Nesibe hanım, her sabah olduğu gibi erkenden uyanmış, mutfakta kahvesini içmekte olan kocası Şakir beyin yanına gitmişti. Onun geldiğini gören kocası geniş bir gülümsemeyle ona baktı ve
- Günaydın Nesibe dedi.
- Günaydın Şakir’cim. Ohh, mis gibi kahve kokmuş mutfak. Afiyet olsun… Ooo çayı da demlemişsin bakıyorum.
- Bu sabah senden erken kalkınca iş bana düştü Nesibe. Çocuklar annemizi öp baba deyip gittiler işlerine. Nasıl da seviniyorlar biz evlerine gelince sağ olsunlar.
- Sağ olsunlar canlarım. Çocuklarını göremiyorlar ki doyasıya. Torun bizle olunca daha bir seviniyorlar tabii ki…Neyse, Gülce’de kalkar şimdi. Ben elimi yüzümü yıkayım da kahvaltıyı hazırlayayım bari.
- Telaş etme hanım. Kahvem bitiyor bak, beraber hazırlarız şimdi.
Nesibe hanımla Şakir bey, doğdukları günden beri yaşadıkları kasabalarından kalkıp, kızlarının ve damadının oturduğu bu büyük şehre misafir olarak gelmişlerdi. Henüz iki yaşındaki kız torunları Gülce’yi özlemişler ve yine uygun bir zaman kollayıp İstanbul’a gelmişlerdi. Onlar çocuklarına geldikçe, torunlarına bakan bakıcı kadına da adeta gün doğuyordu. Zira onun da Gülce yaşlarında kız torunu vardı ve o da torununu çok özlediği için yaşlı çift geldiğinde bakıcı kadın da izin alıp birkaç günlüğüne torununa gidiyordu.
Nesibe hanım, banyodan çıktığında tam karşısındaki odada uyumakta olan torununun yanına gitti. Ses yapmamaya çalışarak uyuyan torununu sevgiyle seyretti. Çocuk pembe beyaz teniyle, kıvırcık kara saçlarıyla masum bir şekilde uyumaktaydı. Uzun kara kirpikleri göz altlarına gölge yapmıştı. Nesibe hanım elinde olmadan, yılların alışkanlığıyla çocuğa “Maşallah” deyip yine sessizce odadan ayrıldı ve giyinmek üzere kendi odasına geçti. Tekrar mutfağa gittiğinde ise kocasının omlet yapmak için yumurtaları cam bir kasede çırpmaya başladığını gördü.
- Hava da ne kadar güzel bugün değil mi Şakir?
- Bizim şansımıza valla. Bulunmaz bir hava. Kahvaltıdan sonra torunu da alır, yine gideriz parka.
- Gideriz tabii. Gülce’miz de temiz hava almış olur. Kalktığında onu da doyuralım da bir güzel.
- Yanımıza kurabiye filan alalım. Temiz havayı alınca acıkırız Nesibe. Suyumuzu filan unutmayalım.
- Gülce’nin meyvesini da alayım yanıma.
***
Yaşlı çift, en sonunda nihayet evden çıkabilmişlerdi. Kızlarının telefondaki tembihleri Nesibe hanımın hala kulaklarındaydı. “Aman düşmesin anne, üşümesin anne, terlemesin anne, gözünüzü çocuktan ayırmayın anne, hırkasını unutma anne” diyen…Pusetine oturttukları torunlarının ise sevinçten uçacak gibi olan hali bu iki yaşlı insanı çok mutlu etmeye yetiyordu. Çocuk pusette ellerini çırpıyor, sık sık arkasını dönüp dedesine ve ninesine gülücükler içinde laf yetiştiriyordu.
Sonunda nihayet parka gelebilmişlerdi. Parkta henüz pek kimse yoktu. Ortalık çok sakin ve sessizdi. Kaydırakların olduğu bölümde ağaç gölgesinde olan boş bir bank gören Nesibe hanımla Şakir bey, ellerindeki poşetleri bankın üstüne bıraktılar ve torunlarını pusetinden alıp topunu çocuğa verdiler. Dede torun yanı başlarındaki çimenlikte karşılıklı olarak topa vurdukları hafif tekmelerle oyun oynamaya başlamışlardı bile. Nesibe hanım, biraz soluklanmak için banka oturduğunda yanına kendisi yaşlarında, gayet derli toplu bir kadın gelip yanaştı ve ona sordu.
- Affedersiniz hanımefendi, size bir şey soracaktım.
Nesibe hanım, aniden kulağının dibinde biten kadından boş bulunup biraz ürktüyse de, son derece güler yüzlü olan bu hanıma anında cevap verdi.
- Tabii, buyurun sorun.
- Ben buranın yabancısıyım da, acaba Hamam Sokağının nerede olduğunu biliyor musunuz diye soracaktım.
Nesibe hanım bir an düşündü. Bu sokak ismi ona hiç yabancı gelmemişti. Kocasına seslendi.
- Şakir, bu hanım Hamam Sokağını soruyor ama ben hatırlayamadım.
Şakir bey gayri ihtiyari iki kadının yanına gelmişti ve hatırladığı sokağı bu yabancı kadına tarif etmeye başladı. Ama kadın bir türlü anlamıyordu. Nesibe hanım da Şakir bey de ellerinden geldikçe kadına tarif üstüne tarif etmeye çalışıyorlardı. Sonunda kadın anlamış görünüp, teşekkür bile etmeden onların yanından kaçar gibi uzaklaştı ve yol ağzında kendisini bekleyen taksiye binip gidivermişti.
Karı koca kadının bu haline bir mana veremeyip kendi yerlerine oturdular ama oturur oturmaz da gözleri torunlarını aradı. Gülce ortada yoktu. Karı koca, o anda büyük bir telaş içinde koşuşturup torunlarını aramaya başladılar. Hem çocuğun ismini bağırıp sesleniyorlar, hem de kaydıraklarda olsun, salıncaklarda olsun tüm oyun alanında torunlarını arıyorlardı. Yaşlı çift parkta hem avazları çıktığı kadar bağırıp torunlarının ismini sesleniyorlar, hem de sağa sola koşuşturup torunlarını arıyorlardı. Onların sesini duyup gelen civardaki insanlar tek tük etraflarına toplanmaya başlamışlardı. Herkes çocuğu aramaya başlamıştı. Sesleri duyup gelen park bekçileri ne çocuğu ne de başka çocukları görmediklerini söylüyorlardı. Gülce sadece birkaç dakika içinde yok olmuştu. Koşup gelen insanlar telefon edip polisi aramışlardı. Kısa bir süre sonra parka gelen ekip arabalarından inen polisler de dahil olunca bir uçtan bir uca bütün park ve park civarındaki tüm yollar dahil tümüyle arandı. Çocuk sanki yer yarılmış içine girmişti.
Nesibe hanım ve Şakir bey hayatlarının şokunu, yıkımını yaşıyorlardı. Dövünürken bir anda akıllarına kadının onları lafa tutmak, oyalamak için yanlarına geldiğini, ne yazık ki iş işten geçince idrak edebilmişlerdi…
|