Nilgün hanım her sabah olduğu gibi evdekiler uyanmadan erkenden kalkmış, mutfakta kahvaltı hazırlamakla meşguldü. Açık olan mutfak penceresinden içeriye esen hafif bir serinlikle birlikte bahar kokusu da dolmuştu sanki. Nilgün hanıma kayınpederinden kalan tek katlı ve oldukça geniş bahçesi olan bu evin pencerelere yakın olan dört bir yanına yıllar evvel leylak ağaçları dikilmişti. O zamanlar henüz ufacık fidanlar halinde dikilen bu leylak ağaçları, zaman içinde boy verip büyümüşlerdi. Ve her bahar geldiğinde şimdi yine olduğu gibi güzel kokularını evde açılan her pencereden içeriye salıyorlardı.
Genç kadın sofrayı hazırlama işini bitirince suyu kaynamakta olan çayı demledi ve ocağın altını kıstı. Yine her sabah olduğu gibi oturma odasındaki radyoyu açtı. Eşi, annesi ve kızı Nazlı her sabah radyo sesine uyanırlardı.
- Günaydın Nil, dedi içeriye giren kocası.
Ona ekseri ismini böyle kısaltarak hitap ederdi.
- Günaydın Ali’ciğim.
- Hava ne güzel bugün, baharı da getirdik sonunda.
- Ya öyle, su gibi akıyor günler.
Karı koca arasında bu sohbetler yapılırken kızları Nazlı da henüz uyku mahmurluğu üstündeyken içeriye girmişti.
- Günaydın anne, baba.
- Aaa! Nazlımız da geldi işte! Günaydın kızım! dedi Ali bey.
- Nazlı akşamdan hazırlayacaktın valizini, hazırlayabildin mi bari kızım?
- Hı hı; hem de ne hevesle. Çok seviniyorum dedemlere gideceğim diye; gece uykum kaçtı heyecandan anne. İstanbul’u da çok özledim doğrusu.
- Aaa, aşk olsun Nazlı’cığım. Ben de sevindiydim erken yattın, uykunu alacaksın diye. Yolculuğa pek gelemiyorsun ya…
- Olsun olsun anne, güzel şeyler bunlar. Çok mutluyum ben.
- Eh öyle olsun bakalım. Anneannen uyanamadı galiba Nazlı, git bir bakıver istersen.
- Yok uyandı anne, gelir şimdi. O da valizini kontrol ediyordu bir şey unutmamak için.
Ali bey, kızarttığı ekmek dilimlerini getirip sofraya bıraktı.
- Yumurtalar da pişmiştir artık Nil, getireyim mi sofraya.
- Ah bak evet ya, unuttum onları lafa dalıp. Neyse artık, katı yumurta yeriz.
Bu sırada evin büyüğü olan yaşlı kadın içeriye girmişti. Nilgün hanım onu görünce,
- Geldin mi annem, günaydın.
- Günaydın nenem benim.
- Sizlere de günaydın, hayırlı günler olsun canlarım.
Sofraya bir tabağa koyduğu yumurtaları da getiren Ali bey,
- Size de hayırlı günler valide hanım, günaydın, dedi.
Daha sonra hep beraber sofraya oturan aile kahvaltılarını yediler.
Nazlı, hemen her yaz tatilinde, okulların kapanmasını fırsat bilip İstanbul’a anneannesinin ve dedesinin oturduğu eve gider, yaz tatillerini onlarla birlikte geçirirdi. Anne ve babası yaşadıkları sahil kasabasında, kendilerine ait kırtasiye dükkanlarında çalışırlardı. Nazlı ailenin tek çocuğu ve tek torunuydu. Masmavi gözleriyle, başak sarısı ipek gibi saçlarıyla ve ince narin bedeniyle Nazlı, annesine çok benzerdi.
Nazlı, yaz tatili sonunda bu yıl 8. sınıfa geçecekti. Liseye gitmeden önce sınav hazırlıklarına hazırlanmak için bu yaz da kurslara gitmesi gerektiğinden, dedesinin ve ninesinin yanına İstanbul’a gidecekti. Ali bey, Nazlı’sının lisan kurslarına da gitmesini çok istiyordu. “Bir lisan, bir insan” deyimini kızına sık sık tekrarlar dururdu.
O gün ailece kahvaltılarını ettikten sonra, hep beraber Ali beyin arabasıyla otobüs garajına gelmişlerdi. Her zaman olduğu gibi yine birbirleriyle vedalaşmışlar ve yine duygusal anlar yaşamışlardı; sonunda Nazlı ve anneannesi, nihayet otobüsteki yerlerine oturabilmişlerdi…
***
Onları İstanbul’da ki otobüs terminalinde karşılayan büyükbaba Kemal bey, kendisi için de çok kıymetli olan torunu Nazlı’sını ve hanımını sağ salim karşısında görünce şükürler içinde onlarla sarmaş dolaş olup bir taksiyle evlerine gitmişlerdi. Takside arka koltukta otururlarken yaşlı adam torununun başını bağrına yaslamış, onun ipek gibi saçlarını okşarken tek torununa duyduğu özlemden ve kavuşmanın verdiği sevinçten dolayı yine gözleri dolu doluydu…
Anneanne Fatma hanım,
- Haydi gözün aydın Kemal bey, kavuştun yine bak kıymetline.
- Şükürler olsun Fatma hanım; şükürler olsun Rabbime. Yağmurlardan dolayı da yollardan korktum, kazalardan çok korktum Fatma hanım.
Nazlı, kendilerini beklerken bayağı gerilmiş olan dedesinin sakallı yanağından öptü.
- Üzülme dedeciğim, bak geldik işte, deyip tekrar başını dedesinin şevkat ve sevgi dolu bağrına gömdü…
Dedesi ve ninesiyle çok mutlu günler geçiren Nazlı, muhitlerine çok yakın olan işlek ve talebelerden dolayı oldukça kalabalık olan caddedeki kurslardan birisine yazılmıştı. Günü geldiğinde ise ilk gün olduğu için dedesinin nezaretinde gidip kursa başlayan Nazlı, diğer günler için büyüklerine adeta ültimatomunu koymuştu. Akşam kurs çıkışı kendisini almaya gelen dedesinin veya ninesinin o yaşlı halleriyle kendisini almaya gelmelerini istemiyordu. Artık koca kız olduğunu, nihayetinde gittiği kursun da iki sokak ötede olduğunu söyleyip duruyordu. Sonunda zorla da olsa dede ve ninesini ikna edebilmişti işte. Nitekim Nazlı, hiç aksatmadan, günü gününe, saati saatine kursuna gidiyor, eve de tam zamanında dönüyordu.
Böyle bir düzen içinde on gün kadar gidip gelen Nazlı, birgün kurstan çıktığında caddeden karşıdan karşıya geçmek isterken, oldukça yaşlı ve bastonlu bir kadın da karşıya geçebilmek için Nazlı’dan yardım istedi.
- Güzel kızım, beni de karşıya geçirir misin acaba?. Tökezler düşerim caddenin ortasında diye korkuyorum.
Bunu söyleyen tonton yüzlü kadının bastonu tutan elleri ve sesi titriyordu. Nazlı hiç düşünmeden, yaşlı kadına yaklaştı ve beraberce trafik lambasının ışığının değişmesini beklediler.
- Tabii teyzeciğim, beraber geçeriz karşıya. Koluma girin siz.
Kadın, Nazlı’nın koluna girip, onunla konuşmaya başladı. Açık yakasına takmış olduğu kalp şeklindeki kolyesinden görünen çok yakışıklı bir gencin fotoğrafını da kıza gösterip duruyordu.
- Bak bu benim torunum. Beni evde bekliyor. Ne yakışıklı değil mi? Hadi beni evime götür kızım. Çok uzak sayılmaz, hemen şu ilerideki apartmanda.
Nazlı, yaşlı kadının ısrarından ve söylediklerinden rahatsız olmuştu. Ama koluna giren ve kendisine sımsıkı tutunan kadına karşı ayıp olmasın diye de onu bırakamıyordu. Sonunda ışıklar yandı ve Nazlı’da adeta koluna yapışmış, bastonunun yardımıyla zorla yürüyebilen kadınla caddenin öbür tarafına geçebilmişti. Ama kadının Nazlı’yı bırakmak gibi bir niyeti yoktu.
- Evim şuracıkta güzel kızım. Çok başım dönüyor, sen beni eve bırakıver evladım.
Nazlı, kendilerine yakın sayılan, beş-on metre kadar ötede durup onları izleyen, pardösülü şişman, göbekli ve kel kafalı bir adamı da fark etmişti. Yaşlı kadın onunla konuşurken nedense sık sık bu adama da bakıyordu. Nitekim onlar kadının evine doğru yürümeye başladığında sanki adam da uzaktan onları takip ediyor gibiydi. Kadın asla kızın kolunu bırakmak niyetinde değildi ve ayıp olmasın diye kendisini yarı yolda bırakmayan Nazlı’yı adeta sürükler gibi kendi evinin olduğu sokağa doğru yönlendiriyordu. Nazlı ise bir an evvel kadını evinin önüne bırakıp, gerisin geriye koşar adımlarla evine dönme düşüncesindeydi. Dedesinin ve ninesinin pencerede onun gelişini beklediklerini biliyordu. Yaşlı kadını bırakır bırakmaz çok hızlı koşup yine aynı saatte eve yetişir, böylece iki ihtiyarı merakta bırakmamış olur düşüncesindeydi.
Nihayet kadının evinin önüne geldiklerinde ise, yaşlı kadın hala kızın kolundan çıkmıyordu. Bir kolu kızın koluna dolanmış olduğu halde apartman ziline bastığında kapı otomatikten açılmıştı.
Nazlı kolundan çıkmayan kadına dönüp konuştu.
- Teyzeciğim, geldik artık bak, ben eve döneyim. Merak ederler beni. Geç kaldım zaten.
- Ah güzel kızım ah! Tamam haklısın; peki öyleyse, sen şu zemin kattaki daireye bırakıver beni. Düşerim ben şimdi. Hemen bir kat aşağı kızım.
Yaşlı kadın hem bunları söylüyor, hem de kolyesini düzeltir gibi yapıp, metal kalp içindeki yakışıklı delikanlı fotoğrafıyla kızın dikkatini çekmek istiyordu.
Nazlı son derece çaresiz kalmıştı. Kendisini kadının ısrarlarından kurtaramıyordu. Kadın ise, onun kolundan hiç çıkmadan öbür eliyle apartmanın dış kapısını açmış Nazlı’yla içeriye girmeye çalışıyordu. Kız, tereddütler içindeyken ve koluna girmiş kadından bir türlü kurtulamazken, o arada biri onu adeta iterek apartman kapısından içeriye girmesini sağladı ve arkasından hızla kapı kapandı. Nazlı kendilerini takip eden adamı tanıdığında iş işten geçmişti, zira adam kızın ağzını elleriyle kapatıp, onu alt kattaki karanlık zemin daireye sürüklemeye başlamıştı bile. Adamın güçlü, iri elleri kızın ağzını öyle bir örtmüştü ki, Nazlı bağırmak bir yana, zor nefes alıyordu. Sonunda alt kat daire kapısını anahtarıyla açan yaşlı kadınla, ve pardösülü adamla, loş ve keskin rutubet kokulu izbe bir daireye giren Nazlı’nın arkasından daire kapısı da kapanmış, birkaç kez kilitlenmiş ve dış hayata demir sürgüler çekilmişti…
|