkardığı sesle yerinden doğrulması ve uyku sersemliğiyle de olsa aceleyle annesinin yanına koşması bir olmuştu. Kadın karyolasındaki yastığı kucaklamış ve yüzünü yastığa gömmüş bir şekilde böğürür gibi ağlıyordu. Murat her zaman yaptığı gibi küçük kollarının elverdiği kadarıyla annesine sarıldı. Kadın elindeki yastığı bırakıp oğlunu kucakladı ve çocuğunu sıkıca bağrına bastı. Henüz beş yaşlarında olan Murat, başka hiçbir şey yapamamanın verdiği üzgünlükle annesinin bağrında, kadının hıçkırık seslerinin bitmesini bekliyordu…
*
O son kavgadan sonra baba, bir daha evine hiç dönmedi. Ona göre karısı Nurhayat’ın yokluk, parasızlık teranelerinden bıkıp usandığından evi terk etmişti ve tek sebep buydu işte. Her akşam kahvede oynadığı pişpirikle kafasını dağıtmaya gitmesini bir türlü hazmedemiyordu karısı. Recep’in büyük şehirde onlarca akrabası vardı. Elbet kapağı atardı birisine; bir işe girer, kendince geçinirdi. Her gün temizliğe gidiyordu diye, evi geçindirenin kendisi olduğunu sanıyordu karısı. Hah bakalım ödesin şimdi kahveye kumar borcunu da aklı başına gelsin di. Hâlbuki bıraksaydı vıdı vıdı etmeyi Nurhayat, bir iş bulurdu nasıl olsa; borcunu da öder, kumarını da oynardı…
Nurhayat, bir daha evine hiç dönmeyen kocasının arkasından, çalışmaya, temizlik işlerine gitmeye devam etti. Oğluyla hayata tutunmaya çalışırken sonunda yorgunluktan hasta oldu. Komşularının önayak olmasıyla Murat’ı çocuk koruma yurduna verdiler. Murat, arada bir hasta annesini görmeye eve gidiyordu. Ama Nurhayat kendi başına ve hasta haliyle hayata daha fazla tutunamadı. Hayata gözlerini yumduğunda Murat İlkokula başlama haftasındaydı.
*
Murat için anne-babasız geçen yıllar acı içinde geçerken, zaman içinde o da büyüdü. On sekiz yaşına geldiğinde ise devlet onu kendi hayatıyla baş başa bıraktı. Genç çocuk, kimsesiz çocukların, gençlerin barındığı yuvadan ayrıldığı gün, hayat korkusu içinde sokakları arşınlamaya, iş aramaya başladı. Ogün onun bulduğu ilk işi bir kahvede çaycılık yapmaktı. Kahvenin camına yapıştırılmış “çaycı aranıyor” ilanı, o günler için ona bulunmaz bir nimetti. Genç çocuk “şimdilik” diye başladığı işinde aylarca kaldı. Askerliğini yapıp geldiği kahvehanede yine aynı işine devam etti…
Murat zaman içinde oldukça yaşlanan ve hiç kimsesiz olan kahvehane sahibi Sadık ustadan kahvenin işletmeciliğini devraldı. Yaşlı adam oğlu gibi sevdiği ve güvendiği Murat’a kahvenin tüm işlerini bırakıp, evinde dinlenmeye çekildi. Murat inanılmaz enerjisiyle ve dürüstlüğüyle işine daha bir dört elle sarıldı. Aynı mahalledeki mahcup bakışlı Selvinaz’ı gördüğünde ise hayatı çok daha anlam kazanmıştı. Sadık usta Murat’ın halinden anlayınca, kızın tanıdıklarını da bulunca, bir akşam, usulüne tam uygun şekilde kızı ailesinden istediler. Böylece Murat, çok sevdiği, çekingen, mahcup bakışlı, Selvinaz’ına kavuşmuş oldu. İki genç de evlenip, mutlu bir hayat yaşamaya başladılar…
Genç adam, her zaman olduğu gibi yine çay ocağının başında işlerini yaparken, bahçede çay dağıtıcısı çocuk içeriye girip Murat’ın yanına geldi,
* Murat abi dışarıda bir adam seni soruyor, dedi.
* Kim acaba? Adres soracaklardır yine. Sen geç ocağın başına, ben bir bakayım kimmiş.
Murat bahçenin en kuytu yerine oturmakta olan orta yaşlı adamın yanına vardığında ve adamla göz göze geldiğinde elinde olmadan bir adım geriye çekilmişti. O an da sanki bütün kanı yüzünden çekilmişti. Onun bu halini gören adam konuşmaya başladı.
* Demek beni bunca sene sonra bile olsa tanıyabildin oğlum, dedi…
Murat, şaşkınlık içinde bu pejmürde giyimli, saçı, sakalı ağarmış adama bakıp kalmıştı ve sanki dili tutulmuş gibi söyleyecek hiçbir söz bulamıyordu.
* Bir merhaba demeyecek misin babana oğlum? Adam bu sözlerini söylerken elini oğluna uzatmıştı. Belli ki diğer eliyle de oğlunu kendine çekip sarılacaktı. Ama Murat kendini yine geriye çekmişti.
* Nasıl buldun beni? Adresimi nerden aldın?
Adam oğlunun davranışını çok da yadırgamadı; hatta daha ağır karşılanmayı bile göze almıştı; öyle ya, bunca sene sonra karşılaştıklarında oğlu onu yaka paça dışarı atabilirdi de. Oğlunun ne olursa olsun kendisine daha fazla karşı çıkmayacağını biliyordu; çünkü ona göre Murat çocukluğunda da çok duygusal, yufka yürekli, iyi bir çocuktu. Nitekim Murat kendisini babasıyla karşılıklı oturmuş, adamın anlattıklarını dinlerken buldu. Adam yarı ağlak bir halde, nasıl boğazına kadar borca battığını, nasıl çaresiz olduğunu anlatıp duruyordu. Ne gidecek ne de yatacak yerinin olmadığını sızlanarak anlatıyor ve yakarıyordu…
* Görürsün bak Murat, biraz sende kalayım, kendime geleyim hemen iş arayıp bulacağım ve borçlarımı da ödemeye başlayacağım evladım…bu yaşta beni sokakta bırakmazsın değil mi oğlum?
Selvinaz, çok sevdiği kocasının babasına hürmetini hiç esirgemedi. Ama adamı nedense hiç gözü tutmamıştı. Bu adamda ve bakışlarında sebebini anlayamadığı bir tedirginlik gibi bir şeyler vardı. Murat’ da sürekli evde oturan, çalışmak için hiçbir girişimde bulunmayan babasından tedirgin olmaya başlamıştı. Oysa adam daha 45 yaşlarındaydı, üstelik gayet de dinç görünüyordu. Saçlar sakallar pejmürdelik gidince sanki birden gençleşmişti. Evlenirken kendisi de bayağı bir borca girmişti. Kendileri Selvinaz’la mutlu huzurlu yuvalarında maddi sıkıntıya düşmeden kendi yağlarıyla kavrulup geçinirlerken şimdi babasının varlığınla sıkıntılı maddi manevi sıkıntıları olmaya başlamıştı. Babasının içkisi, mezesi, sigarası, traşı, üstü-başı vb. derken masraf gençlerin bütçesini aşmaya başlamıştı. Murat artık evinden işine, işinden evine sıkıntıyla, baş ağrılarıyla, huzursuzluk içinde gidip gelmeye başlamıştı. Üstelik kahvede bazı büyük ağabeyleri babacan tavırlarıyla onun kulağını bükmeye başlamışlardı. Murat’a, babasının oldukça genç olduğunu, karısıyla aynı evde olmaması gerektiğini” ihsas ettirmeye başlamışlardı…
Murat kendisini tam bir kapana kısılmış gibi çaresizlik içinde hissediyor, babasına nasıl git diyebileceğini düşünüp duruyordu. Ama kesinlikle kararlıydı. Ya hemen yarından tezi iş arayıp bulacak ve hemen işe başlayacaktı. Böylece zaman yönünden de sabah beraber evden çıkacaklar, akşam aşağı yukarı aynı saatlerde eve gireceklerdi. Daha olmadı babasının çalışması için kendi çay ocağının başına geçirecekti. Bu akşam kesinlikle babasıyla bu konu konuşulacak ve karar verilecekti. Bu düşünceyle biraz olsun rahatlayan genç adam, saatine baktı, bir an evvel akşam olmasını ve bu kararın kesinleşmesini diliyordu.
*
Selvinaz, sabahın oldukça erken bir saatinde kocasını işine uğurladıktan sonra, akrabası olan Ebe-Hemşire Hatice ablasına muayene olduğunda yanılmadığını anladı; hamileydi. Ve sanki dünyalar onun olmuştu. Kocasına söylemek, biran evvel ona müjdeyi vermek için sabırsızlanıyordu. Saatine baktığında vaktin henüz öğlen bile olmadığını gördü. Çok heyecanlı ve mutluydu. Murat’la hep bir kızları olmasını çok istiyorlardı. Çocukları kız olursa, Murat annesinin ismini “Fehime” koyacaktı kızına. Erkek olursa da Selvinaz bebeğine kendi babasının ismini “Mehmet” koyacaktı. Genç kadın bunları düşünürken farkında olmadan evine gelmişti bile. Anahtarınla kapıyı açtığında tahmin ettiği gibi yine kayınpederini televizyonun karşısındaki koltuğa oturmuş, önüne çektiği sehpanın üzerindeki rakısını yudumlarken buldu. Genç kadın mırıldanır gibi merhabalaşıp hemen mutfağa geçti. Kayınpederiyle fazla yüzgöz olmadan, evin içinde mümkün olduğunca görünmez olmaya çalışıyordu. Mutfakta akşamın sürprizi için kocasının sevdiği bir yemeği ve tatlıyı yapmaya başlamak istiyordu. Bu şekilde ayakaltında dolaşmadan, adamdan ve onun rakı sofrasından uzak olacağını düşünüyordu.
Adam, bardağındaki son yudumunu da içtikten sonra, yalpalayarak yerinden doğruldu ve kararlı bir şekilde mutfağa yöneldi. O sırada gelininin kap kaçak sesleri duyulmaktaydı. Aralık olan kapıya hınçla bir tekme savuran adam, ani bir hareketle tezgâhın üstündeki ekmek bıçağını kaptı ve şaşkına dönmüş, korkulu bakışlarla kendisine bakan gelininin yanına geldi. Aynı anda gelininin boğazına bıçağı dayamıştı. Adam güçlü kollarıyla Selvinaz’ın çırpınışlarını etkisiz hale getirip, önceden planladığı gibi cebinden çıkardığı urgan parçasıyla genç kadının ellerini sımsıkı bağladı. Gelininin bağırmasını önlemek için de başından çekip aldığı tülbendiyle genç kadının ağzını da sımsıkı bağladı. Yatağa sürüklediği kadının üstünü başını parçalarcasına çıkaran adam, Selvinaz’ın çıplak omuzlarına dökülen, yüzünü gözünü örten ipek gibi sarı saçlarının arasından, dehşet içinde, yalvarırcasına bakan genç kadının itiraz inlemelerine aldırmayıp gelinine sahip oldu. Tam da bu tecavüz durumu bittiğinde, Murat evine vardı. Her zaman yaptığı gibi kapıyı anahtarınla açtı. Ve gördükleri karşısında adeta dili tutulan, olduğu yerde donakalan Murat, saniyeler sonra, çıplak karısının üzerinde sızıp kalmış babasını, iğrenç bir leşi atar gibi karısın üzerinden çekip, yere attı. Adam boş bir çuval gibi yere, oğlunun ayakları dibine düştüğünde hala içkiden sızmış bir haldeydi. Selvinaz, elleri, ayakları ve ağzı bağlı olduğu halde, böğürür gibi ağlayıp gözyaşları içinde kocasına bakıyordu. Murat babasının yanında duran bıçağı kaptığı gibi hala uyanmayan, sızıp kalmış babasına defalarca saplamaya başladı. Her vuruşta bıçağı ete gömülen yeri hınçla kanırttıran genç adam, bitkinleşinceye kadar sayısız kez saplamaya devam etti. Murat yatağının ayakucuna çöküp oturduğunda ise o anda, kaybettiği şuurundan dolayı bomboş bakan gözleriyle ne karısını görüyor, ne de onun hıçkırıklarını duyuyordu. Elleri, kolları, üstü başı kan içinde kalmıştı. Yerler adeta kan gölüydü…
Sonuna kadar açık kalan kapıdan görünen manzara korkunçtu. Oradan geçmekte olan komşu kadın merak edip de içeriye bakmasıyla çığlık atması bir olmuştu. Komşu kadın, her şeye rağmen yattığı yerden titreme nöbeti geçiren Selvinaz’ın bağlarını çözdü ve çırılçıplak olan genç kadını bir çarşafa sarıp sarmaladı. Murat oturduğu yerde hiç kıpırtısız boşluğa bakıyordu. Komşu kadın polis çağırmak için telefonu eline aldığında hem dövünüp, hem ağlıyordu…
Ergül İLTER
10-Ağustos- 2012
|