Sıcacık bir yaz sabahına uyanan Ömer, yine atıyla ısınma turlarındayken, Ahmet yeni uyanmışlığın rehavetiyle yatağında yatmaya devam ediyordu. Oldum olası sabah uyanışlarındaki bu yatak keyfini çok severdi. Akşam erken saatlerde yatan anne ve babasının çoktan uyanmış olduklarını, Ömer’in de çiftlikte olduğu zamanlarda çok sevdiği atı Şanlıyla sabah turunu yaptığını biliyordu; bu her zaman böyle olurdu. Kardeşi sanki ne kadar çok hareketli ve faal olursa, o kadar çok enerji toplardı. Kendisi de aksine ne kadar çok dinlenirse, kendisini o kadar çok dinç hissederdi. Ahmet tembelce yattığı yatağında düşünmeye devam ediyordu. “Demek kardeşinin bundan sonraki hayatı böyle koşuşturmacalar içinde geçecekti; dolayısıyla da hiç dur durak bilmeyecekti. Bu durum tam da onun istediği gibi bir hayat tarzıydı. Dünyanın her yerinde her gün felaketler, afetler, salgın hastalıklar oluyordu. Hatırlıyordu da, son İstanbul depreminde Ömer ne çok sarsılmıştı. Televizyon o yıkımları gösterdikçe, yazılı basında büyük puntolarla yazılanları okudukça, fotoğraflardaki faciayı gördükçe kardeşi sanki yerinde ateş olmuştu da deprem zedelere yardım amaçlı gidebilmek için nasıl kıvranmıştı…Dedelerinin dedelerinden ailesine kalanlar gerçekten de sadece servetleri değildi, onların asıl servetleri yüreklerindeydi”.
Ömer, atıyla yaptığı ısınma turunda mutlu hayalleriyle Şanlıyla aheste yürüyüşünü yaparken, aslında “Özgürlüğün” insanın kendi kendisine verdiği kararlarda olduğunu biliyordu. Bundan sonraki yaşamında o artık hiç durmadan yolculuk yapacaktı. Dünyanın her yerini dolaşacaktı. Tek bir amaç için, “İnsanlara yardım edebilmek için.” Okulunu bitirip de diplomasını aldığında ise, arkadaşlarıyla çoktandır üye olduğu yardım gurubunda her zaman felaket yerine koşmaya hazır bekleyecekti. Uçaklar, trenler, gemiler; yerde, gökte, denizde artık onu da, gurubunu da yardım için taşıyacaktı; onların artık seyahatleri sadece bu amaçla olacaktı…
Ömer, koşusu bittiğinde, atını ahırın önünde kendisini beklemekte olan Ali’ye teslim etti ve eve doğru hızla koşmaya başladı zira üstündeki ince gömlek terden sırsıklam olmuştu. Genç adam evde kimseye görünmemeye çalışarak, duş yapmak üzere üst kattaki odasına çıktı. Alelacele duşunu alırken, kafasında sadece bu sabah kahvaltısında, kardeşinin ve kendisinin anne ve babasına açacakları konu vardı. Banyodan çıktıktan sonra yine aceleyle üstüne bir şeyler giydi ve basamakları ikişer üçer atlayıp mutfağa gitti. Kapıdan içeriye girdiğinde, kardeşi Ahmet’le babası kahvaltı masasına oturmuşlar ve sanki okumakta oldukları gazetelerine gömülmüşlerdi. Onu ilk gören annesi olmuştu. Gülizar hanım, tam da masaya oturmak üzereyken tekrar doğrulup, kollarını açarak, geniş bir gülümsemeyle Ömer’in yanına gitti ve oğluna sımsıkı sarıldı. Az önce aynısını Ahmet oğluna da yapmıştı.
- Günaydın hepinizeee! Diye güler yüzüyle sofraya yaklaşan Ömer, gidip babasına sarıldı.
- Sana da günaydın oğlum! Atını mı koşturdun yine?
- Hem de nasıl! Uçurdu beni uçurdu göklere Şanlı. Özlüyorum ata binmeyi çok…Sen ne yaptın Ahmet? Akşam iyi uyudun mu bari?
- Eh işte! Anlattıklarından dolayı epeyi etkilenmişim. Pat pat pat! Kurşun gibi girmiş sözlerin kafama!
Gülizar hanım, o sabah hiçbir yardımcısını mutfağa sokmamıştı. O da bu bayram tatilinde çocuklarıyla baş başa kalamadığından, bu sabah hiç olmazsa ailece kahvaltı etmeyi, birbirleriyle sohbet etmeyi düşünmüştü; bu yüzden bu sabah kahvaltısını kendisi hazırlamıştı.
Ömer’de kahvaltıya gelince, Gülizar hanım sofradaki sohbete katılmak için sonunda masaya oturabilmişti…
Kahvaltının sonlarına doğru hepsi son keyif çaylarını içerlerken Rahmi bey söze girdi.
- Siz bizden sonra yatmadınız hemen galiba çocuklar. Nedir konu? Yeni yeni havadisler mi var yoksa?
Ömer, hemen konuya giriverdi.
- Ooo, hem de ne haberler! Gelin geliyor size baba, gelin geliyor! Hadi anlatsana Ahmet ya!
Bunu duyduğunda Gülizar hanım az kalsın elindeki çay bardağını düşürüyordu. Rahmi beyin ise bir anlık şaşkınlığından sonra yüzüne geniş bir memnuniyet tebessümü yayılmıştı. Anneleri anında Ahmet’e dönüp merak için de sordu
- Ahmet doğru mu oğlum? Ayyy, ay inşallah! Hayırlısı ya Rabbim! Eee, kimmiş, kimlerdenmiş Ahmet? Anlatsana oğlum!
Ahmet, avucunda toparladığı kağıt peçetesini Ömer’e fırlattı.
- Bekleyemedin değil mi biraz? Hınzır seni!
Rahmi bey,
- Ya bir dur hanım! Çullanmayın çocuğun üstüne üstüne yahu!
Onların bu çok neşeli geçen konuşmaları, Ahmet’in kız arkadaşını anlatmasıyla birlikte sofrada hepsi sevinç içinde kalmıştı. Henüz bayram telaşını ve yorgunluğunu dahi tam atlatamamış olan aileye bu sürpriz haber tam bir coşku yaratmıştı. Gülizar hanım, şimdiden ertesi günü çiftliğe gelecek olan Hale için yemek telaşına düşmüştü bile. Bir müddet sonra, daha bu taze haber soğumaya başlamadan Ömer şaka yollu sitem konuşmasını yapıp yine lafa girdi.
- Tabi, tabi…Beni hemen atın bakalım bir kenara! Hiç soruyor musunuz bu çocuğumuzun da anlatacağı bir havadisi var mıdır diye! Nerdeee; varsa yoksa Ahmet oğulları!
Ahmet kardeşinin anlatacağı konuyu akşamki sohbetten bilse de, oyuna kendisini kaptırır gibi yaptı. Gülizar hanım ve Rahmi bey, Ömer’in dedikleri karşısında önce şaşırdılar, sonra hemen toparlanıp oğullarına ardı arkası gelmeyen sorularını sordular.
- Haydaaa; hanım ne diyor bu oğlun yahu? Oğlum sende mi bir gelin getiriyorsun eve yoksa?!
- Ay ay ay! Rahmi görüyor musun bunları? Ay bunların ikisi de evlenecek gibi!
Ömer elinde olmadan gülme krizine girmişti sanki. Gülmekten bir türlü söze başlayamıyordu.
Gülizar hanım,
- Ay oğlum deli etme beni, yüreğime mi indireceksin sen? Anlat çabuk haydi!
Ömer, gülmesine biraz ara verdiğinde kardeşinin yüzüne baktı; sanki ondan medet umar gibiydi. Ahmet bunu anlayınca konuyu biraz anne ve babasına açtı.
- Ömer’in evlilikle filan hiç işi yok şimdilik anne. İleride de olacağını sanmıyorum; çünkü kardeşimin çok daha güzel düşünceleri, planları var.
Gülizar hanım ve Rahmi bey, daha da şaşırmış bir vaziyette arkalarına dayanıp Ömer’in anlatacaklarını büyük bir merak içinde dinlemeye hazırlandılar.
Ve Ömer, bir akşam evvel kardeşine anlattığı gibi duygu ve düşüncelerini, kendi hayat felsefesini ve bu felsefesine dayalı, bundan sonraki atacağı kararlı adımlarını, anne babasına uzun uzun anlattı. Durumu, tüm detaylarına kadar açıklayıp izah etti. Nerdeyse kendisine sorulacak hiçbir soru bırakmamacasına anlattı, anlattı, anlattı…Sofradan bir müddet kalkamadılar. Gülizar hanım yaşlı gözleriyle yerinden kalkıp masayı dolandı ve gidip oğlu Ömer’in boynuna sarıldı; onun gür kara saçlarını öpüp kokladı. Ömer babasına baktığında ise, onun gözlerine yansıyan gururu gördü…
Hep beraber kahvaltı masasından kalkıp da, havuz kenarındaki hasır koltuklara oturduklarında sohbetin devamı da gelmişti. Yardımcı kızın getirdiği sabah kahvelerini içerlerken Rahmi bey,
- Eee çocuklar! Siz bize dediniz diyeceğinizi; şimdi ise sıra bizde!
Bu sefer şaşırma sırası gençlere gelmişti. Ömer,
- Baba! Hayrola? İyisiniz ya?
- İyiyiz iyiyiz çok şükür…Çocuklar biz annenizle düşündük taşındık ve karar verdik. Şu ölümlü dünyada biz de artık dünya gözüyle gezelim, tozalım, seyahatler edelim diyoruz.
Gülizar hanım kocasının sözlerine ekledi,
- Elimiz ayağımız tutuyorken…
Ömer,
- Anne baba, bundan güzel haber olamazdı. Tabi ya, ne güzel düşünmüşsünüz!
Ahmet,
- Ha şöyle be! Nihayet baba ya! Harika düşünmüşsünüz!
- Seyahat gibisi var mı anne? Siz her yönden müsaitken.
- Oğlum biz hayattayken bir şey daha yapacağız. İkinize de biz sağken mirasınızı
paylaştıracağız. Siz ikiniz de gerçekten pırlanta gibi çocuklarsınız. Neyi ne, nasıl yapacağınızı bizden iyi bilirsiniz. Biz kendimize kadar olanını, bizi ölünceye kadar rahat ettirecek parayı ayırdıktan sonra bu parayla hayatımızı sürdüreceğiz. Kalan tüm servetimizi de size paylaştıracağız. Çocuklarım, bizde bundan sonraki hayatımızı kendimizce yaşayıp gideceğiz. Ömrümüz yettiğince, sağlığımız elverdiğince de seyahatlerde olup dünyayı gezeceğiz inşallah.
O sabahtan öğleye kadar konu hep bu mevzu üzerinde kilitlenmişti ve Ahmet olsun, Ömer olsun anne ve babalarının dünya seyahati yapma fikirlerine ne kadar çok sevinseler de, onlar henüz hayattayken bu para , miras işinden de o kadar tedirgin olmuşlardı. Onlar için ilk sabah saatlerinin neşesi kaçmıştı. Ama Rahmi bey ve Gülizar hanım bu planlarından dolayı son derece kararlıydılar.
Ömer,
- Babacığım niye illa da bu karar şimdi? Bizim zaten her ihtiyacımız fazlasıyla görülüyor.
Ahmet,
- Bundan sonra da görülecektir. Nerden çıktı bu miras saçmalığı da şimdi; henüz siz sağken.
Rahmi bey,
- Evlatlarım, hiç öyle böyle demeyin. Ahmet senin çocukluktan beri bütün emellerin neydi? Ta çocuk yaşından beri hiç vazgeçmeden oturup kalkıp söylediğin şey; doktor olup, kendi polikliniğini açmak ve aynı zamanda yoksullara da bedava tedavi imkanları sağlamak değil miydi? Bak Ömer’de bu işlere soyunmuş. Okullarınızı bitirince gönlünüzün istediğini yaparsınız çocuklar. Niye bekleyesiniz ki? Okurken bir yandan da planlarınızı uygulamaya geçirirsiniz yavaş yavaş; okulunuz bittiğinde çok beklemezsiniz hayata atılmak için…
Ahmet ve Ömer biraz önce karşı çıktıkları bu miras olayına, şimdi ikisi de sıcak bakmaya başlamıştı. Ahmet,
- Anne, galiba size hak veriyorum şimdi. Evet haklısınız. Hale’yle de biz aynı konuları düşünüyoruz. Aynı düşünceleri paylaşıyoruz. O da paylaşmayı çok seven, iyilik sever bir insan. Onu görüp tanıyınca bana hak vereceksiniz.
- Evladım, ikiniz de ne yaptığınızı bilen gençlersiniz. Biz de bu düşüncelerinizde her zaman yanınızdayız. Ömer,
- Baba, bu seyahatlerinizde yalnız başınıza yorulursunuz. Valiz taşımak, koşturmacalar, yürüyüşler, seyahat içinde seyahatler; yani otobüstü, trendi, uçaktı derken bilmiyorum nasıl yapacaksınız bu işleri. Yardımcılardan birini alın yanınıza isterseniz.
- Onu da düşündük oğlum tabii ki. Bize oralarda en iyi arkadaş Ali olacaktır. Liseden yabancı dili de var biraz. Hem bize her konuda yardımcı olur, hem de o da bizimle bol bol seyahat etmiş olur diye düşünüyoruz Ömerciğim. Gülizar hanım,
- E bir de güven meselesi tabii. Evladımız gibi o bizim. Elimize doğdu büyüdü. Saygılı, efendi… Geziler, onun da ufkunu açar, dünyasını zenginleştirir…
Aile sohbeti böyle alınan yeni yeni kararlarla sürüp giderken, sanki bir anda sohbet de sona ermişti. Konuşulan konuşulmuş, kararlar verilmiş, kendi aralarında onaylanmış ve mevzu bitmişti. Gülizar hanım yerinden kalktı ve eve doğru gitmeye hazırlandı.
- Çocuklar size doyum olmaz ama benim, yarınki konuğumuz için biraz yemek hazırlığı yapmam lazım. Deyip içeriye girdi…
Rahmi bey ve oğulları tekrar sohbetlerini sürdürmeye başlamışlardı. Bu seferki konu seyahatler hakkındaydı ve daha konuşacak bir yığın söz vardı…Ömer ve Ahmet, babalarının bu seyahat etme sohbetindeki coşkusuna, çocukça sevincine ortak oldular. Gülizar hanım, içeriye girdiğinde mutfaktaki yardımcılarına yapılması gereken talimatları vermişti. Müstakbel gelini Haleye, kendi yöresel yiyeceklerden oluşan bir ziyafet hazırlayacaktı. Bir ara mutfak penceresinden dışarıya baktığında, çok sevdiği, üzerlerine titrediği eşinin ve oğullarının, tebessümler içinde sohbet edişlerini gördü; onun da içi mutlulukla doldu ve yemeklerini kendi elleriyle hazırlamak üzere kollarını sıvayıp işe koyuldu.
Her zaman yaptığı gibi yine diline bir memleket türküsü dolamış ve türküyü yavaş sesle mırıldanmaya başlamıştı…
SON
|