Her akşam olduğu gibi yine yatmadan önce yedi yaşında olan torunum Gülce’nin odasına girdim. Onun başucundaki gece lambasını kapattım. Nerdeyse yere düşmekte olan yorganını çekip düzelttim ve tekrar sıkıca üstüne örttüm. Gülce torunumun da koyu renk uzun saçları vardı; tıpkı annesinin gibi. Ve annesinde olduğu gibi uzun, gür saçları uyurken yüzünü, gözünü örtmüştü. Onun saçlarını düzeltip, yüzünü açtım ve her akşam olduğu gibi bol kirpikli kapalı göz kapaklarından usulca öptüm. Tıpkı bir zamanlar kızıma da yaptığım gibi.
Sık sık olduğu gibi yine bu gece de uykusuzluk çekiyordum. Aslında gece uykusuzluğu çekmek hiç umurumda olmazdı ama şu üstüme çöken ağır ve yoğun kederle baş edebilmek beni çok yoruyordu. Gündüzler, iş güç gailesinden, sıkıntıyı içime attığımda bir derece çekiliyordu da, gece saatlerinde zaman geçmek, sabah olmak bilmiyordu işte.
Kirada oturduğum bu küçük daire arka tarafa baktığı için, uykusuz kaldığım geceler boyu pencere kenarındaki koltuğuma oturmaktan, sabahı beklemekten başka çarem olmazdı. Oturduğum yerden dışarıya baktığımda görebildiğim tek yer, diğer evlerin toz toprak içinde ki hurda dolu balkonlarıyla, biraz gökyüzüydü. Bu akşam dolunay gece karanlığını silmiş, en izbe görüntüleri bile aydınlığa boğmuştu sanki. Başımı koltuğun arkalığına dayayıp aydınlık gökyüzünü seyre daldığımda, yine bir an bile beni terk etmeyen düşüncelerime daldım.
“Kızım Pınar lise sondaydı ve okulunda çok başarılı öğrencilerden biriydi. Babasının ölümünden sonra, kızımla kıt kanaat geçinilen zorlu bir hayata başladıysak da her şeye rağmen evimizde tatlı bir huzur, ana kız ilişkimizde de yoğun bir sevgiye dayanan güven duygusu vardı. Kızım bana Allah’ın bir lütfüydü. O benim tek yavrum, her şeyimdi. Eşimden kalan emekli parasıyla ve benim çalışıp eve üç-beş kuruş getirmemle, kızımla kendimize mütevazı bir hayat kurmuştuk. Ölmeden önce eşimin de istediği gibi, benim de en büyük idealim Pınar’ımın okuması ve ileride kendi ayaklarının üzerinde durabilmesiydi. Allah’tan kızım derslerine çok düşkün, mesuliyet sahibi bir genç kızdı…
Okulda sık sık veli toplantıları yapılırdı ve ben de çalıştığım terzihaneden izin alıp kızımın veli toplantılarına katılırdım. Neyse ki bu sene lise sonda olan kızım ikinci dönemdeydi ve okulların kapanmasına sadece birkaç ay kalmıştı. Günler böyle huzur içinde akıp giderken Pınar’da sebebini anlayamadığım huzursuzluklar başladı. O hiç farkında olmasa da ben bir ana olarak bunu hissediyordum. Kızımın yüzüne düşen gölge neydi? Aşk mıydı? Bundan normal ne olabilirdi ki? Ama eğer aşık olduysa bu huzursuzluk, bu dalgınlık, derslerden kopuş niyeydi? Kızım bana arkadaşlarından hep bahsederdi ve her şeyini anlatırdı. Ben onun en yakın arkadaşıydım; peki öyleyse benden kaçışları niyeydi?
Sebebini, kızımın okulunda, katıldığım bir veli toplantısında tesadüfen çözmüş oldum.
***
Onu daha evvel hiç bu sınıfta görmemiştim. Hemen hemen her veli toplantısına gelirdim. Kızımın sınıf arkadaşlarıyla olsun, onların velileriyle olsun uzun zamandır tanışıyorduk ve birbirimize oldukça aşinaydık. Fakat o gün sınıfa giren genç adamı şimdiye kadar hiç görmemiştik. Anladığım kadarıyla diğer veliler de adamı yadırgamış olacaklardı ki sık sık dönüp, kaçamak bakışlarla bu genç ve değişik tarzlı, oldukça karizmatik görünümlü adamı belli etmeden süzüyorlardı. Çok rutin, hiçbir sorun olmayan bir toplantıydı ama bu yabancı genç adam, öğretmen- veli diyaloguna renk katmış gibiydi; aslında bu genç adamı sanki bir yerlerden tanıyor gibiydim; sonunda öğretmen onu bize tanıştırdı.
- Evet sayın veliler, bugün aramıza Sinan bey de katılmış oldu. Sinan bey Belçika’dan geldi ve kızı Gülnar için burada bulunuyor.
Sinan bey, kırklı yaşlarında gösteriyordu. Az da olsa seyrelmiş, tek tük kırlaşmaya başlamış saçlarını modaya uygun karmaşık kestirmişti. Konuşurken oldukça çekingendi. Öğretmenle konuşurken başını her çevirişinde kulağındaki küçük taşlı küpesi, her gülümseyişinde beyaz temiz dişleri onu daha da yakışıklı yapıyordu. Toplantıdan önce o ayrıldı. Kapıya doğru giderken, elimde olmadan arkasından ona son görüntüsüne kadar baktım. Kot pantolonunun ve lastik ayakkabılarının, kollarını kıvırdığı beyaz gömleğinin içinde genç adam, oldukça karizmatik görünüyordu.
Kızım bana Gülnar’ın annesinin öldüğünü söylediğinde onlara taziyeye gitmiş başsağlığı dilemiştik. Sinan bey Belçika’daki bir hastanede Diş hekimi olarak çalışıyordu. Eşi vefat edince o da Belçika’ya geri dönmüştü; kızı Gülnar ise yaşlı bir çiftin yanında pansiyon olarak kalıyordu.
Toplantı bittiğinde her zaman olduğu gibi kimi velilerle okulda kaldık. Nasıl olsa birkaç dakika sonra teneffüs zili çalacaktı ve çocuklarımızı da görmüş olacaktık. Okul bahçesinde diğer velilerle laflarken zil çaldığında çocuklar da bahçeye doluşmaya başladılar; işte sonunda kızım Pınar’da en yakın arkadaşı Gülnar ile bahçeye çıkmıştı. Çok görünür bir yerde olmama rağmen ne kızım ne de arkadaşı beni görmemişlerdi ve sanki heyecanla, sabırsızlıkla birini arıyorlardı. Sonunda beni görüp yanıma geldiler ama ikisinin de keyfi kaçmıştı. Başka zaman olsa beni hemen bulurlar, güle oynaya yanıma gelirlerdi. Bende onlara evden getirdiğim poğaça veya kurabiyelerden verir, yanlarından öyle ayrılırdım. Teneffüsün sonuna kalmaz, onları sıkmak istemezdim.
***
Akşam yemeğinden sonra, sofrayı toplamama yardım eden kızıma sordum.
- Bugün toplantıya Gülnar’ın babası da katıldı, dedim.
Kızım sanki bir şeyden dolayı suçüstü yakalanmış gibi durdu ve gözlerime bakıp heyecanla sordu.
- Yani Sinan bey bugün toplantıda mıydı?
Onun bu kadar tepki göstermesini de beklemiyordum doğrusu.
- Pınar ne oldu kızım sana böyle? Neyin var senin?
Pınar elindeki tabakları mutfak tezgahına bırakıp yanımdan uzaklaştı ve odasına gitti. Bende arkasından gidip, onun yanına, yatağının kenarına oturdum.
- Seni epeyidir mutsuz ve dalgın görüyorum kızım; bak derslerin de etkilenmiş son zamanlarda.Neyin var bir tanem?
Ellerini koyacak yer bulamayan kızım, bana sanki büyük bir itirafta bulunacakmış gibi gözlerini kapattı ve ellerimi avuçlarına aldı.
- Annem benim, annem! Hiçbir şey de gözünden kaçmaz dimi?
- E, kızım söz konusu olunca öyle olur işte. Hadi anlat Pınar, neler oluyor kızım?
Kızım konuyu anlatmaya başladığında damarlarımda kanımın donduğunu sandım. Onun aşık olduğunu anlamıştım ama aşkın kızım üzerindeki bu büyük etkisi yüzüme bir tokat gibi inmişti. Benim Pınar’ım, biricik kızım, tam da tahmin ettiğim gibi en yakın arkadaşı Gülnar’ın babasına, Sinan beye aşık olmuştu. İsyanlar içinde söyleniyordum.
- Kızım bu adam kızını görmeye bile bir kerecik gelmiş bir insan, o senin yaşıtının, en yakın arkadaşının babası!
- Anne! Annem benim, dur bi dinle… Sinan okula hep geliyordu.
Kızımın babası yaşındaki adama isminle hitabetmesi ve sanki adamı çok evvelden tanıyor olması başıma yumruk gibi iniyordu.
- O hep geliyordu okula, sen görmüyordun. Belçika’dan geliyordu. Uygun bulduğu her fırsatta geliyordu. Onun için toplantıların günlerine uyamadığından öğretmenlerle özel konuşup bilgi alıyordu Gülnar hakkında.
- Yani…Yani sen uzun zamandır mı tanıyorsun bu adamı?
- Üç senedir.
- Aman Allahım! Aman Allahım! Peki ben…ben nasıl anlamadım? Sen hiç böyle değildin ki! Şimdi son günlerde böyle olunca…Aman Allahım! Ben neredeydim? Aklım nerdeydi benim? Nasıl anlamadım? Nasıl?!
- Anlayamazdın anne; çünkü her şey yolundaydı! Biz Gülnar’la ders çalışma bahanesiyle hep beraber oluyorduk. Gülnar’ın ve benim derslerimiz nasıl olsa iyiy di. Kütüphane yerine beraberce sinamaya veya parklara, pastanelere filan gidiyorduk. Sen uyuduğunda ben gece yarılarına kadar ders çalışıyordum annecim; böylece hiç bir şeyi aksatmıyorduk.
- Peki ne oldu da sen böyle karalar bağladın adeta? Koptun her şeyden. Ne oldu kızım?
- Anne…Sinan çok hasta…Sinan…Sinan ölümcül hasta!
Ben hayatımda hiç bu kadar çaresiz, şaşkın, ne yapacağını bilmez bir durumda olmamıştım… Hiç böyle olmamıştım… Beynimde, bedenimde sanki hiç bir duyu organı yoktu. Sanki ben bu dünyada sonsuz hava boşluğunda tek başıma öylece asılı kalmıştım. Kızım beni yatağının başucunda bıraktığında ben öyle boşlukta oturur gibi hiç kıpırtısız, hiç tınısız, öylece dakikalar boyunca kaldığımı hatırlıyorum. Açık kapıdan içeriye, kızımın çaresiz hıçkırıklarının sesi geliyordu. Eve karanlık çökmüştü, tıpkı içimize çöken ağır hüzün gibi. Şu birkaç dakika içinde neler duymuştum ve neler yaşıyordum. Kendimi biraz toparlar gibi olunca tekrar kızımın yanına gittim ve onu teselli etmek istedim. Yanına oturmadan önce eğilip saçlarından öptüm. Dönüp bana sımsıkı sarıldı.
- Annem, güzel annem, seni de üzdüm biliyorum ama ben onu çok fazla sevdim…Ona çok aşık oldum.
- Anlıyorum…Ama yine de en baştan bilmek isterdim.
- Sana gelecektik. Ben liseyi bitirdiğimde sana gelip beni senden isteyecekti annem…Ama işte hasta olduğunu öğrendik. Oysa ne hayallerimiz vardı. Onunla evlensem de okumama devam etmemi istiyordu Sinan. Üniversiteyi muhakkak okumamı istiyordu.
- Evet, gerçekten de güzel hayallermiş… Hasta olduğunu yeni mi öğrendiniz?
- Beş ay kadar oluyor.
- Çok yazık. Onun için de üzüldüm bak şimdi.
Kızım, ellerinle yüzünü kapatıp tekrar hıçkırıklarla ağlamaya başladı. Ortada anlamsız bir sessizlik oldu. Başka ne söyleyeceğimi bilemiyordum. İçime dolan yoğun sıkıntıyı sözde kızıma hissettirmemeye çalışıyordum.
- Anne…Ben…Ben sana bir şey itiraf etmek istiyorum.
Öylece kızıma baktığımı hatırlıyorum. Bunlardan başka daha ne olabilirdi ki?
- Anne ben hamileyim! Ben Sinan’dan bana bir anı kalsın istedim. Anne, ben ancak böyle teselli olabilirim. Ondan bana bir şey kalsın istedim, onu bende yaşatacak…Bu yüzden ondan bir çocuğum olsun istedim…
***
İşte yine uyku tutmayan bir gecenin sonuna gelmiştim. Bu gece de yine hep aynı hüzündeki düşüncelere dalıp nerdeyse sabahı etmiştim. Tan ağarmak üzereydi. Biraz da yatağımda sırtüstü yatıp dinlenmek istiyordum; torunumun okul vaktine daha çok vardı. Başucumdaki konsolun üzerinde duran kızım Pınar’ın çerçeve içindeki fotoğrafını elime alıp bana gülümseyen gözlerinden öptüm. Onu çok özlemiştim, çerçeveyi göğsüme bastırıp biraz uyuyabilmek için gözlerim kapattım. Pınar babasına ve Sinan’a verdiği sözü tutmuş okumaya devam etmişti. Sevdiği adamın sağken Pınar’ın tahsiline devam edebilmesi için yaptığı maddi manevi çabaları sonucu kızım şimdi Belçika’daki bir okulda yüksek lisansını yapmaktaydı. O hayatında sevdiği adam için çok cesur adımlar atmıştı ve bunda da çok başarılı olmuştu. Kızımın fotoğrafını bağrıma iyice bastırdım; bunu yaptığımda hüzün sanki beni bırakıp gitti ve üzerime son anda tuhaf bir rehavet basmıştı. Uykunun yavaşça beni sardığını biliyordum, kendimi huzur dolu uykunun kollarına bıraktım…
|