Merve, pazara gitmek için evden ayrıldığında nerdeyse öğle vakti olmak üzereydi. Bu sabah, evde yapması gereken işlerinde fazla oyalanmıştı; fazla titizlendiği için de ev işleri bir türlü bitmek bilmemişti. Nedense, sanki gün güne temizlik hususundaki titizliği daha da artmıştı. Genç kız çevresindeki insanlardan uzaklaştıkça, her gün biraz daha sosyalleşmekten koptukça ve her geçen gün biraz daha evine kapandıkça sanki bu temizliğe karşı aşırı titizliği de gün güne artıyor gibiydi. Çocukluğundan itibaren üzerindeki çekimserliği, içine kapanılışlığı bir türlü üzerinden atamamıştı. Bu durumu ileriki yıllarda Üniversite hayatına kadar devam etmişti. Ergenlik yıllarında olsun, Lise öğrenimini okuduğu yıllarda olsun, kendisini okul arkadaşlarına karşı bir türlü açamamıştı. Aksine içinden çok istemesine rağmen bu çekimserliği yüzünden gün güne sanki daha da kendini arkadaşlarına olsun, etrafındaki insanlara karşı olsun, herkese kendini kapatmıştı.
*
Merve henüz İlkokula başladığının ilk gününde, annesi ve babası boşanmışlardı. Anne ve babası okulların ilk açıldığı gün mahkemede oldukları için onu komşuları olan Hülya hanım okula getirmişti. Merve’nin okul öncesi hayatında da zaten evde her daim anne ve babasının yaptığı kavgalar yüzünden huzursuzluklar vardı. Ama okulun ilk gününde onu yalnız bırakan anne ve babasının yüzünden kızcağız hepten suskunlaşmış, adeta yüzü hiç gülmez olmuştu. Zaten babası da boşanmanın ardından kayıplara karışmış, bir daha da asla geri dönmemişti.
Annesi güzel bir kadındı ve henüz çok gençti. Kendinden oldukça büyük, yaşlı bir adamla ikinci evliliğini yapmaya karar verdiğinde ise bu önemli olayı kızına sormayı bile düşünmemişti. Babasının boşandıktan sonra evi terk etmesiyle birlikte ana kızın maddi sıkıntıları son derece artmıştı. Tam da bu günlerde annesinin bu yaşlı ama maddi durumu oldukça iyi olan adamla evlenmesi ana kızı maddi yönden bayağı rahatlatmıştı. Ama ne yazık ki ne Merve ne de annesi, Mahmut beyi hiç sevememişlerdi. Leyla Hanım, Mahmut beyle evlendikten birkaç yıl sonra tutulduğu amansız hastalıktan sonra genç yaşında vefat edince Merve, üvey babası Mahmut beyle yine aynı evde, yaşamlarına devam etmişlerdi. Merve Üniversite yıllarını bitirdiğinde, o yıl Mahmut bey de yaşlılığına bağlı rahatsızlıklarından dolayı vefat etmişti; bu vefattan dolayı, genç kız hayatında bir başına kalmıştı.
*
Merve Üniversite hayatından sonra çalışmayı denese de içine düştüğü yalnızlık sendromundan dolayı bunalıma girince, gün güne daha çok evine kapanır olmuştu. Mecbur kalmadıkça hemen hemen hiç dışarıya çıkmaz olmuştu. Almaya mecbur olduğu alışverişleri içinde dışarıya çıktığında bir an evvel dışarıdaki işlerini görüp, olabildiğince çabuk evine dönüyordu. Genç kız üzerinden atamadığı bu yalnızlık duygularıyla aylar ve yıllar geçirdi. Su gibi akan zamanın hiç farkına varmadan gün güne evine daha çok kapanarak hayatının en güzel yıllarını dört duvar arasında geçirdi. Temizlikle geçirdiği günler, aylar, yıllar o farkında bile olmadan su gibi akıp gitmişti…
Bir gün, bedeninin tükenmişliği içinde ayağa kalkmaya dahi zorlandığını gördü. Bütün vücudu sanki onun ayağa kalkamaması için direniyordu. Sanki vücudunun artık isyanlardaki ağrılarının, sızılarının sesini dinliyordu. Oturduğu yerden kalkıp ileriye bir adım dahi atacak takati yoktu. Merve etrafında kendisine bir bardak su isteyebilecek hiç kimsenin olmadığını gördü. Hayatında kendisinden başka hiç kimsesi yoktu. O anda üzerine öyle bir üzgünlük geldi ki, genç kız yalnızlık bunaltısından dolayı oturduğu koltuğunda önce sessizce ağlamaya başladı; daha sonra ise önüne geçilemez bir duyguyla, sarsıla sarsıla, inleye inleye ağlamaya başladı. Uzun süren bu ağlama nöbetinden sonra genç kadın hala oturmakta olduğu koltuğunda ilk defa kendi hayatının çöküşünü gördü ve o anında kendisine acıdı. Ağır bir duyguyla içi yanarak kendisine acıdı. Yalnız geçen çocukluğuna, okul yıllarına, uzun yıllar süren Akademik hayatındaki yalnızlığına acıdı. Bu ağlama kriziyle gelen kendisine acıma duygularıyla Merve adeta çözülmüştü. Sanki adeta çok uzun süren derin karanlık bir uykudan, bir karabasandan uyanmış gibiydi. İlk defa etrafına bakındı. Yıllarca yaşadığı evin içini ilk defa görüyor gibiydi. Yıllardır günde onlarca kez silip temizlediği eşyalarına baktı. Parmaklarının ucuyla sanki ilk defa oturduğu koltuğunun kol yerlerine dokundu. Televizyonunu, masa ve sandalyelerini ilk defa gördü. Sonra ellerine baktı. İş yapmaktan, dezenfekte edici sulardan dolayı aşınmış, yaralar içindeki ellerine baktı. Kendi kendisini inceledi. Üstüne başına, ayaklarına baktı ve adeta kendi kendisini tanıyamadı. Şaşkınlık içindeydi. Yerinden zorlukla kalkıp karşısındaki duvarda asılı olan büyük aynaya doğru gitti. Tam aynanın karşısına geldiğinde kendi görüntüsüne baktı. Merve’nin aynadaki görüntüsü hiç de saçları örgülü İlkokul birinci sınıfa başlayan önlüklü kız çocuğunun görüntüsü değildi. Merve inanmaz gözlerle aynada kendi yansımasına, tanımadığı kadına baktı. Saçlarına aklar düşmüş, yüzü buruşup çökmüş, omuzları düşmüş bu kadın kimdi? Aynada görmesi gereken okul önlüklü kız neredeydi?
Genç kız aynadaki bu kendi görüntüsünden dolayı olduğu yere, halının üzerine yığılır gibi oturup kaldı. Şimdi o acı çeken yaralı bir hayvan gibi ağlıyor, inliyor, göğsüne yumruğunu vura vura kendine ağıtlar yakıyordu. Boşu boşuna avuçlarından kayıp giden gençliğine, güzelliğine ağlıyordu. Üniversite hayatındaki herkesten durmadan kaçtığı içine kapandığı için, kaybettiği yıllarına ağlıyordu. Yakasını hiç bırakmayan yalnızlığına ağlıyordu. Feryatları evin içinde yankılar yapıyordu. Ama etrafında onu duyan hiç kimse yoktu…
|