Hava buz gibi soğuk. Klimamı sonuna kadar açtım, omzumda şalım, avuçlarımı doladığım ince cam bardağımda bitki çayım. Sabahın tembel saatleri, güne başlamadan biraz ısınmak ve kendime gelmek molasındayım. Dalmış, dışarısını izliyorum. Haftalık Pazar kuruluyor çok yakınımda. Bu gün dışarısı kalabalık, her yer araba. Kişi başı milli gelir düşerken aile başı araba sayısını nasıl böyle artıyor, matematik bilgim yetmiyor buna. Arabaların arasında hırpani kılıklı genç bir adam dolaşıyor.
Tanıyorum artık onu. Tanıyorum dediğime bakmayın adını bilmem, neden bu kadar düştüğünü bilmem, aklı yerinde mi onu da bilmem. Üzerinde siyah bir pantolon ceket var. Takım değil ama. Renkleri tutmuyor, üzerine de oldukça bol, belli ki birileri vermiş. Saç sakal karışmış yüzü, genç olduğunu saklayamıyor. Yüzü kararmış, sokakların sertliğinden. Ama yine de yumuşak bir şeyler var gizlendiği o siyahlığın altında. Çok sakin mesela, zararsız, yanına kadar geliyor “ben kahvaltı yapamadım bugün “ diyor akşamın 8 inde. Tam markete girecekken, evine gerekli gereksiz şeyler alıp dönecekken. Vicdanına ulaşıyor o sözler kulaklarından önce. Elini cebine atıp ne koparsa gönlünden veriyorsun. “Sağ ol” diyor paraya bakarak, hemen alıyor ve dönüp gidiyor. İzliyorum ardından, gerçekten gidiyor. Derdi sadece kahvaltı yapmak, duyguları sömürmek değil, Fazlası için değil o anlık ihtiyacı için istiyor. İyi de neden çalışmıyor gencecik insan. Kolları, bacakları varken. Ya aklı? Emin değilim, Biraz safça mı yoksa hayata karşı durma yöntemi mi bu sessizliği? Yoksa ben yine kandırılıyor muyum?
Hani siz üzülür yardım etmek istersiniz, Tam vicdanınız size gülümsemişken, iyi bir şey yaptım huzurundayken, biri yaklaşır “Han fendi inanmayın bunlara, duygu sömürüsü yapıp bedavaya yaşıyorlar” der ve bir anda kendini kandırılmış hissedersin, huzurun kızgınlığa dönüşür ya ondan bahsediyorum.
İyi de bedava yaşamanın bedeli mi bu, incecik ceketle, titreyerek, tanımadığın insanlardan medet ummak. Zengin anne baba parasıyla, marka giysileriyle dolaşan çocukları yetiştiren bizler değil miyiz? Eşinin parasıyla lüks arabalarda kuaförden, alışverişten çıkmayan şu kokoş kadına ne demeli. Ya da karısı evde tarlada, çocukların derdinde hayatını tüketirken kahve köşesinde kaşınarak oyun oynayan, duman tüten o adam ne oluyor. Onlar birilerinin sırtında, hem de bir ömür boyu, tüketirken, bu garibim kahvaltı parası için sessizce, zararsızca ortalıkta dolaşıyor. Tembel desek, rahatına düşkün desek; yahu adam taşta uyuyor, soğukta geziyor, aç dolaşıyor.
“Ben bugün kahvaltı yapamadım” diyor saflıkla. Ah, sen bu gün öğle yemeği, akşam yemeği de yiyemedin, senin sıcak giysilerin, kapısını açacağın bir anahtarın da yok cebinde, başını içine gömüp her şeyden kaçacağın bir yorganın ve yatağın da yok. Ve sanırım omzuna yaslanacağın, sarılacağın birileri de yok hayatında. Neden, nasıl böyle bilmiyorum. Ben arabamdan inip, dolu cüzdanımla istediğimi almaya girerken, sonrasında sıcacık bir evde beni bekleyenlere gidecekken, sen avucunda ki kahvaltı paranla mutlu, kayboluyorsun karanlıkta.
Ve benim vicdanım rahatlamıyor,”iyi bir şey yaptın” diyemiyor. Bir yumru tıkıyor boğazımı. Hayatın adaletsizliğini, insan aklına, benim çalışkan senin tembel olmana bağlayamıyorum bir türlü. Şanslı olmak ya da tam tersi de değil. Bir anlamı olmalı diyorum. Benim cebimde ki paramın, senin gözlerindeki çaresizliğin bir anlamı olmalı.
Ben akıllıyım çalışıyorum, dilenmiyorum, duygu sömürüsüyle günümü kurtarmıyorum, DEĞİL!
Paylaşmalıyım hayatı. Sadece yakınımdakilerle değil, kan bağımla değil, Tanrının yarattığı her şeyle. Tıka basa yerken, onu beğenmem bunu isterim derken, hiçbir şeyim yok diye sızlanırken, seçenekler arasında bocalarken, düşünmeliyim seni…
Bir cip yanaştı kapımın önüne. Şık giyimli bir bayan indi arabadan. Pazar arabasını aldı bagajdan, Adam’a doğru yürüdü, bir şeyler söyledi, birlikte arabaya yöneldiler. Bagajı açtı, çantadan bir mont çıkardı. Sonra cüzdanından birkaç kâğıt para…
O mont var ya, soğuktan titreyen o yalnız bedeni nasıl sardı bilseniz. Ben ısındım alev alev. Gönlüm aydınlandı. O kâğıt paralar var ya, kaç gün kahvaltı yaptıracak ona. Şaşırdı Adam, beklediğinin çok üstündeydi Tanrı’nın gönderdiği. Hemen uzaklaştı oradan, yürürken diğer kolu geçirmeye çalışıyordu hala. Korkmuştu belli ki beklemediği bu mucize puf diye yok olur diye. Gözlerimle takip ettim. Koşarcasına yürüyüşünden belliydi heyecanı.
Kadına döndüm, bagajını kapattı, Kaşkolüyle boynunu örttü, sessizce pazara yöneldi.
Tanımadığım kadın, nasıl aydınlattın hayatımızı. O Adam’ı ısıttığın gibi ısıttın beni de. Teşekkür ederim sana. Paylaştığın için. Karşılık beklemediğin için. Bu gün bir insanın hayatına Tanrının eli olarak değdiğin için…
Ve sen yukarıda ki adam, hani bana “Han fendi boş verin bunlar, duygu sömürüsü yapıyor “diyen.
Sus artık! Çiçeklere bak, Polenlerini almasına izin vermeseydi arıların, yayılamazdı tohumları dört yana ve sen yiyemezdin o tatlı balı! Paylaşmazsan yüreğini, cebini, seninle birlikte kurur gider bu dünya!
Derler ya “ Bu Dünya kalmaz ne sana ne de bana!”
|