Genç adam, çok sevdiği aşkıyla bir gün evvel telefonda anlaştıkları gibi akşam saatlerine yakın köprüde buluşmak üzere yola çıktı. Köprüye varmadan önce uygun bir yerde spor lüks arabasını kenara çekip motoru durdurdu. Onu darmadağın eden içindeki sıkıntısıyla birlikte arabasından yavaşça indi ve düşünceler içinde oldukça dalgın bir halde, ağır adımlarla köprünün ortasına doğru yürüdü. Burası tam da Hande’yle tanıştığı yerdi. Bir Pazar günü koşusunda onunla burada hafifçe çarpışmışlar, birbirlerinden özür üstüne özür dilemişlerdi. Sonraki günlerde ise birbirlerine büyük bir aşkla bağlanmışlardı. Hiç bitmeyecekmiş gibi olan büyük bir aşkla…
Mehmet, Hande’yle ilk tanıştığı yere gelince durup etrafına bakındı. Genç kız henüz gelmediği için onu beklerken köprünün demir tırabzanına dayanıp aşağıdaki durgun, yeşil suyu seyre daldı. Gözünün önünde ikisinin mutlu anları bir film şeridi gibi geçiyordu. Bir müddet böyle bakınırken, köprünün diğer tarafından gelmekte olan kızın ayakkabılarının topuk sesleriyle başını çevirip o yana baktı. Aşkının her adımındaki yaklaşımda genç adam nedense içinden bir şeylerin koptuğunu hissediyordu. Hande, her zamanki gibi ince narin siluetiyle ona yaklaşmaktaydı. Güzelim koyu renk gür saçlarını omuzlarına salmış, askılı elbisesinin üzerine kırmızı bir şal almıştı.
*
Aralarındaki anlaşmazlıkları çözebilmek için kendilerine zaman vermek istemişlerdi ve ikisinin geçici olarak bir müddet ayrı kalmalarında yarar olabileceğini düşünmüşlerdi ama genç adam kızın telefondaki sesinden, hiç heyecansız ve donuk konuşmasından her şeyin bittiğini anlamıştı. Ayrılık sürecinde umutla beklediği olumlu düşünceleri, o telefon konuşmasından sonra Mehmet’in içine çöken ağır hüzünle birlikte, sıkıntısı da had safhaya varmıştı.
Dayandığı tırabzandan doğrulup genç kızı karşılamak için ona doğru bir iki adım atan ve yüz yüze geldiklerinde elini uzatan Mehmet’e, Hande’de elini uzattı ama işte o kadar dı; çünkü genç kız değil onun yanağından öpmek elini dahi onun elinde fazla bırakmamış, elini usulca hemen çekmişti. Genç adam, hiç anlayamadığı bu durumun çaresizliği içinde, ısrarla kızın yüzüne bakarken, Hande, onun biricik aşkı, diğer elinde tuttuğu ufak siyah kadife kutuyu genç adamın avucuna bıraktı. O an sözün bittiği andı. Hande, gözyaşlarıyla ıslanmış yüzündeki suçluluk ifadesinin verdiği mahcup bakışıyla hep yere bakarak sessizce geri döndü ve geldiği gibi yine topuk seslerinin eşliğinde Mehmet’ten yavaş yavaş uzaklaştı.
Köprüde ondan geriye sadece genç kızın parfüm kokusu kalmıştı…
KÖPRÜDE
Biliyorum son görüşmemizdi bu
Sana son bakışımdı hüzünlerimde
Ellerini son tutuşumdu…
Rüzgâr saçlarını savurduğunda yüzüne
Veda zamanı gelmişti, çekingen bakan gözlerine
Islak kirpiklerinin mahcup siyah gölgesi
Yere bakarken sessiz bir giz gibiydi…
Köprüde ayak sesleri kaldı, ince topuklarının
Narin bir sureti sanki, kırmızı şala sarılmış bedeninin
Bir de uçuşan saçlarından geriye, meltem gibi hafif
Parfümünün kokusu kalmıştı öylece…
Sensizliği bana bıraktığın yerde
Sen varken acelesi olan zaman dondu kaldı
Sen gittiğinde… köprüde…
Ergül İLTER
|