Değerli okurlarım, bazen bedeninizin yorgunluğuna ruhunuz da eşlik eder. Böyle olunca da kolay kolay dinlenemez insan.
Güncel ve gündemde olan Türkiye’mize ve Dünyamıza ait hemen her türlü olaylarla oldukça derin ilgilenmeme karşın dikkat ettiyseniz ben olayları kendi bakış açıma göre irdeleyip, konuyu bilerek “anlatı” veya “öykü haline getirip yazıyorum.
Dünyada ve yurdumuzda oluşan olayları yazılı ve görsel basında hepimiz okuyoruz, görüyoruz ve duyuyoruz. Çoğunu da kendimiz veya tanıdıklarımız yaşıyor zaten. Bir deprem olayı, bir sel olayı, yangınlar, iki sokak ötede işlenen bir cinayet, trafik kazaları gibi. Gazeteniz de, televizyonunuz da bazen kıyametler kopar. Tüm basın konuyu işler. Başyazarından, köşe yazılarına kadar her defasında konu didik didik edilir ve üç aşağı beş yukarı günün konusu detaylarıyla yazılır, çizilir ve anlatılır; zira onların işi ve ekmek paraları haberciliktir, gazeteciliktir.
Değerli okurlarım hal böyle olunca işte, ben de eksik kalayım derim. Ben de haber olarak işlemeyivereyim bu önemli konuları derim. Deprem de yerle bir olan canları, kayıpları, her türlü afetleri ben de yazmayıvereyim derim. Şehit haberleri varsın otursun ciğerimin orta yerine. Trafik bilmem kaç can almış, tazecik evlatlara mezar olmuş hurda araba görüntüleri. Elimde gazetem dövünürüm, dellenir dururum da kalır içimde öyle uzunca süre…Ve epeyi sürer…epeyi. Kadına şiddet, çocuğa şiddet, kaybolan, kaçırılan ana kuzusu bebeler, çocuklar, çocuk gelinler, acımasız töreler… Kamçı etkisi yapar sanki yüreğime yüreğime…atarım hep ta içime içime…ve yazmam köşemde hiç bunları. Yazmam, değinmem hiç. Çünkü onlar vurguna yatar derinlerimde. Pusar dururlar içimde öylece…ben hiç bilmeden. Şuuraltım işler durur nakış gibi duygularıma ığıl ığıl, sanki saklar koza içinde…bazen günler boyu, bazen aylar, bazen yıllar…ve bir bahaneyle kozadan kurtulan üzgünlüklerim su yüzüne çıkar…sanki şuuraltım kusar anıları…Ve anılardaki olaylar bazen “anlatı” olur, bazen de “öykü” ye dönüşmüş olarak bana döner…bana geri dönerler…
Her sessizliği dinlediğim de ve dünya telaşım durulduğunda, bahçemde vakit akşama durmuş olduğunda… nasıl da asude bir hava… ortalık pembeye durmuşken… Çıt yok… Ağaçlarda hiç tınısız bört böcek, hiç hışırtısız yapraklar…
Rahat batmaya görsün dostlar… ciğerimde bir sızıntı kayar yüreğime…sonra beynime…saplanır kalır sinsi bir görünmez diken gibi. Batar durur ince ince…Bilirim, yazma vakti gelmiştir. Asude gecenin içinde yürek sesim vurur tuşlara. Her harf dikeni çıkarmaya yardımcı olur bana. O kınalı şehitlerimiz, şiddet gören çilekeş kadınlarımız, kim bilir hangi zalimin eline düşmüş çocuklarımız, trafik kazalarına kurban ettiklerimiz, terörde heba olan gencecik kızlarımız, çocuk gelinlerimiz ve nice, nice nice acılar…köşe yazılarımda hepsi öyküye dönüşürler bir bir…O yazmadığım haberler, öykü olup, anlatı olup, köşem de yazılırlar. Bir dikenden kurtuldum derken, hep yenileri yayınlanır basında duyulur, görülür, yazılır, çizilir… Üzgünlükler kaçınılmaz olur hep…
|