Ümran, otobüsten indikten sonra, hiç beklemeden kendi evine, gecekondu mahallesinin olduğu yöne doğru, yokuş aşağıya, hızlı hızlı yürümeye başladı; şimdi artık, çoktan suyu kesilip kurumuş, kurnası çalınmış, çer çöp içindeki çeşmenin önüne gelince, durup biraz soluklandı. Nedense birden kesilmişti. Kendisini çok halsiz hissedince, yerden aldığı bir kâğıt parçasını, çeşmenin taş eşiğine koyup üzerine oturdu. Koşmaktan tıknefes olmuştu; dinlenirken, genç kızlık hayallerine dalıverdi. “ Şu yokuşu günde kaç kez inip çıkardı, hem de koşaraktan; şu çeşmenin dili olsa da anlatsa” diye iç geçirdi…
“Bu mahallenin en yakışıklısıydı Celal. Boylu poslu, deniz gözlü bir gençti. O da Ümran’a söylerdi aynısını. “ Sen bu mahallenin en güzel kızısın” derdi. Aslında işsiz güçsüz, kendi başına buyruk, başıboş serserinin tekiydi; yine de, onun mavi gözlerine baktığında kaybolurdu, erirdi sanki Ümran. Onun yanında yürürken veya bir çay bahçesinde otururken, etraftan kıskanıp kendisini kollaması, otururken ya da yürürken, güçlü koluyla belini hafifçe sarıp onu sahiplenmesi çok hoşuna giderdi Ümran’ın. Babası öylemiydi ya? Bir kibrit için bile kızına hiç acımaz, en kötü havalarda bile şu dik yokuşu kaç kez koşturturdu ona. Annesinin de, babasının da umurlarında bile değildi kızları. Ona evde isminle bile hitap etmezlerdi. “Koş kız ekmek al, koş kız rakı al, hadi kız ortalığı süpür, bulaşığı yıkadın mı kız?.”
Ne çocukluğunu anlamıştı Ümran, ne de genç kızlığını. Evde köpek kadar kıymeti olmamıştı hiç. On yedi yaşlarındaydı Celal’le tanıştıklarında. Aslında çocukluklarından beri birbirlerine ilgi duyuyorlardı. O ne zaman dışarı çıksa, Celal hemen yakınında bitiverirdi nedense.
Bir gece Ümran’ın yattığı odanın penceresine, sanki ufak bir taş atılmıştı. Ümran merak içinde, hemen kapalı olan basma perdeyi biraz aralamış, karanlıktaki siluetinden onun, tahmin ettiği gibi Celal olduğunu görmüştü ve hiç tereddüt etmeden, alçak pencereden dışarıya atlayıp çıkmıştı. Adeta fısıltıyla konuştuklarında Celal ona, “Celbinin geldiğini, her an askere gidebileceğini” söylemişti. Ümran bu gün gibi hatırlıyordu. “Askerden gelince hemen iş bulup çalışacam ve seni ailenden isteyeceğim” demişti; sonra da, onu dudaklarından uzun uzun öpmüştü. Gerçekten de Celal, askerliğini bitirip de geldiğinde dediğini de yapmıştı. Ümran’ın ailesi, sırf terslik çıkarmak için, başlık parası falan gibi niyetler edince, zaten hiç çeyizi olmayan Ümran, büyükçe bir naylon torbaya koyduğu kendisine ait tüm eşyasıyla, anlaştıkları gibi bir gece yarısı Celal’in, babadan kalma iki odalı gecekondusuna kaçıvermişti.
Deniz gözlü delikanlı, hem güçlü kuvvetli, hem de yakışıklıydı ama en önemlisi Ümran’a saygı duyuyordu, onu seviyordu, ona isminle hitap ediyordu. Baba evinden, sevdiğine kaçarken çok emindi genç kız, Celal onu hiç üzmeyecek, hiç yormayacak, onu hep kollayıp koruyacaktı.”
Ümran yorgunluktan çöküp oturduğu çeşmenin taş eşiğinde bunları düşünürken, yanından geçip giden insanların yüksek sesle konuşmalarını duyunca, yarı uykulu halinden de, derin hayallerinden de birden koptu. Nasıl olup da bu kadar derin hayallere daldığına kendiside şaşırdı ama sonuçta biraz olsun dinlenmişti. Yerinden kalkıp yine hızlı adımlarla evine doğru yürümeye başladı…
|