Kucağında bebeğiyle karşılamıştı Binnaz askerden dönen kocasını. Hasan, tezkeresini alıp da köye döndüğünde kızları Gülnur henüz üç aylık bebekti. Hasan bir akşamüzeri, ayağında asker postalları, sırtında asker gocuğu, öteberisini koyduğu bez torbasını da sırtına atmış bir halde çıkagelmişti evine. Binnaz sevinç gözyaşları içinde karşılamıştı Hasan’ını. Nasıl da sarmaş dolaş olmuşlardı evlerinin bahçesinde…Büyük aşktı onların aşkı.
Binnaz’ın babası “O ite kız vermem ben, o çulsuza verilecek kızım yok benim!” diye bar bar bağırınca kızını istemeye gelenlere, elinde sopayla kovalayıp da kapı dışarı edince aracıları, ahdetmişti Hasan, kimin dediğinin olacağını gösterecekti keçi inatlı Mahmut ağaya.
Hayatta yar etmezdi Binnaz’ı başkasına! Hayatta! Hasan için şu koskoca dünyada bir tek güzeller güzeli Binnaz vardı. Binnaz’ın kendisine bir hoş bakan kapkara, bol kirpikli gözleri için bile dünyayı yakar yıkardı Hasan; değil Mahmut ağayı!
Kızının yanı başından bir an bile ayrılmayan Seher kadın, kocasının tembihlerinden, tehditlerinden yılgın, kızının peşinde gölge gibi dolaşır dururdu. Boş bulunup da bir an bile dalgınlığa gelmezdi hiç. Allah muhafaza etsin kızı kaçıracak falan olsa Hasan delisi, kocası olacak adam alimallah kırılmadık kemik bırakmazdı onda. Bilirdi Seher kadın elbet, adı gibi emindi...Kırılan bir tabak için, ütüyle sararttığı gömleği için, ocakta unuttuğu yanan yemek için bile ne sopalar yemişken kocasından…Gözünü dört açıyordu Seher kadın, kızının nefesinde bile o vardı sanki…
Hasanda yediği ekmek kadar emindi kızın kendisine yangın olduğundan. Ona göre dünyada onlarınki kadar daha büyük bir aşk olamazdı, olmamıştı da! Öyle bir sevmekti işte onların ki; ha mangalda kor ateş, ha onların yürekleri. Kuru laf değildi elbette, Binnaz öl dese ölürdü o an Hasan…Ölünceye kadar da aşkı hiç bitmeyecekti Binnaz’a karşı. Hayatta yar etmezdi onu başkalarına! Hayatta!
***
O kış çok kar yağışlı geçen bir kıştı, ayaz kemikleri titretiyordu. Ev kapıları, pencereleri sımsıkı kapalıydı. Eşiklere paçavralar sıkıştırılmıştı soğuk hava girmesin diye. Binnaz odasında üstüne örtülen kat kat yorganların altında derin uykusundayken, yan odada Mahmut ağa karısının yaptığı mangal ateşindeki kahvesini yudumluyordu. Seher kadın üstüne düşen ağır uyku basmasıyla zar zor, sabırla pişirebildi kocasının kahvesini; daha sonra da soba yanındaki şiltesinde oturduğu yerden kıvrılıp uyuya kaldı. Bütün gün kızının peşinden koşturmaktan yorgun düşmüştü; nedense bu akşam ona bir baş dönmesi gelmişti, midesi de bulanıyordu.
Mahmut ağa, bol şekerli koyu kahvesini yudumlarken, kahvenin mide bulantısına da iyi gelmesi umudundaydı; nedense başına da şiddetli bir ağrı saplanmıştı. Henüz kahvesinin son yudumunu içmişti ki, oturduğu yerden başını sedirdeki kırlente dayayıp o da karısı gibi uyuya kalmıştı.
Ertesi sabah erkenden Mahmut ağanın ineğinden süt almak için gelenler, önce kış gününde ardına kadar açılmış kapıyla pencereyi görünce şaşırdılar ve içeride Binnaz’ın anne babasının başucunda dövünüp ağlamasıyla karşılaştılar. Mahmut ağa ve Seher kadın mangaldaki kömürden çıkan gazdan zehirlenmişlerdi. İkisinin de ağzında köpükler vardı.
***
Hasan askere çağrıldığında Binnaz’la yeni evli sayılırdı. Evlenmeden önce de hiçbir şeye sahip olmayan işsiz güçsüz Hasan, yoksul ana babasının tek oğluydu. Binnaz’la yoksulluğundan dolayı İmam nikahıyla evlenince kızın evine ailece yerleştiler. Bu fikir Binnaz’ın dı; böylece Hasan ve ana babası şimdi artık nerdeyse başlarına yıkılacak kadar virane olan kerpiç evlerinden kurtulmuşlar, biraz daha eli yüzü düzgün olan gelinlerinin baba evine yerleşmişlerdi. Ama Hasan için ha bu evdi ha kızın ana babasından kalan evdi. O Binnaz’a kavuşmuştu ve artık ona sahipti ya, gerisinin önemi yoktu. Şimdi onların tek geliri ise, sahip oldukları bol süt veren tek inekleriydi…
Hasan askere gittiğinde, karısını ailesine teslim ettiği için içi rahattı. Binnaz bu kadar alımlı ve güzelken onu evde bir başına bırakamazdı tabii ki. Hasan için sevmek kadar namus durumu da çok fazla önemliydi. Genç adam, askerliğini yaptığı sürece arkadaşlarından bol bol Yurt dışında çalışanlara dair hikayeler dinledi. Bunlardan fazlasıyla etkilendi. Tabii ki onun da kendine göre hayalleri, arzuları vardı; o da güzel bir motosiklete sahip olsa fena mı olurdu? Köyde bir market açsa, karısıyla çalışsalar, markete doğacak çocuğunun ismini koysalar. Hasan’ın asker arkadaşlarının anlattığı sanki başka bir dünyaydı. Sanki o dünya da her şeye sahip oluna bilinir di. Köyde ne hayat vardı ki? Çapalayacak bir bağ bahçen, ekecek bir tarlan olmadıktan sonra köyde ömür boyu kalsa insan hiçbir şeye sahip olamazdı. Yurt dışı hayalleri güzeldi güzel olmasına da ama ya Binnaz? Hadi diyelim kendisi Almanya’ya attı kapağı, çalışacak ama ya karısı? Binnaz’ı hayatta yabancı yerlere götürmezdi! Hayatta! Karısına rahat vermezlerdi oralarda. En iyisi o yine köyde kalıp bebeğini büyütürdü. Ana babasının gözünün önünde, denetimi altında olurdu. Bol para pul gönderirdi onlara. Her izinde altında bir arabayla gelir, hediyeler getirirdi onlara bavul bavul oralardan…Ah şu askerliğini bir an evvel bitirebilseydi. Köye varır varmaz, askerlik arkadaşlarından aldığı bilgilerle Almanya’ya gitme işlemlerine girişecekti. Binnaz’a kızlığında takılan bileziklerle, anasından kalan altınların parasıyla masraflarını da rahatça çıkarırdı nasıl olsa; daha ilk aldığı aylıkla da telafi ederdi nasıl olsa Binnaz’a satacakları altınların parasını; hem de son kuruşuna kadar…
***
Binnaz, uyanınca yatakları derleyip topladı ve bahçeye çıktı. Kayınvalidesi ocağın yanında hamur yoğurmakla meşguldü. Dışarıdan gelen sese kulak vererek yine umut içinde bahçe kapısına baktı ama gelen postacı değildi; toprağı eşeleyip sebze fidesi diken kayınpederi, kendisi gibi yaşlı komşusuyla sohbet etmekteydi. Genç kadın, artık kendisinde alışkanlık haline gelmiş olan ağlama isteğini bastırabilmek için ineklerinin bağlı olduğu ağıla gidip çalı süpürgesiyle etrafı süpürmeye başladı. Hasan’ın kendisine olan, kızına olan, ana babasına olan vefasızlığını bir türlü hazmedemiyor, bu durum onun gün güne içinde büyüyen, kendini yiyip bitiren büyük bir kine dönüşüyordu. Hasan Almanya’ya gittiğinden beri aylardır kendilerine tek kuruş göndermediği gibi, haliniz nedir diye merak edip de komşularına bir telefon bile etmemişti. Önceleri Hasan’ın kendilerini merak etmesi bir yana, onlar merak içinde kalmışlar, gurbette olduğundan ondan gelecek bir haber için kıvranmışlardı; nihayet komşularına gelen bir telefon haberinden, Hasan’ın Almanya’ya sağ salim gidişini, orada birkaç arkadaşının kaldığı evde yerleşip işe bile başladığını öğrenmişlerdi. Komşuya bıraktığı haberde ilk maaşını alır almaz ailesine göndereceğini de belirtmişti. Üç ay sonra, beş ay sonra gıdım gıdım gönderdiği paraları da bir daha göndermez olmuştu Hasan. Aylar sonra komşusuna son telefon ettiğinde ise, Ramazan bayramında köye geleceğini, böyle arada bir para göndermenin zor olduğunu, geldiğinde inşallah onlara toplu para bırakacağını söylemişti. Telefona para yazmasın diye onları çağırmadığını, böyle haber gönderdiğini de belirtmişti.
Binnaz ilk günler Hasan’ın yokluğunda oyalanmak için, komşu kadınlarla birlikte köylerinde açılan Dikiş-Nakış kursuna gitmişti. Gerçekten de bu kursta öğrendiği dikiş ve nakış işlerini çok sevmiş ve eli yatkın olduğundan daha ilk haftalarda kızına elbiseler dikmeye başlamıştı bile. Artık elinden iğne iplik düşmez olmuştu Binnaz’ın; böylece biraz olsun kendisini oyalarken yüzü de gülmeye başlamıştı…
Günler böyle geçip giderken ilk defa Hasan’dan Binnaz’a gönderilmiş bir mektup getirmişti postacı evlerine. Kayınvalidesi ve kayınbabası o gün torunlarını da yanlarına alıp pazara gittiğinden, zarfı hemen açan Binnaz kalbi küt küt atarken ve mektubu hemen okumak için sabırsızlanırken, mektuptan evvel açtığı zarftan fotoğraflar düşüvermişti kucağına. Hasanını görme umuduyla fotoğraflara bakan Binnaz’ın daha o an aklı şuuru başından gitmişti sanki. Baktığı ilk fotoğrafta kocası kırmızı bir arabada şoför mahallinde oturmuş, yanındaki tombulca sarışın bir kadınla görünüyordu. Deli gibi öteki fotoğraflara da bakan genç kadın, hemen hemen birbirine benzeyen fotoğraflarla oturduğu yerde kalakalmıştı ve adeta donmuştu. Fotoğrafın birisinde Hasan damatlık kıyafetiyle ve aynı kadının da gelinlikle, nikahları kıyılırken çekilmiş pozları vardı. Bir başka fotoğrafta ise Hasana çok benzeyen küçük bir oğlan çocuğuyla ailece, mutlulukla poz vermişlerdi.
Fotoğraflar Binnaz’ın kucağından yere kaydı düştü. Mektup ise kucağında hala okunmayı bekliyordu. Neden sonra yerinden yavaşça kalktı genç kadın. O kalktığında okunmamış mektup da yere, diğer fotoğrafların yanına düştü. Kapıyı nasıl açtığını, dışarıya nasıl çıktığını hiç hatırlamıyordu Binnaz. Köylerinden ta Şoseye kadar yalınayak nasıl koştuğunu da hiç hatırlamıyordu. Vızır vızır kamyonların, arabaların geçtiği Şosede, yolun tam da orta yerinde dikilişini de hatırlamıyordu ama kulaklarında kalan, ısrarlı korna seslerini, acı fren seslerini hayal meyal hatırlıyordu…
Doktor, yanındaki hemşireye talimatlarını sıraladı ve başka hastalarını da kontrol etmek için Binnaz’ın yoğun bakımda olduğu odadan çıktı. Bir mucize olmadıkça hastasının bu geceyi asla sağ atlatamayacağını bilmesinin sıkıntısıyla hastane koridorlarında üzgün, durgun yürümeye başladı…
|