Zeynep, ağabeysinin kendisine verdiği sarı lastik çizmeleri giydi. Kendi ayakları da küçük sayılmazdı, Arif ağabeyinin ayaklarından iki numara küçük giyiyordu. Genç irisiydi Zeynep, üstelik altı aylık hamileydi. Hamileliğinden dolayı şiş olan ayaklarına üç çift çorabı üst üste giyerken oldukça zorlanmıştı ama iki numara büyük çizmeler ayağına rahatça olmuştu.
Kocası Cahit ile Arif ağabeyi, ondan az evvel çıkmışlardı evden. Henüz yeni işe girdikleri deri fabrikasında çalışmaya başladıklarında, tüm dünya ekonomisini etkileyen kriz onların da işyerini etkilemiş ve çalıştıkları fabrika ayakta kalabilmek için aylarca direnmesine rağmen, sonunda batmıştı; dolayısıyla çalışanlarını da bir anda işsiz bırakıvermişti. Her gün düzenli olarak ve umutla işyerlerine giden işçilerin de artık umutları kalmamıştı. Maddi yönden hiçbir birikimleri de olmadığı için, Zeynep’in ağabeysi ve kocası da diğer çalışanlar gibi tam manasıyla tükenmişlerdi. Umutların daha ne kadar süreceği ise hala belli değildi; Oysa ne umutlarla göç etmişlerdi memleketlerini bırakırken. Nasıl göç etme sinlerdi ki? Ellerinde ne tarla kalmıştı, ne bağ- bahçe. Her daim çorak ve verimsiz olan toprakları da artık dibine kadar kurumuştu sanki. Askerden yeni gelen Arif, kız kardeşi Zeynep, babalarından kalan ve her daim çorak olan topraklarını ne gübrelemekle, ne sulamakla, ne de tohumlamakla başa çıkabilmişlerdi bu hayat pahalılığında. Sonunda zar zor satabilmişler di topraklarını ve eski kerpiç evlerini. Yeni damat Cahit, iki kardeşin de aynı mahalleden çocukluk arkadaşıydı. Cahit’in babası öldüğün de ise geride oğluna ve karısına yaşarken tek sahip olabildiği üst katı ev, alt katı ise küçük bir bakkal dükkanı olan kerpiç binayı bırakmıştı. Gençler baş başa verip, anlaşıp karar vermişler ve ellerinde satılacak ne varsa satmışlardı. Ellerine geçen parayla Zeynep ve Cahit’in mütevazı düğünlerini yapmışlardı; böylece iki genç muradına ermiş ve sonunda nihayet evlenebilmişlerdi. Üç genç, köylerinde hayatlarını kazanacak bir geçim olanağı da bulamayınca, daha önce planladıkları gibi, yanlarına yaşlı annelerini de alıp, binlerce çaresiz insanların yaptığını yapmışlar, taşı toprağı altın denilen bu büyük şehre, İstanbul’a göç etmişlerdi.
***
Evden dışarıya sıkı sıkı giyinmiş olarak çıktı Zeynep; içeride, iki yaşlı kadın, biri kayınvalidesi diğeri kendi annesi, sabah namazlarını kılmışlar, buz gibi odada üşütmemek için tekrar yorganlarının altına girmişlerdi. İçerisi daha fazla soğumasın diye kapıyı hemen örttü genç kadın. Hava oldukça ayazdı. Gece don yaptığı için her zaman balçık çamur olan yerler, bu sabah taş gibi sertleşmişti. Zeynep, kapı eşiğindeki kömür tozlu küfesini içindeki çapasıyla birlikte eğilip aldı ve küfenin, çaput sarılı sağlam urgan kolluklarını omuzlarına astı; daha sonra, duvara dayalı olduğu yerden uzun sopasını da alıp sessizce yola çıktı. Aslında, sopasını hem başıboş dolaşan köpeklerden korunmak için, hem de hamileliğinden dolayı baston gibi kullanmak, ayağının kaymasını önlemek için yanına alıyordu. Genç kadın, oturdukları gecekondudan ve yoldan uzaklaştıkça, gecekondular da seyrekleşmişti; zaten, birkaç evden sonra da derme çatma teneke barakalar görünmeye başlıyordu. Sonuncu barakada durdu Zeynep, tam kapıyı tıklatıp seslenecekti ki yaşlı kadın kapıya çıktı.
- Geldim gelinim! Geldim kızcağızım!
Yeni evli olduğundan Emine teyze öyle derdi Zeynep’e. Yaşlı kadın, uzun yıllardır annesinin en yakın arkadaşıydı ve ebelik yapardı gençliğinde. Ağabeysini de Emine Teyze doğurtturmuştu.
- Amanııın! Bu gün ne kadar da soğuk kızcağızım böyle!
- Gece don yapmış, her yer buz… Dikkat et de ayağın kaymasın Emine teyze!
- Tevekkeli gece üstüme ne örttüysem ısınamadıydım bir türlü! Sen de dikkat et gelin, gebesin bak ne de olsa!
Yaşlı kadının da ayaklarında lastik çizmeler vardı. Kim bilir kimden almıştı? Deri fabrikalarında çalışan işçilere iş kıyafetleri verilirdi; bunlar, zamanı geldiğinde yenileriyle değiştirilirdi. İşçiler eskiyen, yıpranmış iş kıyafetlerini, çizmeleri de dahil, etraftaki kendilerinden daha kötü durumda olan yoksullara dağıtırlardı. Çizmelerin altı delinse de, yırtılsa da asla atılmazdı. Lastik çizmeler pek yama, yapıştırma tutmazdı ama ona da çare bulmuştu kullananlar. Birkaç kat çorap, üst üste giyildikten sonra, bir de naylon torbayı giyip sararlardı ayaklarına; böylece, delik çizmelerden dolayı çorapları ıslanmazdı; en son da, çizmeler giyilirdi. Çok patlaksa çizme altı, bir paçavrayla veya naylonla bağlanırdı, delik yerine rast getirip..
Yaşlı kadın da çok sıkı giyinmişti; o da, yerden içinde çapası olan kömür tozlu küfesini aldı ve Zeynep’in koluna girdi, ona tutundu sımsıkı ve buz tutmuş yolda birbirlerine destek olarak yürümeye başladılar. İleride, önleri sıra sekiz-on kadın daha, belli yöne doğru gidiyorlardı; daha sonra, bu kafileye başka kadınlar ve çocuklar da katıldılar. Hepsinin önlerinde muşambadan veya kat kat paçavradan yapılma büyük önlükleriyle, sırtlarında küfeleri vardı. Kadınlar, sabahın çok erken saatlerinde evlerinden çıkarlar, epey bir yürüdükten sonra kömür çöplüğüne gelirlerdi; işte, bu gün de bu atık kömürlerin boşaltıldığı yere gelmişlerdi. Akşamdan donan kömür tozları ve kömür parçacıkları biraz olsun çözülmeye başlamıştı.
***
Her gün çeşitli fabrikalardan, büyük fırınlardan, sitelerdeki binalardan toplanan atık kömürler, bu boş araziye kamyonlarla getirilir ve taşıyla, tozuyla, külüyle damperlerden boşaltılırdı. Bu atık kömürlerin içinde bazen yanmamış kömür parçacıkları olurdu; işte oraya gelen kadınlar bu kömür çöplüğünün içinde var güçleriyle küle, toza bata çıka bu yığınlara girerler ve çapalarıyla, ucu kancalı sopalarıyla eşeleyip, yanmamış, sağlamca kalmış kömür parçacıklarını arar, bulur küfelerine atarlardı.
Orada, kadınlar arası sohbet dururdu. Kadınlar, kendilerini kömür aramaya o kadar kaptırırlardı ki, ne donan ellerini, ne soğuktan moraran yüzlerini, ne de toz topraktan yaşaran gözlerini hissederlerdi; adeta hedefe kilitlenirlerdi. Bulabildikleri ve küfelerine atabildikleri her kömür parçası, evlerinde mangalda yanan ateş demekti; üzerinde pişecek aş, demlenecek çay, külüne yatırılacak patates demekti. Lokantalardan, fırınlardan toplanan bayat ekmeklerin ısıtılıp yenebilecek hale gelmesi demekti; evdekilerin ise, biraz olsun ısınabilmesi demekti. Kömür atıklarındaki sağlamları aramak bazen gün bitimine kadar sürerdi, bazen de, kendileri tükeninceye kadar ararlardı da ararlardı kadınlar. Yığınları ayıklayıp bitirdiklerinde, kara kömür tozuna, kömür külüne bulanmış bir halde, yorgun argın dönerlerdi evlerine.
***
Yine bir sabah Zeynep, atık kömür toplamak için Emine teyzesinin barakasının önüne geldiğinde, gördükleri karşısında durakladı. Hava ayaz olmasına rağmen yaşlı kadının kapısı yarı açıktı ve eşikte ayakkabılar vardı. Eski birkaç valiz, içleri tıkış tıkış doldurulmuş naylon torbalar kapı önünde duruyordu. Zeynep, tedirgin bir merak içinde, kapıya yaklaşıp, sırtından küfesini hiç çıkarmadan eğildi ve aralık kapıdan içeriye baktı. Yaşlı kadını gördü ilkin; bembeyaz olmuş yüzüyle, yerdeki şiltesine oturmuştu ve sanki ağlamıştı az önce. Üzgün ve şaşkın haliyle, karşısındaki sedirde oturan oğluna ve kucağında bebeğiyle oturan gelinine bakıyordu öylece. Zeynep’in de tanıdığı bu iki genç, yüzlerine vuran utanmayla karışık eziklik içinde, yaşlı kadının karşısında, sabah çiğinin sindiği üstleri başlarıyla, emanet gibi oturuyorlardı. Sanki az önce birkaç kelimeyle her şey konuşulmuş ve bitmişti. Zeynep de dahil, o an, sözün bittiği andı. İçeridekiler, yaşadıkları şaşkınlıktan dolayı soğuğun farkında bile değillerdi. Kapı önündeki eşyaları, Emine Teyzenin az evvel yaşadığı apansız şaşkınlığının, uğradığı sabah şokunun geçmesini bekliyordu. Zeynep’in gözünden iki damla yaş aktı; anlamıştı, oğul işinden olmuş ve kaçınılmaz olarak evden atılmışlardı. Annesinin teneke kaplı barakası, şimdilik onların tek sığınağıydı. Onlar da suçlu gibi Zeynep’e baktılar; hiç birinin söyleyecek bir sözü yoktu, her şey apaçık ortadaydı. Bebek annesinin kucağında, sımsıkı sarıldığı battaniyesinin içinde kıpırdanmaya başlamıştı. Arkasını dönüp kapıdan uzaklaştı Zeynep, sokak kapısına yakın duran yaşlı kadının küfesini de aldı ve yürümeye başladı. Mevsimin ilk karı toz gibi yağmaya başlamıştı.
|