İki kız çocuğu el ele tutuşmuş, sabahın alaca karanlığında köylerinin taşlı topraklı yolunda yürüyorlardı. Arkalarına baktıklarında kerpiç evleri ve tek minareli küçük camisiyle köyleri, oldukça uzak görünüyordu. Yaşı daha büyükçe olan Gülperi, on iki - on üç yaşlarında görünüyordu. Altı- yedi yaşlarında görünen kız kardeşi Nurperi’nin elinden tutmuş, çekiştire çekiştire, adeta sürükler gibi kızı zorla yürütüyor, bir yandan da kardeşiyle telaş içinde konuşuyordu.
- Korkma kız, korkma! Hadisene ama, hızlan biraz; bak az kaldı şoseye!
Küçük kızın suratı asıktı, ablasına terslenir gibi cevap verdi.
- Ne olacakmış ki şosede! Hem yoruldum ben, bacaklarım ağrıyor!
Gülperi acele ettikçe, kardeşi de aksine mızmızlanarak ve ağırdan alarak yürüyordu. Sabahın çok erken saatinde yola çıktıkları için kardeşi uykusunu alamamıştı. Gülperi çok emindi ki, kardeşine “Haydi sen geri dön, git eve” dese, küçük kız hiç düşünmeden koşarak eve geri dönerdi; oysa ne demişti Emine yengesi “ Kaçın, kurtulun! Nereye giderseniz gidin, buradan iyi durumda olursunuz. Şoseye varınca, el edin bir arabaya ya da kamyona; elbet birinden biri durur alır sizi” Demişti. Sıkı sıkıya da tembihlemişti Emine yengesi. “Sakın burada oturduğunuzu söylemeyin kamyoncuya ha, sakın! Hiç kimseye bir şey demeyin. Bizi uzaklardan getirip bıraktılar buraya, nerde oturduğumuzu bilmiyoruz deyin. Bak eğer derseniz burada oturduğunuzu, amcanız gebertinceye kadar döver beni de sizi! Tamam mı? Anladınız mı?” Sağda solda oyalanmayın; doğrudan şoseye doğru koşun gidin!
Gülperi, evde epeyidir bir şeylerin ters gittiğini hissediyordu. Evde tuhaf, tam da çözemediği, çocuk kafasıyla konduramadığı bir şeyler dönüyordu. Yengesi her zamankinden daha huzursuzdu; sanki diken üstünde duruyordu. Kafası hep meşguldü ve çok dalgındı. Amcası akşamları işinden eve geldiğinde onu karşılayan yengesine karşı artık eskisi gibi güler yüzlü ve sevecen davranmıyordu. Son günlerde suratı hep asıktı ve nerdeyse evde hiç konuşmaz olmuştu. Sedirdeki köşesinde oturup çayını içerken saatlerce televizyon izliyordu. Ama televizyon izlerken aklının başka yerlerde olduğu her halinden belliydi.
***
Çocuklar, tarlalarında çalışırken traktör kazasında kaybettikleri anne ve babalarından sonra tek akrabaları olan amcalarının velayetine verilmişlerdi. Büyük kız Gülperi okulda okumayı yazmayı sökünce okuldan alınmıştı ve evin işleriyle, kız kardeşinin bakımını üstlenmişti. Çocukların anne - babasından kalan bağ, bahçe ve tarlalara, büyükbaş ve küçükbaş hayvanlara, iki katlı geniş bahçeli eve, araba ve traktöre her şeye amcası el koymuştu. Zaten birkaç gün içinde de amcaları ölen ağabeysinin evine yerleşmişti. Sami’nin ve Emine’nin kendi çocukları olmadığı için birden mal mirasına sahip oldukları gibi, şimdi bir de iki kız çocuğuna sahip olmuşlardı ve dolayısıyla da kendi küçük kerpiç evleri bu durumda onlara haliyle dar gelirdi; hem de onca mala mülke sahip olunca, yakışık almazdı artık Sayit’e iki göz kerpiç evde oturmak…
Kızlar anne ve babalarının ani ölümlerinden sonra günlerce ağlamışlar, onların yokluklarını bir türlü kabullenememişlerdi. Neyse ki Sayit amcaları ve Emine yengeleri onları oyalamak için ellerinden geleni yapmışlardı; zaten çocukların babalarından kalan onlarca toprak hiç beklemeye gelmezdi. Oyalanacak zaman değildi.Tarlaların sürülmesi, tohum ekilmesi vaktiydi; keza bağ ve bahçelerinde öyle. Onca çalışan vardı topraklarında; dolayısıyla ırgatlarla, yapacakları işlerle ilgilenmek isterdi. Amcaları çalışanların başında durup işleri yönetmeye başlamıştı bile. Emine yengesine de düşen çok iş vardı; ahırlarda sağılması gereken hayvanlar onu bekliyordu; bu durumda çocuklar da fazla oyalanmamalıydı ve artık ağlayıp sızlanmayı bırakıp onlarda bir işin ucundan tutmalıydılar; kümes işleri, yemleme ve yumurta toplama işini de çocuklar üstlenmeliydiler.
Sayit, ömrü boyunca çalışmayı hiç sevmemişti. Çalışmak, üç kuruş için çırpınmak hiç ona göre değildi doğrusu. Onlara kalan baba mirası tarlalar, bağ ve bahçeler hiç hak yenmeden iki kardeşe eşit olarak bölüşüldüğünde, kızların babası Mecit, karısı Binnaz’la var gücüyle çalışıp işlerini fazlasıyla yoluna koymuştu ama aynı mirasa sahip olan Sayit rahatına düşkün olduğundan, tüm mal varlığını ağabeysi Mecit’e devretmiş, aldığı yüklü parayla da köy yerde büyük bir bakkal dükkanı açmıştı. Dükkanın başına köylerinden güvendiği gençten birisini koyup, daha çok kahvede ve evinde vakit geçirir olmuştu… Karısı Emine çalışkan ve çok iyi kalpli bir kadındı ama ne yazık ki çocuğu olmuyordu. İkisi de çok hastane, doktor görmüşlerdi ama Emine’nin kısır olduğu kesinleşince sanki karı koca arasında da bir soğukluk başlamıştı. Genç kadın, Gülperi’yi olsun, Nurperi’yi olsun çok seviyordu ve onlarla birlikte olduklarından beri sanki onun da hayatına bir anlam gelmişti. Zaman içinde babalarından kızlarına kalan bu mirası, çocukların hakkını hiç hesaba katmadan kendisine varsayan Sayit, birden sahip olduğu bu kadar maldan sonra karısının da yüzüne bakmaz olmuştu. Kafasında hep aynı düşüncelerle evden çıkıyor, işlerine uğruyor, eve dönüyordu…
Sayit, ölen ağabeysini hep çok şanslı bulmuştu. Onun bu kadar çalışkan olmasının nedenini de kendince başka şekilde yorumluyordu. Ona göre Mecit ağabeysi, köyün en güzel kızıyla, bal gözlü Binnaz’la evlenmişti. Kendisi ise bula bula kısır bir kadınla evlenmişti. Emine’de güzeldi güzel olmasına ama Binnaz yengesi bir başkaydı işte. Kızlardan Gülperi ne kadar da annesine benziyordu. Yeğeni daha şimdiden gelişmiş, boy atmıştı. Sayit eve de kolay kolay gelmezdi ama Gülperi’de onu çeken bir şeyler vardı. Kızın bal rengi gözleri, uzun kirpikleri, beline kadar gelen kumral saçları, pembe yanakları ne kadar da annesine benziyordu. Odada hep beraber oturduklarında Sayit televizyon izler gibi yapıp belli etmeden Gülperi’yi izlemekten kendisini alamıyordu. Günler boyu düşünmüştü ve artık kararını vermişti. Çocukların erkenden yattığını biliyordu; bu yüzden bir akşam eve mahsus geç gelip bu verdiği karar hakkında karısıyla konuşmak istedi. Emine, haftalardır içine doğan sıkıntıları yüzünden zaten oldukça huzursuz bir dönemindeydi. Sayit’in isteği üzerine oturdukları odanın kapısını örttü ve kocasının karşısına geçip oturdu.
- Çocukların uyuduğundan eminsin değil mi Emine?
- Uyudular uyudular, merak etme. Ne oldu ki Sayit? Hayırdır?
- Sana bir şey diyecem. Bak baştan diyeyim, dediklerime terslenme ha ona göre.
- ?
- Diyeceğim şu ki Emine, biz bu çocukların sayesinde rahata kavuştuk deel mi?
- Heee, Allah razı olsun rahmetlilerden. Nur içinde yatsınlar.
- Şimdi de bakalım bana; senden rahat bu köyde kim var? Hadi de bakayım. Bi düşün bakalım. Var mı senden rahatı bi tane kadın? Deel bu köyde aha etraftaki köylerde bilem yoktur senden daha keyiflisi; hoş, bi bebe veremedin emme…
- Sayit, ne diyeceksen de, daraltı bastı içime ha.
Emine, haftalardır kocasının kafasında dönenlere bir anlam vermeye çalışıyordu. Ne düşünürse düşünsün eninde sonunda en kuvvetli ihtimal olarak Sayit’in eve kuma getireceğini varsayıyordu. Çocuğunun olmamasından dolayı buna kendisini adeta hazırlamıştı. Sayit, henüz kırk yaşlarındaydı ve çocuk istemesine de hak veriyordu bir yerde.
- Madem anlat diyorsun anlatayım. Ben bir evlat istiyorum Emine. Bak bunca mala, mülke, toprağa sahip olduk. Hangi adam istemez ki bi oğulları olsun, soyu yürüsün, sürdürsün bu bolluk içindeki hayatı. Oğullarım olsun isterim doğrusu Allah nasip kısmet etsin inşallah. Bu eve genç ve çocuk yapacak bi kadın gerek Emine. Daha çok gencim. Ha bak ben sana git demem şimdi Allah için; hem bizi çekip çevirecek senin gibi hamarat bi kadın lazım bu eve…
Sayit bu sözünden sonra, arkasına yaslanıp sözlerine devam etti.
- Hadi iyisin gene kız, bak hamaratlığın işe yaradı. Amaaa illa da kalmam ben kumamla dersen kendin bilirsen artık. Aha kapı orda.
Emine, haftalardır gece gündüz aklından hiç çıkmayan, beklediği bu sonucu duyunca, dayanamayıp ağlamaya başladı. Çocukların duymaması için de ellerini yüzüne kapatmıştı. Sayit bu konuşmanın sonucunun böyle olacağını çok iyi biliyordu. Karısının ağlamasını bir müddet sessizce bekledi ve sonunda yine konuşmaya başladı.
- Emine, ne sandın ki kız, gören de seni sokağa attım sanır. Boşuna üzülüyon bak. Şunu kafana sok. Ben kesinlikle ikinci kadını alacağım, istediğin kadar ağla zırla emme bunu böyle bil, aha böyle de kabullen tamam mı.
Emine tülbendinin ucuyla gözyaşlarını silerken yüreğinin çırpınışları içinde kocasına sordu,
- Peki kim? Bellediğin bi kız mı var? Tanıdıklardan mı?
- Haaa bak şu mesele. Bak sana düşüncemi açacağım ama bu sadece ikimizin arasında kalacak, tamam mı.
- Aman iyi…tamam mı, tamam mı. Anladık işte! Üsteleyip durmasan ya!.
- Ne tersleniyon kız! En baştan demedim mi ben sana rahat durcan diye…Evet düşündüğüm bi kız var tabiikine. Hem de bu kız aha yan odada yatıyo… Gülperi. Gülperi bu evde ikinci kadınım olcek tamam mı Emine.
Emine, sanki kendisine kuvvetli bir tokat atılmışçasına adeta oturduğu yerde savruldu. Sanki onu bir el kaldırıp duvara çarptı. Genç kadının gözleri yerinden fırlayacakmış gibi açılmıştı. Atmak istediği çığlık boğazında düğümlenip kalmıştı. Genç kadın ne yapacağını ne söyleyeceğini bilemeden oturduğu yerde şaşkınlık içinde ağzı açık adeta donup kalmıştı. Emine kulaklarına inanamıyordu. Kekeleyerek konuşmaya çalıştı.
- Gülperi…Bizim Gülperi…öyle mi?
- Hee, bizim Gülperi. Nolcek ki kız. Senin için daha iyi ya. Anası gibi bakarsın ona da. Senin ellerinde büyür, çocuk sahibi olur. Hep beraber gül gibi geçinip gideriz. Ne var ki bunda?
- Gülperi ha? Sayit, o daha çocuk. O daha on ikisine bastı, sen ne diyon len? Aklın başında mı senin? Mirasına konduğun yetmemiş gibi…
Sayit, Eminenin ağzından çıkan bu sözlerden sonra öfkesine sahip çıkamayınca yerinden fırlayıp var gücüyle kadına bir yumruk attı, arkasından bir daha ve bir daha. Daha sonra da tekmelemeye başladığı kadının feryatlarına çocuklar uyanmış kapıyı açmışlardı. Emine yengelerinin yere kapaklanmış halini gören çocuklar kapının eşiğinde korkarak amcalarına bakakalmışlardı. Sayit onlara doğru yönelip çocukları söylendi.
- Ne kalktınız siz de yerinizden hemen. Hadi gidin yatağınıza uyuyun. Büyükler arasıra kavga eder böyle. Yok bişi hadi.
Çocuklar, korku içinde tekrar yataklarına dönüp yorganlarını başlarından aşağı çekip örtündüler. Bu onların doğdukları günden beri gördükleri ilk şiddet görüntüleriydi…
Sayit, yediği dayaktan sonra bir köşeye çekilip ağlayan kadının tekrar yanına gitti. Öfkesi dinmiş ve hatta karısına karşı biraz pişmanlık da duymaya başlamıştı.
- Tepemi attırmasan olmazdı değil mi? Bildiğin halde huyumu…Ben dışardan karı getirmeyecem diyorum, sen nankörlük ediyorsun. Elin karısını mı getireyim sana ortak ha? Bunu mu istiyon benden? Kızların mirasını yiyoruz bak, ele mi gitsinler yarın öbür gün. El oğluna mı verelim kocaya kızları. Bunca malın hesabını sormaz mı yarın öbür gün kocası olacak adam… Kız hızla büyüyor bak Emine; onu çekip çevir bi ana gibi. Başını örtsün artık…koca kız oldu. Öyle eteğini saçını başını savurup yürümesin çocuk gibi. Oturmasını, kalkmasını, hanımlığı öğret ona. Benim anam da on ikisinde evlenmiş; e senin anan da öyle değil mi? El karısına para mı dayanır kız. Kendi ailemizi kendi içimizde kurarız. Ne kız alırız ne kız veririz, çocuklarımız olur arkası arkasına.
Emine dayanamayıp patlar gibi sordu,
- Allah bilir Nurperi’ye de musallat olursun ilerde bu gidişle sen.
Sayit yumruklarını sıkıp öfkesini zor zaptederek konuştu.
- E tabikine. Hele onun da bi yaşı gelsin, o zaman düşünürüz… Okutmayacam onu da; Aklı ermesin vara yoğa, gözü açılmadan alırım onu da kendime. Dedim ya kız, kendi içimizde kendi ailemizi kurar gül gibi geçinir gideriz bi dolu bebelerimizle…
Sayit, bu düşüncelerinin ona verdiği coşkuyla dayanamayıp karısının yanağından bir makas aldı ve sözlerini sürdürdü.
- Bak boşu boşuna yedin dayağı. El karısı gelse daha mı iyi olacaktı sankim. Canına okurdu senin valla. Çoook girişirdiniz birbirinize saç saça, baş başa. Hem ne malum dışardan gelcek olan kuman, oğlanları doğurdukça azıp ta, seni koyuvermeyeceği kapının önüne. Bi de öyle düşün de kes ağlamayı artık hadi. Yatalım bizde, horozlar ötcek nerdeyse. Dediğim gibi bak, yarından tezi yok, kızı hazırla dediklerime…
|