En başta seyahat etme fikri cazip gelmiştir bize hep. Eşimle her yılbaşında olduğu gibi uzaklara gitmek, daha evvel görmediğimiz yerleri görmek, başka ülkelerin haritasını, kültürünü vb. tanımak fikri cazip gelmiştir hep. Hemen her bayramda, her yılbaşında, her özel günlerde yerli yabancı seyahatler yapmak ve şu hayata geldik, gidiyoruz derken ne gezsek kar misali düşüncesiyle. Hep olduğu gibi, olabildiğince yine en yormayanı, en konforlusu olması şartıyla tabii ki…İyi de bu yıl neyim var benim? Tam bir ev kedisi oldum çıktım. İstiyorum ki masamdan, bilgisayarımdan, boyalarımdan hiç ayrılmayayım. Hep yazayım, hep çizeyim.
Tur şirketinin bize verdiği gün ve saatte havaalanında olmalıyız; böylece, o güne birkaç gün kala bavullarımızı hazırlamalıyız. Eşim kendi bavulunu, ben kendi bavulumu. Yanıma neler almalıyım diye düşündüğümde ise aklıma önce çocuklarımızın, torunumuzun ve çok sevdiğimiz yakınlarımızın hasretliği geliyor. Ne kadar uzaklaşırsam uzaklaşayım, gönlümde benimle birlikte geleceklerini bildiğim için tutup önce hasretliklerini koyuyorum bavulumun en altına. Sonra bir önceki yılbaşından beri yaşadığım tüm sevinçlerimi, coşkularımı, neşeli kahkahalarımı koyuyorum bavuluma. Güzel yaşanmış anılarımı tek tek özenle, okşar gibi, saten dokunuşlar gibi ve yüzüme yerleşen tebessümle yerleştiriyorum bavuluma. Canım çay içmek istediğinde bırakıyorum bavul hazırlamayı. Mutfağa gidip bir güzel çay demliyorum kendime. Elimde çay bardağımla penceremin önündeki koltuğa oturup dışarısını seyre dalıyorum. Yağmurun sesi cama vurduğunda, her damla, ruhuma da hüzün yağdırıyor sanki. Dışarıda insanlar ani bastıran sağanakta ıslanmamak için sağa sola koşuşturuyorlar. Bir çocuk, elleri cebinde sahipsizce duruyor yol kenarındaki kuytuda. O günün gazete haberi içimi dağlıyor yine. “Son dört yılda, yirmi yedi bin çocuk kaybolmuş” yazısı. Diğer haberde ise, “İntihar eden askerlerin sayısı, şehit erlerden çok daha fazla” diye yazan…Çayımı içip bitirdiğimde, tekrar yatak odasına dönüp yatağımın üzerine oturuyorum. Kaybolan çocukların, şehitlerimizin, sayısı çok fazla olan intihar eden erlerimizin ağır sıkıntısını da koyuyorum bavuluma. Geçen yılbaşından itibaren yaşadığım ve hep halı altına süpürdüğüm, gönüllü olarak örtbas ettiğim her üzüntümü, her gözyaşlarımı, kederlerimi, isyanlarımı, içime attığım sessiz avazlarımı, hazmedemediklerimi, hayal kırıklıklarımı, ağır kırgınlıklarımı bulundukları yerlerden, halı altlarından, gizli çekmecelerdeki zulalarından çıkarıp, yine tek tek yerleştiriyorum bavuluma. Tüm bunların da benimle birlikte geleceklerini bildiğim için…
*
Akşam işinden yorgun argın eve dönen eşimin yüzünde üzgün ve mahcup bir hal vardı. Bana çok üzgün olduğunu, iş programına uymayan bir aksilik çıktığını bu yüzden seyahati ertelememiz gerektiğini söylediğinde son derece rahatladığımı hissettim. Dışarıda yağmur durmuş, şiddetli bir fırtına çıkmıştı. Eşim duşunu alırken, ben de pencereyi açıp bavulumda ne kadar olumsuz şeyler varsa tümünü kucaklayıp camdan dışarıya attım. Güzel, sevinçli, mutlu anıları ayırıp, kalan olumsuzlukların hepsini dışarıya attım. Tüm üzgünlükler ve kötü
anıların hepsi, yere düşmeden, fırtınada dört bir yana savrulup, döne döne uçuşup gözden kayboldular. Müthiş bir ferahlıkla hazırladığım yemekleri masaya koyduğumda üzerimdeki sıkıntıların uçup gitmesi ne güzeldi…
Bu yılbaşında kendi kendime vaatlerim, sözlerim var. Gelecek seyahatte bavuluma yalnızca mutluluklarımı koyacağım. Ve bundan böyle üzgünlükleri anında denizlere atacağım.
|