Evlense de evladından hiç kopmayan ana-babalar. Çocuklarının ellerini hiç bırakmayan, veliliklerinden ölünceye kadar vazgeçmeyen ana- babalar…O kadar çok örnek var ki şahit olduğum. Şimdi “Eee, iyi ya işte! Ne var bunda yadırganacak?” diyeniniz olabilir tabii ama ben zaten onlardan bahsetmiyorum ki! Bu şekilde de çok mutlu olanlar, sürdürenler olabilir; onlara sözüm yok. Amaaa bir de sürdürmeye çalışanlar vardır, kendini zorlayanlar, sabır çekenler, mecbur kalanlar; sessiz çığlıklarını anlatamayan çaresiz evlatlar vardır. Ve işte bunlar, ayrı kategoride olanlar. Bana bu tür yazıları yazdırmaya sebep olanların sesini bir de benden okuyun sözde en hafifinden…
Şimdi efendim, bir zamanlar bir tatil yöresindeki yazlık komşum olan bir aileyi örnek vermek istiyorum. Yan komşumuz olan adamın iyi bir işi var…ve her zaman çok yoğun; başını kaşıyacak vakti yok gibi. Çok da hoş bir eşi var. Bazı insanlar hem hoşluk da, hem de beceride gerçekten de dört dörtlük olabiliyorlar. İki de okullu çocukları var. O kadar sene komşuluk yaptık fakat ben daha bir gün olsun bu hoş hanımın evinde, yuvasında, o uzun yaz tatili günlerinde, kocasıyla olsun, çocuklarıyla olsun ailece onların hiç yalnız kaldığını görmedim. Çok nadiren olmuştur belki ama işte o kadar. Komşu hanımın evinden kendi annesi ve babası hiç eksik olmazlar. Yaz başında beraberce gelirler, yaz bitiminde beraberce giderler. Anne babanın kendi maddi durumları oldukça iyi olmasına rağmen, kendi evleri barkları olmasına rağmen, kızlarının evinden, tatilinden, hayatından hiç çıkmadılar. Sağlıkları yerinde ve öyle yaşlı başlı da sayılmayan gayet dinç bu anne ve baba, kızlarının evinden hiç eksik olmadılar.
Çiçeklerimizi sularken bazen bakardım elimde olmadan yan bahçeye; zira yazlık villalarımız yan yana ve bahçelerimiz birbirimizi net olarak görebileceğimiz konumdaydı. Evlerimizi komşudan ayıran ise sadece dekoratif ufak bir duvardı. Evet ne diyordum? Ha, sanki o yazlık ev komşu hanımın anne-babasının eviydi ve hayatıydı inanın. Kızları o kadar beceri sahibi olmasına rağmen tüm evi ısrarla anne çekip çevirirdi hep. Sabah erken saatlerde kalkar ve sitenin bakkalına giderdi anneanne. Elinde listesi, alır taşır getirirdi; gazetesinden, taze ekmeğine kadar. Kendi elinle seçecek illa da o günün yemekliğini, sebzesini, meyvesini vs. Bu arada yatılı yardımcıları kahvaltıyı hazırlamak için koşuştururdu ha bire içeri dışarı. Baba ise bahçeyi eşeler dururdu, çiçeklerin toprağını canlandırır, çürümüş yaprakları koparır, bahçeyi sulardı; daha sonra da, kallavi bir kahvaltı edip, gazetelerine gömülürdü rahat şezlongunda. Dedim ya sanki onların yazlığıydı ve onların hayatıydı. Biz eşimle yazlığımızı yeni aldığımızda, önceleri ana-babayı ev sahibi sandık; meğer kızlarının ve damatlarının yazlıklarıymış. Övünürcesine de anlatırlardı bana ve komşularına; onlar kızlarını kışlık evde de bırakmazlarmış. Evde bir şey bırakmazlardı kızlarına yapılacak, en son da komşu hanım kalkardı uykusundan hiç neşesiz, keyifsiz. O kahvaltıya oturduğunda anne de öğle yemeği yetiştirme çabasında olurdu mutfakta kan ter içinde. Hafta sonları gelirdi eve yoğun çalışan, yorgun koca. Klas adamdı çok yakışıklı olmasa da. Onların ailede pek güler yüz ve isimle hitap falan görmedim ve duymadım hiç ben…Klas koca suratsız olurdu hep, ya da oldukça ciddi tavırlı. O kadar koşuşturmalarına karşın hayretteydi komşu hanımın ana-babası. Ne kızlarını, ne damatlarını anlayamıyorlardı hiç. Üstelik bahçede yolunacak bir çürük yaprak bile yoktu. Yine de suratlıydı kızları ve damatları kendilerine karşı…
Bir türlü baş başa kalamayan ve yazlıklarında yapacak, oyalanacak hiçbir şey bulamayan ev sahibi hoş hanımla, klas kocası ne yapardı her yaz biliyor musunuz değerli okurlarım? Yazlıktan, yani ana- babadan kaçarlardı, başka tatil yörelerine. Bazen on beş günlüğüne, bazen yirmi günlüğüne. Bir oh demek için, ailece bir nefes alabilmek için. Çocuklarını da alırlardı yanlarına. Kaçarlardı kendi yazlıklarından. Yalnız kalmak için…Çünkü o evde onların zevk alarak yapacağı, oyalanacağı hiçbir şey yoktu. Ev kendilerinin değil de sanki ana-babalarınındı. E insan Allah’ın günü de denize girip güneşlenecek değil ya. Kendi evlerinde baş başa kalmak ister karı koca, dertleşmek, sohbet etmek ister. Kendi çiçeklerini alıp bahçelerine kendi zevklerine göre dikmek isterler. Toprakla oynaşıp stres atmak, rahatlamak isterler. Komşu hanım kendi evinin düzenini kendi yapmak ister, kocasının sevdiği yemekleri kendi ellerinle yapıp, kendi masalarında sohbet içinde oturup baş başa yemek isterler, kendi damak zevklerine göre pişirirler yemeklerini.
Yani, gerek yok eğer sorun yoksa ev üstüne ev kurmaya. Evliliklerin de onları özgür bırakmak en iyisi. Sağlıkları iyi, maddi durumları iyi, elleri ayakları tutuyorsa, evleri barkları varsa, yapışmak niye illa da evlada. Evladın da kendi yuvasında hür olma hakkı var. Kocasının yazlıkta karısıyla, çocuklarıyla baş başa olma, kendi yazlıklarında tatil yapma hakkı var. Sürekli yemek çeşitleri yapılan, sürekli alışveriş yapılan, sürekli nevresim yıkanan, yastıklara kılıfların takıldığı, sürekli çamaşır ve bulaşık yıkanılan ama hiç güler yüzün olmadığı, sıcak sohbetlerin olmadığı, sevgi dokunuşlarının olmadığı bir yuva…
Ailem başımın tacı; hamd olsun sağlıkları da benden iyi. Ellerim hep üzerlerinde. Onların dualarıyla ayaktayız çok şükür. V e bilirler ki her hangi bir ufacık aksaklıkta, ben ve kardeşlerim arkalarındayız.
Sessizlikte yuvamda kitap okumak var ya…Eşimle kendi işimizi, kendi yuvamızı çekip çevirme var ya…Herkes yerinde sağ olsun; MECBUR KALINMADIKÇA!
Not:: Komşu hanımın, bana yakınmalarına karşı yazılan bir yazı…Yazmasam içimde ukde olacaktı.
|