Bembeyaz bir sayfanın tam ortasındaki koskoca kara leke gibi Kasım. En çok ağladığım. En kör kuyulara yuvarlandığım. Annesiz kaldığım… Kendimi en çıplak en çaresiz hissettiğim ay. Kendimle yüzleştiğim, kendimden kaçtığım…
Tutkuların, korkuların, yalnızlıkların, umutların sarmalı… Varken yok olduğum, yoktan var olduğum kör düğüm Kasım. En büyük acımın, en büyük tesellisinin ayı Kasım. Can’ımı gömdüğüm, yazmayı doğurduğum ay.
Tam 3 koca yıl önce 8 Kasımda Efece Haber yayın hayatına merhaba dediğinde ben ve annem hastanede 3. günümüzü geçiriyorduk. O acılardan kendinden geçmiş yatarken ben, günlük hasta rutin testlerinin arkasına acılarımı döküyordum kalemimin ucunda.
Aylar sonra yas tutan ben’le, emekleyen Efece Haber’in yolları kesişti can dostum Nurcan sayesinde.
İlginçtir, anneciğimin adı da Nurcan dı. Hayatımdan bir Nur aktı gitti başka bir Nur başımı güneşe çevirdi tekrar.
Yazmak başkaları için ne anlam ifade eder bilemem, benim için kendimi bulmaktı. Aklın kaçtığı o dehlizlerden çıkmaktı. Cılız bir ipti her bir kelime, tutuna tutuna çıktım gün ışığına. Her yanım kanıyordu. Ve tutunabileceğim tek umudum oldu kelimeler. İçimden dışarıya öyle bir çağladılar ki ne varsa akıttım. Damıttım, kendimi ilmek ilmek, harf harf yazdım. Yazdım ağladım, ağladım yazdım… Sonra derin bir ohhh çektim şükür…
Sonra kendimi buldum şükür…
O yüzden yazmalarım başkadır benim. Sanat için, siyaset için, bilim için… falan değildir, kendim içindir. Kendimi bulmak içindir. Çok şükür demek içindir.
Anneciğimin bana hediyesidir, tesellisidir, Ölümüyle bana verdiği derstir…
Bana her yıl buruk bir gülümseme yaşatır Kasım. Efece Haber’in doğuş yıldönümü, anneciğimin ölüm yıl dönümü aynı hafta içinde. Biri diğerinin sebebi hayatımda. Biri çıkarken hayatımdan emanet bıraktığı yer sanki Efece haber…
Ah hayat, aldım verdim ben seni yendim çocukluğumdaki gibi.
Daha neler çıkaracaksın karşıma kim bilir, ne mücadeleler ne kahkahalar olacak gün dönerken umuda.
Ben devam edeceğim usul usul yazmaya. Kendi lahitlerimin duvarına, terimle, kanımla…
Bin yıllar öncesine döneceğim, Piramitlere kazınmış şu hiyeroglif yazıdaki dörtlüğü fısıldayacağım kendime her seferinde;
“Yarınından ürkerek yatağa girme sakın. Düşünme ertesi gün nasıl geçecek diye. İnsan bilmez yarın neler getirecektir
Tanrının elindedir yarının gerçekleri."
Tanrının elindedir yarının gerçekleri.” (Mısır M.Ö 16)
|