“Aynen öyle işte” diye düşünüyorum yazarken… Kutsal anlar gibi!
Yazmak için oturduğumda değil de, yazma şevkim geldiğinde… işte o an geldiğinde, çok güzel ve çok karmaşık duygularla, tatlı bir heyecanla dolar içim…ve çocuksu bir sabırsızlıkla, o esin anını yitirme kaygısı içinde adeta eteklerim tutuşur. Evet… o esin anını kaybetme telaşına düşerim. Yazmaya başladığımda ise, transa girer gibi olurum. Yazma esinlerim geldiğinde, sanki o an, kutsal mabedimde duyulan bir Lir sesinin mistik tınısıyla, ya da içe işleyen bir Ney sesinin hüznüyle dolar içim. Uçuk renkli, alabildiğine pastel pembe, mavi bulutlar dolar gönlümden içeri. Mabedin güneşe durmuş vitraylarının güzelim renkli desenlerinde, beyaz bir güvercinin kanadına binip de uçuşur yüreğim… sanki, zifaf kokan gelinlik tüllerimde…
Yazma tutkusu geldiğinde, hiç ağırlığı olmayan, bakir, billur bir suya girer gibi olurum. Hep rüyalarımda gördüğüm gibi hiç devinimsiz, hiç nefessiz kalmadan en diplerde. Beyaz, ılık suyun içinde oturup da, duyguları kâğıda döküp yazmak olur tutkum…
Esin kaynağı gelip de yazmaya durduğumda, tıpkı ibadet ederken rüku anındaki duygularımın miraca ermesi gibi olurum ben… sanki, tanrıya varış gibi; ta ki, hücrelerimin en uç noktasına kadar uyuşup da kendimden geçer gibi olurum yazma tutkularımda…
Yazarken ve konunun içine kayar gibi akarken, orada bir kadının çilesi, buram buram aşk kokan, ya da ihanet kokan birliktelikler, ebedi ayrılıklar, bir çocuğun sessiz çığlığı, bir adamın gözyaşları, kırılan kalpler, özleme durmuş ayrılıklar, vefasızlıklar, fedakarlıklar ve daha neler neler…Hepsi gelir oturur da apak sayfalara, hepsini sahiplenir yüreğim… Hepsini ayrı ayrı!
Yazmam bittiğinde, sudan çıkmış balığa dönerim ben. Öyküdeki kahramanlarımın uğradığı haksızlıklardan dolayı sersemlerim… isyanlarda olurum. Onlara çıkış yolu ararken tükenirim, eririm adeta. Yüreğim sıkışır, çarpıntılar olurum; onlara yapılanı hazmedemediğimden! Çocuğa atılan bir tokadı, kadına saplanan bir bıçağı, adamı ağlatan kayıpları sahiplenir duygularım. Üzgünlüklerimden dolayı yüzüme ateş basar, midem taş yutmuşum gibi kasılır, kıvranırım da bir “Oh” diyemem hiç…hiç! Artık yazıyı bırakmam gerektiğinde bile, onları bırakamam ben!
Saatler, saatler geçip de zaman kayıp giderken tuşlardan ya da kalemimin ucundan, yine de olması gerektiği gibi olurlar öykülerimdeki kahramanlarım. Hiç birine iltimas yapmadan, hiç hak yemeden! Olması gerektiği gibi olmalı hepsi de! Onları mutsuz bırakmışsam eğer, kaçışı yeğlerim kendimden ve yazdıklarımdan. Parklarda koşarım, yağmurda yürürüm, yeme krizine girerim; çözülmek için nafilelerde. Ama onları burcu kokan aşklarında, sevinç dolu mutluluklarda bırakmışsam eğer, ferahlamış yüreğimle, bir türkü dolarım dilime ve çok sevdiğim mutfağımda, çay demleme seremonisinde hafiften dellenirim ben sevinçlerde…
|