( Gerçek yaşantılardan )
.
Bir Ayşen vardı mahallemizde. O da yeni gelin, ben de yeni gelin. Annesi o zamanlar
kırk yaşlarında filan. Genç yani. Kendi kendisine kalp yetmezliği teşhisi koymuş kadın ve
bu teşhisine sımsıkı sarılmış…sımsıkı sarılmış. Kızı genç, toy. Annesinin yaptığı duygu
sömürülüğü had safhada. Ufacık bir şeyde “Ay kalbim” sözleriyle büyümüş Ayşen hep.
Kız kocasına vurgun, aşıkmı aşık. Diş hekimi damat her bakımdan çok iyi bir insan. Ayşen’de güzel kız. Güzel bir evlilik. Ama asla karı koca arasında yalnız yaşanan bir evlilik değil. Hiç değil!… Daha ilk günden, kızının gerdek gecesi korkusundan evhamlanıp, yan odada sipere yatmış bir anne. Ve ondan sonraki yaşanan, karı koca arasında yaşanması gereken her özel günlerde, sevinçlerde, mutluluklarda, kederlerde, hep bir üçlü hayat durumu.
.
Televizyonda baş başa film seyretmek imkansız gibi. Arada birbirlerinle oynaşmak,
cilveleşmek, evde nerde isterlerse yatmak, koklaşmak hayal artık onlar için. Damat istemez mi giysin şortunu rahat rahat, kanepeye kaykılsın arkasına ve orta masaya uzatsın bacağını otursun k.çı yer görsün?.. Bütün gün ayakta diş tedavisi yapmış genç adam. Uzatsın ayağını masaya, açsın bir bira, yanında da güzel karısı uzansın yanına, yanlayıp yatsın başı kucağında, okşasın karısının ipek saçlarını, seyretsinler kendi hoşlandıkları filmleri, dizileri, atsın günün stresini, yorgunluğunu üzerinden. E sonuçta onların kendi evleri, kendi hayatları değil mi?
.
Televizyonda ister basket maçı izlerler, ister yabancı filmler. Banyolardan sonra bornozla
koltuğa oturup da dinlenmek kadar keyif verici ne olabilir. Damat, akşam olduğunda, işten
eve yorgun argın geldiğinde yaz sıcağında şortunu giyip otursa. Kendisi için süslense karısı,
askılı yazlık elbiselerinle uzansa yanına. Okşasa karısını, ellerini öpse, güzel sözler söyleseler
birbirlerinin gözlerinin içine bakarak, sevgisini belli etse…İyi de, kayınvalidesi hep salonda
oturunca, ya da hemen yan odada onları dinlerken ve her an içeri giriverirse diye hep tedbirli, hep hep hep tedbirli…
Kadının kocası var ve kendi evlerinde yaşar. Küsler mi? Hayır. Geçinemiyorlar mı?
Hayır. Maddi sorunları mı var? Hayır. Sadece ve sadece tercih meselesi. Ayşen’in anne-
babasının yaşadığı kendi evleri güzel, ferah; hatta kızlarının evinden çok daha konforlu.
Baba, yani ayşenin babası, kabullenmiş artık mecburen yalnızlığı; oysa o da karısı yaşında ve henüz kırklarında. Karışanı görüşeni yok artık; çünkü karısı hep evli kızında. Mecburen
yemek yapmayı, çamaşır, bulaşık makinesini kullanmasını öğrenmiş. Baba figürü, pazardan alışverişini yapar, evde elektrikli süpürgesini yapar. Çamaşır ütü desen ustası olmuş artık her bir şeyin… E ne yapsın yani adamcağız? Karısı yapışmış kızına, gelmek bilmiyor ki evine!
…Baba, hiç anlayamıyor karısını, hiç. Evin içinde tavandan duvarlara göz gezdiriyor bir
alıcı gibi; evleri ne kadar ferah ve güzel. Pencere önü gelen geçene bakınmalı bir ev. Pazar
yeri yakın. Binada kafa dengi ne çok komşuları vardı görüşürlerken, ne güzel komşulukları
vardı; üstelik ikisi de birbirleriyle her bakımdan böyle güzel anlaşır ve sevişirken… Fena
mı olurdu yine el ele parklarda, bahçelerde yürüyüşler yapsalar? Boğazda çaylar içseler,
sinemaya, tiyatroya gitseler, komşuluklar yapsalar. Yalnız kaldıklarında, gazetelerine
gömülseler, bulmacalarını çözseler. Ama işte bunların hepsi kızları Ayşen’in evlenmeden
önceki halleriydi; karısının kızlarının evliliğine takıntısından evveldi…
Koca da ilk günler karısının yolunu gözlemişti; ha bugün gelir, ha yarın gelir diye ama
nafile. Bakmıştı karısı kızının evinden çıkmaz oluyor, beklemekten yorulunca, bir de üstüne
umudunu yitirince bırakmıştı karısını kendi haline. Kızının evi kendilerine semt olarak
oldukça uzaktı; bu yüzden de hak veriyordu karısına; e ne de olsa karısı da artık genç
sayılmazdı; kırk yaşındaydı ve kalbi zayıf, hissiyatlı bir kadındı üstelik. Madem kızına bu
kadar düşkün bir anaydı, e kendisi de anlayış gösterirdi tabii ki bu durumda. Varsın karısı
nerede çok mutlu oluyorsa orada yaşasın dı…
Arada gidiyordu anne figürü kadın kendi evine. Şöyle bir eve kocasına bakıyor,
ilgileniyordu ama işte o kadar! Ayşen’nin, onsuz hayatının olmasını düşünmesin diye hiç ara vermeden hooop akşamı damlıyordu yine kızının damadının evine. Allah muhafaza etsin,
Ayşen, ya alışırsa annesiz bir hayata! Üstelik damat gözünün içine bakıyordu gitsin diye,
anlıyordu o, hissediyordu…
.
Baktılar kadının gideceği yok, aynı sokakta ev tuttular anneye. Damat, kendine ve çok
sevdiği karısı Ayşen’e, en önemlisi de evliliklerine! iyilik olsun diye, cepten ödemeye
razı oldu ve kiraladı bir ev çaresiz. Baktılar kadın onları bırakmıyor, bari aynı sokaktan bir
ev tutalım da, hiç olmazsa arada bir evine gider kalır umuduyla; e zamanında doktor kalp
yetersizliği var demiş anneye; demiş ya, güzel bir bahane olmuş kadına.
Ayşen’in babası, yani kocası da ölünce ve dul kalınca da al sana ikinci bahane. Evi kiraya
verdi kadın, yakın tutulan evden de hiç hazzetmedi, hiç… Hep olduğu gibi sürekli kızında
artık, devamlı yatıda ve temelli onlarla yaşıyor. Şimdi artık her türlü program üç kişilik;
seyahate mi gidilecek, plaja mı gidilecek hep beraber. Arkadaş yemeğine mi gidilecek, yeni evli gençler çaylı pastalı toplantı mı yapacak, Ayşen’in annesi herkesten önce giyinip bekler kapıya yakın. O ev, o hayat Ayşen’in mi, annesinin mi belli değil…
.
Sevgili okurlar böyle böyle derkeeen taam 40 yıl geçti aradan. Ayşen de, şimdi benim gibi
torun torba sahibi ama o mutsuz! bir kadın. Diş hekimi kocasını kalp krizinden kaybetti, tıpkı babası gibi; oysa daha hiç birbirlerine doyamamışlardı; neyseki annesi sapasağlam baş köşede oturuyor ve hala Ayşen’nin ev hallerini, dolayısıyla da HAYATINI gözlem altında tutuyor…
.
Özgürlük deyince insanın aklına neler gelir bir düşünürseniz. Bazen yeni yeni yürümeyi
öğrenmiş küçük bir çocuğun anne veya babasının elini tutmak istemeden koşmak istemesini görürsünüz. Köpeklerimiz de öyle; çayırlığa çimenliğe gittiğinizde tasmasını bıraktığınız anda, sevinçle hoplayıp zıplarlar. Ama en önemlisi insanın kendi özgürlüğü değil midir?
.
İnsanın kendi evinde, kendi evliliğinde eşiyle yaşadığı özgürlük gibisi var mıdır? Şimdi
yanlış anlaşılmasın ama lütfen ve darılmasın, kınamasın beni kimse; yazdıklarım hep
MECBURİYETLERİN ve MÜSTESNALARIN dışında tabii ki; onlar da tamamen ayrı,
apayrı bir konu. Ben tamamen keyfi, hiç hiç sebepsiz, evlat yanına kapağı atan bencil ana-
babalardan bahsediyorum. Maddi durumu olsun, sağlığı olsun evladından kat kat iyi olan
anne-babalardan bahsediyorum.
.
Aslında neler kaçırdıklarının farkında değiller diye düşünüyorum. Yaşlılığın da kendine
özgü rahatlığının, yuvalarının huzurunun tadına varsalar diyorum. Saksılarına diktikleri
çiçeklerinin, evcil hayvanlarının, örgülerinin, komşularının, sağlık yürüyüşlerinin, pazar
alışverişlerinin, televizyon programlarının tadına varsalar.
.
Anne-babalarla geçirilen vakitlerin, onlara edilen hürmetin tadına varabilmeleri için
evlatlarının ellerini bıraksalar da, onların gönüllerinde taht kursalar diyorum. Yeni kurulan
yuvalarda gençlere özgürlüklerini versinler, kendilerini aratıp özletsinler, az gitsinler, tatlı
gitsinler. Yüreklerinde kırgınlık, sitem olacağına, ağızlarında şeker tadıyla dönseler kendi
evlerine, kendi yaşantılarına. En en en önemlisi de kendi özgürlüklerine; iyi güzel olmaz mı
sizce de?
.
Not: Bu yazı “beni de yaz Ergül’cüğüm” diyen arkadaşımın hatırına…
|