Ada’yla portakal sıkıyoruz, bayılıyor mutfakta bana yardım etmeye. İçimden tam zamanı keyfi yerinde, deyip konuya giriyorum.
—Ada’cım yarın son bir kez daha hastaneye gideceğiz,
Suratı hemen buruşuyor;
—Hayırrrrr,
—Tatlım doktor amca bir kez daha seni görmek istiyor.
—Tamam. Ama sadece görsün, bir şey yapmasınnnn
Bu sabah ki kolundan kan alma operasyonundan sonra, artık doktor amcanın eğlenceli bir yer olmadığına inanıyor.
-Fıstığım yarın gittiğimizde sana şurup verip uyutacaklar,geniz etini alacaklar, sonra uyanacaksın ve evimize döneceğiz..
O kocaman gözlerini gözlerime dikiyor. İçimi delip geçen bir “daha fazlası var mı, doğru söyle anne, canım yanacak mı “ bakışı atıyor bana. Son aylarda “geniz eti” kelimesini öyle çok duydu ki ne olduğunu anlamaya çalışıyor ve o muhteşem sorusu geliyor;
—Anne! Geniz eti benim neyim oluyor?
Kulaklarıma kadar yayılıyor dudaklarım. O masum merak gülümsetiyor stresli gönlümü.
-Anneciğim, gerçi aranızda ciddi bir kan bağınız var ama yine de hiçbir şeyin olmuyor, o yüzden çıkartacak ya zaten doktor amca onu oradan..
- Böyle parmağını burnuma sokup ta mı alacak
- Yok, onun parmakları kalındır, girmez oraya, cımbızla çeker herhalde,
Diyorum gülerek.
Komiklik yapmanın sırası ya!, tutamıyorum kendimi işte. Anlamıyor ama benden daha faydalı bir bilgi çıkmayacağının da farkında dönüyoruz portakallarımıza.
Ağabeyimiz daha da meraklı, bütün gece soruları bitmiyor. “Anne, Adanın neresini keseceklerde alacaklar, ağzından mı burnundan mı?
Biliyorum ki söylesem kafasında o sahneyi canlandıracak;
—Bende bilmiyorum oğlum, yarın doktor amcadan öğrenirim akşam konuşuruz olur mu?
—Tamam…
Onlara olayın ne kadar basit, sıradan ve hatta kolayca olacağını anlatmaya çalıştıysam içimde o kadar korkum büyüyordu. Ne kadar zor, insanın çocuğuyla ilgili karar vermesi. Sağlığı için canının yanmasına göz yumması.
Birilerinin gelip, sakinleştiriciden uyuşmuş o minik vücudu kollarınızdan alıp gitmesi. Ameliyathane kapısının, ardından kapanması. Hiç tanımadığınız bir adamın kucağında ellerini size doğru açmış, gözlerindeki şaşkın korkuyu görmeniz. Ama camın ardından artık “Anneee…” deyişini kulaklarınızla değil kalbinizin en derininde duymanız.
Az sonra o en kıymetlinizi uyutacaklar, kanatacaklar…
“Aman çok basit bir işlem hiç korkmayın… Hemen kalkar üzülmeyin…”
Ah deli misiniz siz! Onun bu hayatta yaşayacağı her acı veren tecrübe beni ezip geçiyor nasıl anlatayım.
Acaba korktu mu, acıdı mı, uyanabilecek mi, ya narkoz fazla gelirse, ya bir aksilik olursa, ya uyandığında beni göremeyip korkarsa…
Ya ecel denen, bunun için bahane arayan o an, bu an sa…
Ah çıldırabilirim. O dev ekranda alt alta isimler sıralı. İsminin baş harfleri, yattığı servis adı, saat ve yanında bir açıklama “ AMELİYATTA”
Her bir harf balyoz gibi beynime saplanıyor. Dakikalar saatleri kovalıyor, hala aynı yazı “AMELİYATTA”
Hani çok basitti, yarım saatte çıkardı! Acaba kulağına tüp takarken bir terslik mi oldu?
Kesin bir şey oldu, şimdi bizi çağıracaklar, şimdi!
Kocamla göz göze gelemiyoruz, onun sigara için dışarı çıkışları sıklaştı. Biliyorum gözlerine baksam bırakacağım kendimi, güçlü olmalıyım, onu daha fazla strese sokmayayım bari…
İki saat dolmak üzere, artık dayanmam mümkün değil. Beynimden geçen korkunç senaryoları kovalamaktan yorgunum, uyuşmuş pelte gibiyim.
Yaşanmışlıklar korkuları körüklüyor. Deneyimler acının derecesini belirliyor. Annemin hastalığıyla mücadele döneminden kalma bir fobim var belli. Hastane, doktor, ameliyathane… Acı eşiğimi, dayanma gücümü sıfırlayan noktalar. Dışarıdan ne kadar sakin, sessiz görünüyorsam içimde o kadar büyük yangınlar alev alev sarıyor. Nefes alamadığımı hissediyorum…
“Artık duramayacağım ..”deyip ameliyathaneye koşturuyorum. Kapıda, tek derdi mesaisini doldurmak olan görevliye “Kızım saatlerdir içerde, bilgi almalıyım…” diyorum.
Normalde ; “Aşağıda ki salonda ekrandan takip edin han fendi “ deyip bilgisayarına dönecek adam, gözlerimdeki çağlamaya hazır dalganın şiddetinden etkileniyor. Hızlıca bakışlarını benden kaçırıp içeriye telefon ediyor…
Ohhh
Bitmek üzereymiş… Gireyim mi içeriye diyorum çaresizce, “çok küçük, uyandığında beni göremezse korkarrr…”
“Mümkün değil” diyor, “çocukların ayılması kısa sürer burada bekleyin lütfen..”
Başka ne diyor anlayamıyorum kulaklarımdaki uğultudan…
Bana bir asır kadar gelen dakikalardan sonra bir hastabakıcıyı görüyorum, sedyede minik bir yeşil örtü, altında bebeğim..hiç kıpırdamıyor…
Koşuyoruz yanına, yüzüstü yatırmışlar, nasıl derin uykuda, korkuyorum, neden uyanmadı, ne oldu, iyimi…
Sakin olun diyor, narkozun etkisi, uyandı aslında…
O muhteşem gözlerini usulca açıp bana bakıyor, hiçbir anlam yok sanki, tekrar kapatıp derin bir uykuya geçiyor.
Allah’ım sana şükürler olsun diyorum. Kocamla sımsıkı sarılıp ağlıyoruz, geçti diyor bana, ağlama…
Ama o kontrol edemiyorum kendimi, daha fazla kontrol edemiyorum…
Çocuklar hasta olmasın!
Çocuğu daha çözümsüz hastalıklarla mücadele eden anne babalar geliyor aklıma. Yaşadıkları o çaresizlik taşıyor gözyaşlarımdan, ne kadar zormuş.
Söz konusu olan insanın çocuğuysa, onun gözlerindeki o kırılgan çaresizlik ve “beni korumadın anne, beni acıtmalarına izin verdin, yanımda değildin, engel olamadın…” o bakış işte. O sessiz bakış, deliyor geçiyor bıçak gibi…
Yavrunuz kendi hayatının iz bırakan tecrübelerinden birini yaşarken elinizden tek gelen seyretmek…
Çocuklar hasta olmasın, aç kalmasın, sevgisiz kalmasın…
Hiçbir çocuk öyle bakmasın!
|