“ Kaderin ne olduğunu anlatamam “ demiş Şems.
Ama ne olduğunu anlatabilirim “ Kader, hayatımızın önceden çizilmiş olması demek değildir. Bu sebepten ne yapayım kaderimiz böyle deyip boyun bükmek cehalet göstergesidir. Kader, yolun tamamı değil, sadece yol ayrımlarını verir. Güzergah bellidir ama DÖNEMEÇ ve SAPAKLAR yolcuya aittir. Öyleyse, ne hayatın hakimisin ne de hayat karşısında acizsin…! “
.
Değerli okurlarım, bir HUZUREVİ ziyareti esnasında o anları görür ve yaşarken hangimiz yürekten etkilenmeyiz ki? Orada kalan hayatını yaşayan insanlar, yaşlılar için hangimiz üzülmez ve duygu seline yakalanmayız ki? Hangimiz öyle veya böyle sebeplerden dolayı “maddi manevi gönüllü” olarak ziyaret ettiğimiz Huzurevlerinden ağlamadan, içi burkulmadan evimize döneriz?
.
Şimdi ben artık eskisi kadar ağlak olamıyorum HUZUREVLERİ hakkında. Eskisi gibi derken, hepimizce malumumuz olduğu gibi, çoğu Huzurevlerinde artık çok şeyler değişti. Eski halleriyle mukayese edilemeyecek kadar. Şimdi bu barınma evleri çok daha konforlu ve daha bir insani yaşam kapsamında. Tabii bir de maddi yönden geliri olanlar için de kalite kalite olan Huzurevlerini hepimiz bir şekilde duyuyor veya görüyoruz. Parası olana parası kadar bakım…Ve de aslında konuyla pek bir alakası da yok kalitenin, konforun filan…
.
*
Şimdi efendim yazacağım konuya başlarken her ne kadar Huzurevi temasını işliyorum gibi görünüyorsa da, benim yazmak istediğim asıl konu bu Huzurevindeki bazı bireylerin GEÇMİŞLERİNE YÖNELİK GERÇEK İDDİALARDIR! Hani başta da yazdım ya böyle yerleri ziyaret ettiğimizde nasıl ağlak oluruz, nasıl içimiz burulur diye. Gerçekten de evimize ağır bir hüzünle dönmez miyiz? Buralarda, hayatları boyunca fedakârlık yapmış, yakınları için olsun, evlatları için olsun kendini feda edecek kadar bitmiş, maddi, manevi ve sağlık olarak tükenmiş yaşlıların olduğunu bilir ve üzülürüz. Ama işte burada biraz duralım derim! Duralım!
Şimdiii, sadede geleyim efendim! Peki nedir bu Huzurevlerindeki geçmişlere yönelik gerçekler? Yaşlandım diye mi nedir bilmem ama ben bir de ne düşünür oldum biliyor musunuz değerli okurlarım? Hani bazen Yazılı ve Görsel Medyada okur ve görürüz. Baba evi terk etmiştir ve karısını, çoluğunu çocuğunu terk etmiştir. Sıkıyı görünce baba olacak adam, tam bir alçak gibi evden sıvışmış ve hiç ardına bile bakmadan tüymüştür. E kendi parası kendine yetmezken bir de karısı, onca çocuk! O da bakıyor kazandığı para bu kadar, ne halleri varsa görsün karısı ve boy boy küçük çocukları, konu komşu yetişir nasıl olsa onlara deyip…Sonunda yaşlandığında kapağı atar o da Huzurevine ve de ağlaşır durur gelen ziyaretçilere, giden ziyaretçilere. Duygu sömürüsü yapar bir güzel, hem de hiç utanmadan, hiç vicdanı sızlamadan… Geride bıraktıklarına dair!
.
Bu tüyen adamların arasında ailesini hiçe sayıp, bir lokma ekmeğe muhtaç edip de KUMAR oynayanlara ne demeli. Karısının parmağından alyansını, çocuğunun üstündeki nazarlığı satacak kadar alçalan, varını yoğunu KUMAR da kaybedip de yaşlılığında Huzurevlerine düşen bu adamlara ne demeli?!
.
Karısını, çoluğunu, çocuğunu muhtaç edip de KADIN- KIZ peşinde koşan, kuruşuna kadar bu kadınlara para yediren, son kuruşuna kadar hovardalık eden, ailesine arkasını dönen sonunda Huzurevlerine kapağı atan bu adamlara ne demeli?!
.
Huzurevine kapağı atmışlardan olan, bir zamanlar dünya iyisi ANA-BABASI varken, para için onların hayatını kaydıran, süründüren, borç batağına sokan oğullara, kızlara, damatlara, gelinlere, torunlara ne demeli?!
.
Ailesini hiçe sayıp, tedavi olmayı reddedip, sabah akşam içen, sızan, bütçesini sıfırlayıp etrafındakilere de kan kusturan, içki bulamadığında döven, söven, kırıp, döken tığ teber kaldığında Huzurevine kapağı atan bu insanlara ne demeli?!
.
Değerli okurlarım aynı şeyler elbette ki kadınlar için de geçerli. Evinde aradığı hayatı bulamayınca kocasına, çoluğuna çocuğuna hiç acımadan, hiç arkasına bakmadan hepsini bırakıp yuvasını terk eden kadınlar. Tam manasıyla KAYNANALIK- KAYINBABALIK YAPAN, gelinine, damadına kök söktüren, evlatlarının evliliklerini fitil fitil burunlarından getiren, yuva yıkan büyükler. KUMAR MASASINDAN kalkmayan, kocasını aldatan, ha bire tüketici olup, durmadan tüketen, ya da elinden kadeh şişe düşmeyen kadınların da Huzurevlerine kapağı atmalarına ne demeli?!
.
Babaları olsun, dedeleri olsun veya akrabaları olsun “dayı, amca” vs. ENSEST ilişkilerinden dolayı, çocuklar artık büyüdüklerinde, evden attıkları büyüklerinin de Huzurevlerinde yaşamalarına ne demeli?!
.
Eskiden büyüklerimiz, dedelerimiz kavramı vardı saygıyla elleri öpülen; şimdi okşanılan çocukların cinsel isteklerine alet edilen dedeleri, büyükleri yazmıyor mu gazeteler sık sık…Bu kadar mı yozlaştı bu dünya? Huzurevlerinde bunlardan yok mudur diye düşünmeden edemiyor insan.
.
Çoğu ünlü sanatçılarımız vardır mesela, onlar henüz küçücük çocukken babaları evi terk etmiştir, ya da nadiren anneleri. Çocuklar evi terk eden babalardan sonra son derece korumasız, acımasız, zor koşullar altında kalıp ne çilelerle büyümüşlerdir. Büyüdüklerinde bazılarının şans yüzlerine gülmüştür. Tesadüflerle yetenekleri ortaya çıktığında ŞÖHRET olmuşlardır. Büyürken ve baba figürü yanlarında hiç olmazken, çocuk ŞÖHRET olduğunda BABA FİGÜRÜ aniden ortaya çıkar! Paranın kokusunu çoktan almıştır. Bulunduğu Huzurevinde duyurur herkese ağlak ağlak iç çekip, hüngürdeyip anlatır. Etrafa duygusal
sömürüsünü yapar bir güzel. Magazincileri arar işgüzar ve duygusal sömürülenler. Ve adam henüz bebekken terk ettiğini saklayıp, kendini haklı çıkarma telaşı içinde çocuğundan yakınıp magazin medyasına anlatır hiç utanmadan, hiç vicdan azabı duymadan. Medyacılara ağlar, zırlar çocuğunun kendisine hiç bakmadığından, çocuğunun hayırsızlığından dolayı veryansın eder. Magazin medyasına nur yağar…Görsel basın olsun, yazılı basın olsun günlerce, haftalarca bu sanatçının babasına olan hayırsızlığından bahseder. Isıtıp ısıtıp bunu halka sunarlar. Allah biliyor ya, biz duyanlar da bu sanatçıya, hayırsızlığına kızar dururuz. Bu magazincilerin işidir çünkü. Magazin magazindir…
İşte size yazımın başında da dediğim gibi, ben artık epeyidir HUZUREVLERİNE, bu duygularla da yaklaşıyorum. Elimde olmadan, kadın veya erkek olsun oradaki yaşlılara bu gözle de bakıyorum. Her ne kadar affedici, kinci falan olmasam da, insanız işte, böylelerinin de HUZUREVLERİNDE olduklarını bal gibi biliyoruz. Kimin ne olduğunu bilemediğimden dolayı da artık eskisi gibi saf, körü körüne düşünemiyorum açıkçası. Yaklaşımlarımda yaşlılara eski içtenliğimi bulamıyorum artık maalesef. Maalesef…
|