-“Aaa yapma ama kızım yaaaa”, “geç kaldık diyorum sana”, “seç artık şu giysilerden birini”, “bak bu nasıl?..”.
—“Ben onu çevmiyoommm… Bunu çeviyommm…”
-“Off ..,banada yazık ama, tamam kendi zevkine göre giyin, kendi özgün tarzın olsun istiyorum, anlayışlı olmaya çalışıyorum ama parka gitmek içinde dört kez üst değiştirilmez, o boncuklu, kurdeleli elbiseyle kayman da zor olur be bebeğim”.
Çocuk gelişimi kitaplarında yazan her şeyi uyguluyorum. Kitaplar der ki anne baba olarak yapmanız gereken çocuğa sınırları çizmek, onu kontrolsüz bırakmamak gerek, aşırı serbestlik çocuğun nerde duracağını kestirememesi onu kendini kontrol etmek konusunda dengesizliğe düşürür. Mesela böyle bir durumda onun bir dolap giysi içinde seçim yapmasını beklemek onu serbest bırakmak değil. İçinden çıkamaz, onun yerine elinize iki giysi alıp bunu mu yoksa diğerini mi giymek istersin diyeceksiniz. Böylece o kararı kendi veriyor olmanın mutluluk ve özgüvenini yaşayacak sizin de işiniz kolaylaşacak.
İki tane giysi alıp soruyorum “bu mu diğeri mi?”
Omuzlarını silkiniyor, çekmeceden farklı bir şey görüp onu çekeliyor.
Ben boşuna konuşuyorum, ilk çıkardığını giymek istiyor gene… İnatçımı inatçı, kime benzemiş bilmiyorum ben. “Hiç bana bakmayın” diyorum yüzüme alaycı gülümsemeyle bakan teyzelerime. “ben bu kadar değilim”.
“Ne fark eder” diyor teyzem “Annesi de aynı babası da çocuğun başka şansı yok, genlerinden geliyor”.
Susuyorum…
İki yaşında ,dünyayı yeni keşfetmenin açlığında, çok meraklı, çok akıllı, her şeyin farkında, ve inanılmaz bir şekilde bütün kontrol onun elinde!!.
Oğlumda böyle değildi, karı-koca koyduğumuz her kurala uydu Ata. Bir şeyi istediğinde hayır mı dedik, bir iki deneme yapar sonra vazgeçer, ya da ağlamaya mı başladı “lütfen git odanda ağla, sakinleştiğinde konuşalım” deriz, ağlaya ağlaya odasına gider, bir süre sonra gelip “sakinleştim” der.
Bu öyle değil odana git diyorum, “odana git değil!” diyor. Ağlaman bitsin konuşalım seni şu anda anlayamıyorum diyorum, sesinin dozunu yükseltiyor. Oğlumdaki taktiklerin hiç biri bu küçük hanıma tutmuyor.
Hani derler ya aynı aile, aynı ortam iki farklı çocuk nasıl olur? İşte tam böyle olur, biri ne kadar sakin uyumluysa diğeri o kadar dominant.
Bir yandan hoşuma gidiyor bu kadar ne istediğini biliyor olması, baskılayarak bir kalıba sokmaktan, pasifize etmekten korkuyorum, kendi gibi olsun istiyorum. Tuttuğunu koparan, güçlü bir kişilik olsun istiyorum büyüdüğünde de. Tarzı var bu çocuğun..Ama daha minicikken onu kontrol edememem büyüdüğünde yaşayacaklarımız konusunda beni korkutuyor. Bu çocuğa nasıl ulaşmalıyım, hissettiği gibi olmasına izin verirken nasıl korumalıyım onu düşünüyorum…
Konuşmayı yeni, yeni söküyor. İlk söylediği kelimeler bile kişiliğini yansıtıyor.
Kızım beni seviyor musun diye soruyorum. “çevmiyooom “ diyor. “ ama ben seni çok seviyorum diyorum. “ çevmeee” diyor. Umurunda değil yani kimin ne düşündüğü.
Artık bu kadar yeter diyorum kızgınlıkla “ yeter değilll” diyor. Bütün söylediğimiz kelimelerin sonuna doğal bir şekilde “değil “ ekini ekleyerek muhteşem bir dil yaratıyor kendine.” Güzel değil, gidelim değil, ağlama değilllll…” Doğuştan muhalefet sanki…
O kadar şirin ve de sevimli ve o kadar da baş belası ki. Tam zıvanadan çıkmış, kontrolümü kaybetmek üzereyken birden duruyor o kocaman yaşlı gözleriyle bir bakıyor, sonra gelip boynuma gömüyor kafasını “ hadi sev beni de uzatma, bitsin bu gerginlik, bırak istediğimi yapayım” havası…
Hani derler ya inatlaşmayın çocuğunuzla onu başka şeylerle oyalayarak unutturun, oyunla uzaklaştırın tutturduğu o şeyden. Nafile, oyuna dalıyor, oh tamam kriz geçti diyorum, bir bakıyorum o gene bıraktığımız noktaya gelmiş bildiğini okuyor. Hem de bu sefer gözümün içine bakarak…
Bu sefer bir anne olarak ona yenilmiş olmayı hazmedemeyen benim inadım devreye giriyor ve biz iki inatçı keçi köprüde asılı kalıyoruz, birilerinin gelip bizi oradan kazımasını bekliyoruz.
Hani yine kitap kuralı, diyor ya.. bir kere hayır dediğinizde onun ısrarlarıyla evet’e dönerseniz hayırların evete dönüşebileceğini, bunu ağlayarak yaptırabileceğini öğrenmiş olur. O yüzden ilk “hayır”ımdan sonra sıkı sıkı sarılıyorum sözüme. O da ağlama ses tonunu ve süresini benim surat ifademe göre uzatıyor da uzatıyor, ben tepkisiz sakin bir şekilde, ilgilenmiyormuş gibi oturuyorum yanında. Ama beynimin içinde tamtamlar çalıyor, ayak parmaklarımdan kulaklarıma kadar içimde suların kaynadığını, kırmızı bir alev gibi gözlerime doğru çağladığını hissediyorum. Ne halin varsa gör le, az kaldı şimdi susacak duygusu arasında sıkışıyorum. Tamam sesi azaldı, vazgeçiyor diye yan gözle ona bakıyorum, göz göze geliyoruz ve bir anda sesi sonuna kadar açıp devam ediyor ağlamaya.
Ah Sevgili Nurcan diyorum, şu uzaktan kumandan olsa, düğmeye bassam ve sussa bu cadı!.
En son şunu yaptım, o deli gibi ağlarken sakin ama kararlı bir şekilde kucağıma aldım, hızla odasına gidip karyolasının içine bıraktım. Beklemediği bu davranış karşısında bir an susup olayı anlamaya çalıştı.. Ben aynı kararlılıkla “ağlaman bitene kadar buradasın “dedim ve odadan çıktım. Ama içimde bütün tavşanlar zıplıyor, ya gene devam ederse bir sonraki hamlem ne olacak?
Dinliyorum ses yok, bir iki çığlık atmayı düşünüyor ama hemen susuyor, hareketli bir müzik koyup sesini açıyorum. Ben içerde o odasında sakinleşiyoruz, bakıyorum müziğe eşlik edip şarkılar söylüyor. Bir anda minik bir meleğe dönüşmüş, gülücükler saçıyor, sonra popo yukarıda yüzüstü yatmış uykuya dalmış. Yüzünde gülücüklerle uyuyor.
Kitaba dönüyorum, evet sınırları anne babanın çizdiğini, göstermek bu demek, yoksa kontrol edemediği gücüyle kendi kendine baş edemeyecek, mümkün olduğu kadar geniş bir çember içinde özgür bırakmak önemli. İçerde istediğini yapsın ama çemberin sınırlarının farkında olsun…
Mışıl mışıl uyusun, uyusun da büyüsün…
|