Gülizar hanımla Rahmi bey, maddi ve manevi yönden tıpkı çocuklarının da kendi rahat hayat tarzlarında yaşadıkları gibi yaşamışlardı. Onlara dedelerinin dedelerinden maddi, manevi zenginliklerinin dışında çok daha güzel bir miras da kalmıştı. Bu miras sahip oldukları “Hayır severlik” duygusuydu. Bu çift, her daim dedelerinin izinde gitmişler, sonu gelmez hayırlar içinde hep iyilik, yardım yapma amacı içinde olmuşlardı… Gülizar hanım ve Rahmi bey, kendilerine başvuran insanların içinde gerçek ihtiyaç sahiplerini bulup onlara şahsi yardımlarda bulunurken, zamanın hayat tarzına göre yapabilecekleri ianeleri de her zaman kollar olmuşlardı…Modern hayatın getirdiği koşullara göre yaptıkları iyiliklerle de onlar nam salmışlardı… Bu çiftin, ölmüş büyüklerinin adına yaptırdıkları yoksul mahallelerdeki sağlık ocaklarının, Anadolu’nun en ücra köylerine yaptırdıkları okulların, kreşlerin sayısı belli değildi. Çeşitli hastanelerde satın aldıkları veya ilave yaptırdıkları hastane odaları vardı ve bu odalarda yoksul hastalar ücret ödemeden, iyileşinceye kadar kalırlardı…Çocuklara toplu sünnet, nikahsız çiftlere toplu nikah yaptırır, onlarca insanın yüzünü güldürürlerdi…
Karı koca, çocuklarının ikisinin de yüksek öğrenimdeki seçimlerinde Tıp Fakültesini tercih etmelerine çok sevinmişlerdi. İkizlerin kendilerini kurtarmasına dolaylı olarak da olsa çok memnun olmuşlardı. Kendileri artık oldukça yaşlanmışlardı ve onların da kendilerine göre özlemleri vardı. Rahmi beyle, Gülizar hanımın bundan böyle çok istedikleri halde hiç fırsat bulamadıkları seyahat etme düşünceleri ve arzuları vardı. Rahmi bey, bu iane işlerini bir an evvel oğullarına devredip, kırk yıllık hayat arkadaşı Gülizar hanımla dünyayı gezmek istiyordu. Henüz bu düşüncelerini çocuklarına açmamışlardı ama, bu bayram onlarla bu konuyu da enine boyuna konuşmak istiyorlardı ve bu bayram tatilinin, bu konuya da vesile olacağını düşünüp seviniyorlardı.
O bayram arifesinde eve önce Ahmet gelmişti;. aynı günün akşamında da Ömer geldi. Gençler, çok sevdikleri anne ve babalarıyla hasret giderdikten sonra hep beraber sofraya oturdular ve neşeli sohbetler içinde yemeklerini yediler. Evde her bayramda ve bayram arifesinde olduğu gibi müthiş bir koşuşturmaca mevcuttu. Her ne kadar onlar birbirleriyle sofrada hiç olmazsa yemek boyunca yalnız kalmak isteseler de, esas ertesi güne yani bayram günlerine taşacak yoğun işlerin sadece başlangıcındaydılar. Oradan oraya koşuşturan hizmetkarların, Gülizar hanıma ayrı, Rahmi beye ayrı sordukları suallerinin haddi hesabı yoktu. Gülizar hanım her ne kadar çocuklarıyla konuşmaya çabalasa da evdeki telaş buna izin vermiyordu…
Üç günlük bayram tatili boyunca, çiftliğe yağmur gibi konuk akmıştı. Gelen giden misafirlerden dolayı ne Ahmet ne de Ömer hiç yalnız yakalayamadıkları anne babalarına, kendi özel düşüncelerinden tek bir kelime dahi bahsedememişlerdi. Evde onlara da fazlasıyla iş düştüğü için bu aile içinde olması gereken sohbet, ilk birkaç gün bir türlü gerçekleşememişti. Zaten bayramın son gününün akşamında Gülizar hanımla, Rahmi bey, akşam ziyaretçilerinin vedalaşıp gitmelerinden sonra, erkenden uyumak için çıktıkları odalarında yorgunluktan adeta sızıp kalmışlardı…
İki kardeş bir ara baş başa kaldıklarında yatmadan önce, bahçede kurulu olan hezaren koltuklara adeta çökmüş oturmuşlardı. Beraberce yorgunluk çaylarını içerlerken Ömer gülmeye başlamıştı.
Ahmet,
- Ne o Ömer, yorgunluk başına mı vurdu yoksa?
- Yok ondan değil de, neye güldüm biliyor musun?
- Neye? Hayırdır!
- Hani üniversiteyi kazandığımızda biz bu monoton hayattan gidiyoruz demiştik de ne çok sevinmiştik hatırlıyor musun? Eee, ne oldu peki? Koca adamlar olduk ama nerdeyse hafta sonları bile geleceğiz buraya artık! Yalan mı ama? Hani ne oldu bizim özgürlük sevinçlerimize? Ya söyler misin Ahmet, bizim ailedeki bu çok koşuşturmaca, çok renklilik, çok hareketlilik hangi ailede yaşanır Allah aşkına? Hep yeni yüzler, yeni insanlar…Oğlum monotonluk dediğimiz durum, bizim evin yanından bile geçmemiştir. Bak anne babamızla bir yalnız kalabildik mi kaç gündür?
- Ya tamam haklısın da, açmadı beni böyle serbestlik filan işte. Başı boşluk bomboşlukmuş meğer. Belki de çiftlikte bu dopdolu geçen hayatımızdan sonra bana yavan geldi dışarıdaki hayat. Biz zaten bu yaşa gelince canımızın istediği gibi gezer tozardık. Neye sevindiysek bu kadar. Toyluk işte; bir senede ne değiştiyse… Babam veya annem zaten bu yaşımızda nereye gitmek istesek bizi bırakırlardı…
Ömer ve Ahmet, ailece bir türlü denk getirip de toplanıp konuşamadıkları kendi konularının hayal kırıklığını yaşarken, diğer taraftan hiç alakası olmayan ama içinde bulundukları hayat tarzlarının sohbetini yapıp kendilerini bu sohbette anlamaya, bulmaya çalışıyorlardı…
Sonunda Ahmet dayanamadı ve kardeşine düşüncesini açtı. Anne babasına bahsedemese de, hiç olmazsa kardeşiyle bu konuyu konuşmak istedi.
- Ömer, aslında çok da boş geçmedi benim bu özgürlük sevincim…Tam da hayalimdeki gibi bir kız arkadaşım var şimdi.
- Deme ya! Anlat çabuk. Nasıl bir kız?
- Valla her şeyden önce tam da benim fikirlerime uygun düşen bir kız. Yani düşünce olarak birbirimize son derece uyuyoruz. O da tıp okuyor; aynı sınıftayız. E güzelliğine gelince, tanıştığınızda görürsün.
- Niyese çok şaşırttın beni Ahmet ya! Çok da sevindim. İsmi ne? Baya baya da ciddisin sen bu işte. Öyle görünüyor. Eee, ne zaman tanışıyoruz yengeyle? Niye bahsetmedin ki annemlere de?
- Ya ne zaman boş kaldık ki bizimkilerle? Buraya bu sefer gelişimde tek düşüncem buydu aslında. Aileme bir an evvel açayım bu konuyu diye o yolculuğu nasıl yaptım sen bana sor. Olmadı işte. Kısmet sanaymış oğlum!
- Ya demek ondan. E bu gün bahsedersin bizimkilere artık. Desene yakında nişan yapacağız!
- Yarın Hale’de buraya geliyor zaten. Onu sizlerle tanıştırmak istedim. Ömer, yarın ne yapıp ne edip kahvaltıda bizimkilere bundan bahsetmeliyim. Hale geldiğinde şaşırıp kalmasınlar sonra!
- Tamam canım tamam! Kesin bu sefer bize saklarız onları. Demek Hale yengemizle tanışacağız yarın? Ben şimdiden kutluyorum seni kardeşim, hayırlı olsun.
- Amin!…Eee, benden haberler bu kadar; ya senden ne haber? Vardır sende de bir şeyler ama?
Ömer’de kendi düşüncelerini, heyecanlarını kardeşine anlatmak için sabırsızlanıyordu; bu yüzden hemen konuya girip anlatmaya başladı.
- Var tabii ki bende de havadis, olmaz olur mu hiç! Dinle Ahmet, kız arkadaşım var ama henüz benim evlenmeye, çoluk çocuğa karışmaya hiç niyetim yok. Benim çok daha başka düşündüğüm şeyler var!
- Allah Allah! Meraklandım bak şimdi; peki neymiş bu düşünceler?
- Bizim Dişçilik Fakültesindeki bazı arkadaşlarla bazı kararlar aldık. Biz felaketzedelere yerinde yardıma koşacağız.
- Hımm; peki ya okul?
- Canım, hepimiz okuyoruz. Ama bu işe soyunmuş olup da okullarını bitirmiş, mesleklerini kurmuş nice insanlar var bu kurumda çalışan… Bak sana biraz açayım bu konuyu. Yurt içinde olsun, yurt dışında olsun Allah korusun birçok felaketle karşılaşmıyor muyuz? Her yerde her an her şey olabiliyor. Depremler, büyük yangınlar, çığ, sel, toprak kayması, tren kazaları, düşen uçaklar. İşte böyle bunun gibi akla hayale gelen gelmeyen her türlü felaketlerde acilen insanlara yardıma koşacak gönüllü elemanlara çok fazla ihtiyaç duyuluyor. Böyle afet zamanlarında eğitilmiş köpeklerle, işe yarayacak her türlü alet edevatla, ilaç vs. malzemeleriyle yardıma koşmak için gönüllülerden seçilen insanlarla bir gurup oluşturulup ve bir buna uygun proje oluşturuluyor. İşte bu projede, afet bölgesine acilen gitmesi için çeşitli alanlardaki insanlar oluyor. Doktorlar, hemşirelik tecrübesi olanlar, dağcılar, balık adamlar gibi, böyle anlarda işe yarayabilecek birçok gönüllü insanlardan oluşan bir gurup oluşuyor…
- Evet anlıyorum. Hakikaten müthiş bir şey Ömer. Çok çok etkilendim inan!
- İşte ben okurken de, zaman yönünden bulabildiğim imkanlarda bu gurupta olmayı kesinlikle düşünüyorum. Ben bu dişçiliği okurken çok da zorlanmıyorum aslında. Boş zaman yaratırım ben kendime. Ama böyle afet günlerinde şimdilik olabildiğince koşarım yardıma. Okulum bittiğinde ise, ben bundan sonraki yaşamımı bu tür yardımlara adayacağım kardeşim. Çok kararlıyım yani. Dişçi muayenehanesi filan açmayı da hiç düşünmüyorum açıkçası; malum mali yönden zaten hiç sıkıntımız yok. Oturup afet olsun da ben de yardıma koşayım diye de beklemem hiç. Anadolu’da, Afrika’da, dünyanın her yerinde doktorsuz onca insan, en kötü şartlar içinde yaşamaya çalışırken, ben açacağım muayenehanemde hasta bakıp, para mı kazanacağım? Benim parayla hiç işim olmazken, bu bana sadece zaman kaybı olur. Ben doktorluğumu, yoksul yerlerin ayağına gidip icra etmeyi düşünüyorum. Açıkçası kardeşim, ben ömrümü bu şekilde sürdürmeyi düşünüyorum…
Ahmet, kardeşini düşünürken adeta duygu yağmuruna tutulmuştu. Oturduğu yerden hiç kımıldamadan, adeta nefes almadan kardeşini dinlemişti. Ömer konuşmasını bitirdiğinde Ahmet birkaç dakika hiçbir şey diyemedi. Sanki altüst olmuştu da kendine gelememişti. Sonunda derin bir nefes alıp arkasına dayandı. Ömer onun ay ışığında parlayan iki damla gözyaşının yanaklarından aşağıya süzülüşünü gördü.
- Eee! Ne dersin Ahmet ya? Benim aklıma bu fikir düştüğünden beri ben yerimde duramıyorum inan ki. Ah bu meseleyi bir açamadım ki babama, anneme! Diken üstündeyim heyecandan valla ya! Üfff be; ne heyecanlarla geldim ben buraya bir bilsen!
İki kardeş böyle heyecanla sohbet ederlerken akşam saatleri bitmiş, gecenin serinliği onları üşütmeye başlamıştı. İkisi de oturdukları yerden kalkıp, kollarını birbirlerinin omuzlarına atarak içeriye girdiler. Hizmetkarlar da dahil herkes uyumuştu; onlar da birbirlerine iyi geceler dileyip yavaşça odalarına girdiler…
( Devamı ve son bölümü haftaya. )
|