Üniversiteye gittiğim yıllarda İranlı bir kızla tanışmıştım. Diş Hekimliği bölümünde öğrenciydi. Harçlığını çıkartabilmek için diş beyazlatıcı toz satıyordu kapı kapı. Zor bir hayatı vardı ama İran’a dönmeyi asla düşünmüyordu.
“ Asla orada yaşamak istemezsin; kadınlara çok kötü davranılıyor. Okumak zor, çalışmak zor. Bizi ( kadınları) insan olarak bile görmüyorlar. Siz burada ( Türkiye’de) rahatsınız, özgürsünüz yine de bizim kadar çabalamıyorsunuz. Biz bodrumlarda, kaçak kurslarda yabancı dil öğreniyoruz. Bin bir zorlukla okula gidiyoruz, istediğimiz kitabı dahi okuyamıyoruz, sanat yapamıyoruz, yolda dahi korkarak yürüyoruz...”, demişti ilk tanıştığımızda. Çok etkilenmiştim o arkadaşımın İranla ilgili anlattıklarından. Hatta gözüm açılmıştı diyebilirim. Kadın haklarını daha bir savunur oldum. Atatürk’ün kadınlar için yaptıklarının kıymetini daha iyi anlamaya başlamıştım.
Bir sohbet esnasında, “ Şeriat gelirse gelsin; evde oturur maaşımı alırım.” Diyen bir kadın arkadaşa epey tepki göstermiştim. Çünkü şeriat demek kadınların sadece evde oturtulduğu ve para verildiği bir sistem miydi yani. Kadın olmak bu muydu? Çocukların olmayacak mı, onları nasıl yetiştireceksin. Çocuklarının üzerinde hakların bile kısıtlı, sana para vereceklerini sanıyorsan çok aldanıyorsun, seni insandan görmüyor ki sana para versin. Bunun alışverişi var, hastanesi var, çocuk yetiştirmesi var, anan baban hastalandığında onları doktora götürmesi var, eşin seni boşadığında ne olacak, bittin sen o zaman. Sokağa bile çıkamayacaksın, bunalıp bir denize mi girebileceksin, çocuklarınla başbaşa bir tatile mi gidebileceksin, baskıyı yaşamadık, görmedik, baskı geldiği zaman şimdiki gibi mi olacak sanıyorsun. Bu günkü rahatının tek sebebi laiklik ve kadınlara verilen haklardan başka şey değil...diye açmıştım ağzımı ve upuzun bir söylev çekmiştim arkadaşıma. Bir an durup düşünmüştü o gün. düşüncesi de değişmişti bir nebze olsun.
O günlerden itibaren kadın haklarının savunucusu olmaya çalıştım elimden geldiğince. Minicik bir etkim olsa bile kendimi şanslı saydım. Bu gün bu satırları yazmama ise gazetede okuduğum bir haber vesile oldu. Afganistan’ın tanınmış kadın hakları savunucusu, televizyon habercisi Zalma Kharooty’un aldığı ölüm tehtidleri sonucu mesleği bıraktığını okudum. Bu tehditler blöf değil, zira geçen ay Mine Mengel isimli bir kadın gazeteci zaten katledildi Afganistanda.
Tehtidler karşısında boyun eğmemek zor ama imkansız değil. Kendi evinde kızının gözünün önünde bombalı paketle öldürülen Bahriye Üçok’u düşününce dahi imkansız olmadığı görülüyor. Bahriye Üçok’da aydınlanma ve aydınlatma mücadelesi boyunca sayısız tehdit almış bir kadın aydınımızdı.
Kadınların eşitlik ve insanlık mücadelesini kadınların kendileri vermedikleri sürece yerimizde sayacağımız hatta daha da geriye gideceğimiz açıktır.
Her ne kadar pek çok ülkeden kadın hakları konusunda geri olsak da bir çok ülkeden de ileri olduğumuz bir gerçek. Bunu sadece ve sadece kadınların haklarını tam teslim eden Atatürk’ümüze borçluyuz. Ona vefamızı, O’nun istediği gibi çalışkan, aydınlık düşünceli, iffetli ve ilerici bir hayat sürerek göstermeliyiz.
Atatürk’ün kadın erkek eşiliğine nasıl önem verdiği ve taviz vermediği bir anısında açıkça görülmekte: Muallimler Ankara’da bir toplantı yaparlar. Bu toplantıya iki üç kadın muallimde iştirak eder. Kadınların katılımından rahatsız olan bir kaç ( burada biraz düşündüm doğrusu kadınları ortamda ismeyen insanlara ne sıfat vermek gerekir diye, ‘adam’ desek olmaz, ‘insan’ desek olmaz. ‘Karanlık beyinde’ karar kıldım.) ‘ karanlık beyin’ Ata’ya bu durumu şikayet ederek bildirirler.
Atatürk gür bir sesle muallimler cemiyet reisi Mashar Müfit’i çağırır; azarlar bir ifade ile konuşur: “ Siz ne yapmışsınız, ne ayıp şey bu, size hiç yakıştıramadım!”
Mashar Müfit şaşkınlık içinde ne diyeceğini bilmez durumda kekeler: “ Efendim, ben, vallahi...”
Gazi devam eder; “ Bırak ben herşeyi biliyorum. İçtimaya muallime hanımları da çağırdınız. Fakat onları neden ayrı yerlere oturttunuz. Sizin kendinize mi itimadınız yok; yoksa Türk hanımlarının faziletine mi? Bir daha ayrılık gayrılık görmeyeyim, anladınız mı!”
Ata’mızın görmek bile istemediği ayrılık gayrılık şimdi hayatın her alanında yaşanmaya, yaşatılmaya çalışılıyor.
En fenası ise bu ayrılığa bazı kadınlarında destek vermesi. Atatürk’ün o gün Mashar Müfit’i şaşırtmak için sorduğu soruyu şimdi ben kendi kadın kardeşlerime soruyorum; karşı tarafa güvenmemenizi anlarım da; kendinizede mi itimadınız yok hanımlar...
|