Şiddet toplumlarda artıyor mu? Dünyada şiddet artıyor mu azalıyor mu? Hergün okuduğumuz şiddet haberleri, kadın cinayetleri, çocuk istismarları, savaşlar ve terör ile ilgili haberleri taratırsak şiddetin insanlığı çepeçevre sardığı izlenimi uyanır zihnimizde.
En basit bir trafikte dahi 20 km’lik bir gidişte en az beş kere şiddete maruz kalırız. Diğer şöförlerin kornaları, el kol hareketleri, araba ile atılan makas hareketleri, hızlanıp birbirinin önüne geçme davranışı. Bu haretlere illa biz maruz kalıyoruz diye bir şey yok tabi; biz de yapıyor olabiliriz. Şiddetin kaynağı kişinin kendisi de olabilir.
Şiddet hayatın her alanında kendini gösterir. Basit bir kasa sırasında bile her gün kasiyerler sözlü hatta bazen fiziksel şiddete maruz kalır. Kavgasız bir otobüs yolculuğu, metro yolculuğu yok gibidir.
Basit bir kedi fare konusunu anlatan çocuk çizgifilminde dahi devamlı ve devamlı şiddet pompalanır çocukların beyinlerine. İyilerin kazandığı bir filmde dahi işler savaşsız, kavgasız, silahsız çözülmez. Bir dizide, filmde şiddet yoksa seyirci gelmez. Ama baştan sona şiddet içeren bir film insanlar tarafından daha ilgi çekici bulunur. Şiddetin fenalığını anlatmak için çekilen bir film dahi şiddet içerir.
Adaletsiz gelir dağıtımı, gelecek kaygısı, adalete olan güvensizlik gibi zaten bilinen sebeplerin yanında şiddetin asıl sebebi toplumların şiddeti övmelerinden de kaynaklanmaktadır. Çocuklarını kanlı savaş hikayeleri ile büyüten bir toplumdan şiddetsizlik beklemek imkansız. Tüm insanlar eşittir derken başka toplumların üzerine füze yağdırmak şiddeti artırır. Zaten ezilecek, ben öğreteyim bari diye çocuğunu ezerek büyüten bir aile direk şiddetin içindedir. Çocuklarını “ Kadınlar bazı durumlarda! dayağı hak eder.”, diyerek yetiştiren bir ebeveyn şiddetin içindedir. Dayağı, hakareti romantik bulan bir genç kız şiddetin içindedir. Astlarını ezen bir üst, şiddetin içindedir. Sokaktaki kediyi tekmeleyen bir insan şiddetin içindedir.
Şiddet toplum içerisinde öğretilen, öğrenilen bir davranıştır. Şiddetsiz bir zihniyet ise imkanlıdır. “ Ahimsa” denilen bir öğretinin ilk çıkış noktası kendine şiddet uygulamamaktır. İnsan bedenine acı veren, onu şiddet benzeri bir hisse sevk edecek tüm davranışlardan kaçınmaktır ilk çıkış yolu. Devamında ise tüm çevreye şiddet uygulamamak vardır.
Ahimsa öğretisi ile yetişmiş bir çoban bir kaplan tüm sürüsünü de yese onun peşine düşmez. Onu öldürmez. Ona tuzak kurup yakalamaz. İbret-i alem için kaplanın ölüsünü sürüklemez. Şiddetin övülerek yaşatıldığı bir toplumda imkansız gibi hissedilebilir ancak ahimsa öğretisinde şiddetsizlik bir hayat şeklidir. Şiddetsizlik öğretilebilir bir davranıştır.
Şiddet toplumlarda artıyor mu yoksa ‘insanlık tarihi açısından bakıldığında’ azalıyor mu? Köleliğin kaldırıldığı ve yasaklandığı, büyük insan grupları olarak bir arada yaşadığımızı, idamların kınandığı ve bir bir ülkelerde kaldırıldığı, şiddete karşı hareketlerin başladığı, hayvan haklarının savunulmaya başladığı, insan hakları, çocuk hakları, sendikalaşma, sınıf ayırımlarının kaldırılması ve eşit eğitim, eşit sağlık hizmetleri gibi gelişmeler insanoğlunun şiddetten uzaklaşmaya çalıştığının sevindirici göstergeleridir. Daha ilerleyen zamanda insanlık şiddetin gereksizliğini ve insanlığa zararlarını daha iyi kavrayacak bu günkü şiddetsizlik hareketleri artacaktır.
Bu bir umut değil insan gelişme grafiğinin göstergesidir. İnsanlık sanılanın aksine şiddetten uzaklaşmaktadır. İşin henüz başına olduğumuz için hissemesek de şiddetsiz bir toplum gelecek için ütopya değil, gelişim içerisinde mecburi bir yoldur.
Şu an şiddeti fazla hissetmemizin sebebi de şiddetsizlik gereğinin kendini hissettirmesinden başka şey değildir. Şu an şiddetsizlik yolunda öncelikle oluşturulması gereken düşünce şekli şiddete bir bütün olarak bakarak hareket edilmelidir. Kadına şiddet uygulanan bir toplumda, çocuğa da, hayvana da, erkeğede şiddet vardır. Çünkü şiddet tek bir alanda yaşanmaz. Şiddet ya vardır ya yoktur.
İnsanlığımızı bir üst seviyeye taşımak için kendimize bu soruyu mutlaka sormalıyız: şidetin içinde miyim?
|