Gece boyunca hiç uyumamış olmama rağmen, doğrusu yine de kendimi iyi hissediyordum.
Nasıl uyuyabilirdim ki? Bugün oğlum Ömer’in ve arkadaşlarının Üniversitedeki
öğrenimlerinin son günüydü. Ömer’imin, benim biricik oğlumun bu gün diplomasını aldığını
ve kepini giyeceğini görecektim. Yanıma fotoğraf makinesini de almıştım. Bu fotoğraf
makinesi, geçen yıl eşim vefat etmeden önce onun bana aldığı son hediyesiydi. Ve aynı
zamanda 30. evlilik yıldönümümüz olmasından dolayı, o günün anı fotoğraflarını çekmek
için alınmıştı. Ama işte bu günün kep giyme töreninde de işimize yaramıştı ve oğlumun ve
arkadaşlarının bol bol fotoğraflarını çekmiştim…
Üniversitenin yeşillikler içindeki geniş bahçesinde bir banka oturmuş bunları
düşünüyordum. Böyle mutlu bir günde eşimin de aramızda olmasını ne kadar isterdim.
Bu kadar sene oğlumuza her yönden destek olan, çok fazla çalışarak, elinden geldiğince
oğlumuza en iyi şartları vermeye çalışan eşim, ne yazık ki oğlumuzun Üniversiteyi bitirdiğini görememişti; bu duruma hüzünlenmemek elde değildi. Ömer bizim tek evladımızdı; o bizim her şeyimizdi.
Babasına verdiği sözü sonuna kadar tutmuş, okulunu hemen hiç sorunsuz
bitirmişti. Ve oğlumuz sonunda babası gibi Makine Mühendisi çıkmıştı…Ama biliyordum
onun istediği bu değildi; hem de hiç değildi. Müzik, her zaman oğlumun hayatının en önemli parçasıydı. Evimizdeki ona ait olan odası, adeta bir müzik stüdyosunu andırıyordu.
Eve döndüğümde tatlı bir yorgunluk içindeydim. Mutluluk, ruhumda ve bedenimde adeta
uyuşukluk gibi bir durum yaratmıştı. Doğum yapan anneler bunu çok iyi bilirler. Aylar
boyunca içinizde sakladığınız, endişeler içinde koruduğunuz bebeğinizi, doğurduğunuz andan itibaren o müthiş rehavet ve uyku durumu üstünüze basar. Mutluluk, müthiş bir rahatlama duygusuyla daha o an sizi sarıp sarmalar; işte eve geldiğim andan itibaren ben de yeni doğum yapmış bir anne gibi uyuşmuş bir haldeydim. Çocuğumun yıllar süren okul koşuşturmacaları artık sona ermişti; hem de mutlu sonla…
Üniversitedeki kep giyme töreninin bitiminden sonraki dakikalarda, elim kolum Ömer’in
kollarıma attığı, ellerime tutuşturduğu eşyalarıyla dolu olarak bir taksi çağırdım ve yalnız
olarak eve döndüm; zira Ömer, arkadaşlarıyla hep beraber o günü kutlamak üzere benden
ayrılmıştı. Onun da yüzünde artık okulunu bitirmiş olmanın rahatlığı vardı.…Eve geldiğimde
elimdeki çantamı ve okulda giyilen kep- pelerin diploma vs.yi, koltuğun üzerine bırakıp,
kanepeye uzandım ve anında uyuya kaldım…
Uyandığımda saat bir hayli geç olmuştu; esasında, gecenin bu saati benim yatma vaktimdi
ama işte gündüz vakti ani bastıran uykuya yenilmiştim. Ömer hala yoktu; zaten onu bu saatte de beklemiyordum. Böyle özel günlerde hep sabaha doğru gelirdi. Mutfağa gidip ocağa çay suyu koydum ve kendime hafif bir sandviç hazırladım. Çayımın demlenmesini beklerken televizyon kanallarında seyredeceğim bir program aramaya başladım. Sabaha doğru uykum geldiğinde televizyonu kapattım ve hiç yatağıma gitmeden, oturduğum kanepeye uzanıp yattım; her zaman kanepenin bir ucunda duran örtüyü de üstüme çekip örtündüm…
Epeyi bir zaman sonra kapıdan gelen anahtar sesiyle uyandığımda, çoktan sabah olmuştu. Ayağa kalkıp oğlumu karşılamak için kapıya doğru yürüdüm; aynı anda kapıda açılmıştı zaten. Ömer, yanında getirdiği bir kız arkadaşıyla eşikte duruyordu, karşısında beni ayakta görünce şaşırdı.
Oğlum şimdiye kadar bu saatte eve hiç arkadaş getirmezdi. Ben de onları görünce şaşırsam da, biraz geriye çekilip onları içeriye buyur ettim. İçeriye girdikleri anda, üstlerine sinmiş, sigara ve içki kokusuyla sabah sabah içim kalksa da, onlara kanepede yer açtım.
Ömer kızla bizi tanıştırdı. Sesi ve tavırları oldukça keyifliydi.
- Annecim! Bak sana Hande’yi tanıştırayım. Efem bu Hande, ve bu da anne; yani Sevim!
Hande’de oğlum gibi içkiden peltekleşen diliyle cevap verdi ve elini uzatırken neşe içinde
küçük bir reverans yapmayı da ihmal etmedi.
- Çok memnun oldum efeeem,.. Memnun oldum Sevim anne!
Ben de elimde olmadan onların neşesine katılmış gülümsüyordum.. Hande’yle tokalaştıktan
sonra,onlar otururken ben de kahvaltı hazırlamak için mutfağa yöneldim. Ama nedense
salondaki sabah şamatasının sesi birden kesilmişti. İçeriye eğilip göz ucuyla baktığımda,
ikisini de göremedim; banyoya gidebileceklerini düşünürken oğlumun odasının sonuna kadar açık olan kapısının önünden geçerken, gördüğüm manzaradan sesli gülmemek için oradan hemen uzaklaştım. Ömer ve Hande, üstündekileri bile çıkaramadan, pantolon ve montlarıyla, hatta çoraplarıyla kendilerini boylu boyunca yatağa, yatak örtüsünün üzerine atmışlar ve öylece, anında sızıp kalmışlardı…
Ömer, babasına ve bana verdiği sözü tutmuş Üniversiteyi bitirmiş, sonunda Mühendis
olmuştu ama bu alanda iş yapmayı hiç mi hiç düşünmüyordu. Lise yıllarından beri tutkunu
olduğu müzikten hiç kopmamıştı. Ergenlik çağının güzel bir hobisi olan müziğin, ileriki
yıllarda onun mesleği olabileceğini doğrusu hiç düşünmemiştim. Oğlum, kendisi gibi müzik
sever arkadaşlarıyla birlikte bir müzik gurubu oluşturmuşlar, sonunda tam bir orkestra
kurmuşlardı. Ömer ve arkadaşları, Lise yıllarından beri bu düşünceyle, bulabildikleri her
fırsatta, birbirlerinin evlerinde müzik çalışırlardı. Sonradan öğrendiğime göre, Hande de
onların kurduğu gurubun solisti olmuştu…Sekiz arkadaştan oluşan bu orkestradaki gençlerin hepsinin Üniversite diploması vardı ama onlar, mesleklerini müzik dalında icra etmeyi düşünüyorlardı…
Ben geçen zaman içinde şunu çok iyi öğrenmiştim; insan sevdiği işte başarılı oluyordu!
Oğlum için duyduğum yoğun endişelerim, ilk okuldan beri hep aldığı, notlarındaki üstünlük
belgeleriyle birlikte rafa kaldırılan diplomaların, bende yarattığı hayal kırıklığı, zaman
zaman içimde kopan fırtınalar oluyordu sanki. Oğluma karşı içimde bastırdığım sitemlerim,
kırgınlıklarım; yavaş yavaş bende değişime uğruyordu. Şimdi aksine, Ömer’in müzik
dünyasındaki başarısı, onun çok sevilen, aranan bir müzisyen olması, basında yankılar
uyandırması bende artık çok güzel duygular oluşturuyordu ve ben, şimdi artık sadece oğlum için üzüldüğüm ve kendi kendimi yediğim günlerime acıyordum. Ama ne önemi vardı; mühim olan şimdiki anlarımız değil miydi?
Ömer’in, arkadaşlarıyla kurduğu müzik gurubu, yazılı ve görsel basında sık sık yer alıyordu.
Yurt içi ve yurt dışı turnelerinin hiç sonu yoktu; durum böyle olunca, bazen oğlumu aylarca
göremediğim anlar oluyordu. Yalnız kaldığım anlarımda oğlumun benim için CD ye çektiği
elektro gitar çalışındaki görüntüsünü ve çaldığı enstrümanın duygu yüklü sesini dinliyor,
kendimce çocuğumla hasret gideriyordum…
Bir sabah, evimde oturmuş ünlü bir Müzik- Magazin dergisini okuyordum. Bu tür dergilerle
hiç alakam olmasa da artık oğluma yönelik havadisler için ben de bu tür dergilerden almaya başlamıştım. Dergide, Hande’nin fotoğrafını gördüm ve merak içinde onunla yapılmış iki sayfalık röportajı okumaya başladım. Onu ilk gördüğüm anda da düşündüğüm gibi Hande fazla güzel sayılmazdı ama temiz, asil bir yüzü ve sadelikten yana bir duruşu vardı. Hande, orkestradaki guruba, oğlum da dahil, kimi dazlak, kimi atkuyruklu çoğunluğu aşırı dövmeli, küpeli erkek arkadaşlarının içinde onlara uyum sağladığında ise, görünürde onun da kişiliği onlardan fazla ayrıcalıklı durmuyordu ama günlük hayatında onu ağırbaşlı, kariyer sahibi bir sekreter gibi düşünebilirdiniz… Konserlerde kafasına geçirdiği punk kesimli peruğuyla, ağır makyajıyla, geçici taktığı peersingleriyle, siyah ojeleri ve deri giysileriyle Hande, tam bir Rockcıydı; böylece gruptaki arkadaşlarına uyum sağlayabiliyordu ama bu onun esas duruşu hiç değildi…
Röportajda yazılanlar, Hande hakkında zaten bildiğim konulardı; çünkü Ömer’le Hande
nerdeyse iki yıldır beraberdiler. Nadir de olsa beni ziyarete geldiklerinde, beraberliklerini
zaten hiç saklamamışlardı. Oğlum okulunu bitirdikten sonra para kazanmaya başladığında,
kendisine bir daire tutmuştu ve biz çoktandır ayrı yaşıyorduk. Olması gereken de buydu zaten; ben bu yaşımda sükuneti ararken, onun hızlı yaşam tarzı yeni başlıyordu…
Evet, röportajda da dediği gibi Hande oğlumla lise yıllarında tanışmış ve arkadaş
olmuşlardı. Hande okumaya devam edememiş ve bir işe girip çalışmaya başlamıştı. Hayattaki tek yakını, kendisini büyüten babaannesiydi. Bu güne kadar maddi yönden bin bir zorlukla Liseyi bitirebilmişti ama Üniversiteyi okuyabilmek onun için sadece bir hayal olmuştu.
Arkadaşları; yani Ömer ve diğer okul arkadaşlarıyla kurduğu arkadaşça irtibatlarda maddi
ve manevi arayışlar içindeyken oğlumla birbirlerine bağlanmışlardı. Hande’nin çok güzel,
buğulu, oldukça etkileyici bir sesi vardı ve doğrusu bende onun sesine hayrandım…
Bazı evlatlar annelerine veya babalarına hayatlarındaki her şeyi anlatma gereği duymazlar.
Ailelerinden sır saklamak niyetinde değillerdir ama onlar, kendi özel hayatlarında biraz
içlerine kapanık olmayı, sevinçlerini ve üzgünlüklerini paylaşmamayı tercih ederler. Aileyi bu işlere karıştırmaya gerek duymazlar. Sizler de yıllardır alıştığınız bu durumu ve çocuğunuzu bu şekilde kabullenir, hayatını didiklemeden, onu sıkmadan bu şekilde yaşarsınız. Biz de Ömer’le işte böyleydik. Onun sağlıklı oluşu, çok dürüst, zeki ve azimkar oluşu ve her zaman ne istediğini bilen biri olması benim elimi kolumu, dilimi bağlardı…
Röportajda Hande’nin yaşlı babaannesiyle birlikte yaşadığını da öğrenmiş oldum. Hande
çok küçükken anne ve babasını kaybetmişti; onu babaannesi büyütmüştü. Ve şimdi onun
hayatındaki en büyük aşkı, orkestranın ünlü gitaristi olan Ömer’di…
Devamı ( 2. BÖLÜM ) haftaya)
|