3 yılı aşan bir süredir İngiliz emperyalizmi ve Yunan işgali altında bulunan toprakların kurtuluşu için silahların cepheye taşınıldığı, var olma, millet olma savaşının adıdır 30 Ağustos Zafer Bayramı.
İşgal dönemlerinde Anadolu’nun halinin nasıl olduğunu anlamak için Ahmet Haşim’in içler acısı mektubunu okumak yeterlidir hiç kuşkusuz. Veya o dönemlere ait resimleri incelemek yeterliydi bu yazıyı yazabilmem için. O siyah beyaz resimlere baktıkça geçmiş beni çağırıyordu sanki. O içler acısı günlerin içine doğru çekiliyorum her an. 1922 yılı ağustos ayı ve savaş döneminin yolunda, geçmişi yaşayan bir yolcu gibiyim. Ekmek yok, ilaç yok, insanların çoğunluğu hasta beslenme yetersizliğinden. Savaşmaktan yorgun, umudu kırılmış, çaresiz, bıkkın yaşamaya çalışan insanlar vardı Anadolu’da.
Şimdi, savaşları kitaptan okuyorsunuz diyorlar ya, evet kitaptan okuyorum; ama o günleri hissederek yaşayarak okuyorum. Empati kurmasını iyi bilir çok okuyanlar. Yeni baştan yaratılması gereken enkaz halinde bir ülke vardı o kuruluş yıllarında. Savaş dönemi idi. Nüfus iyice azalmış, zor şartlar yaşanıyordu. Osmanlının yavaş yavaş yok oluşunun derin kaygıları hakimdi Anadolu insanında. Kıtlık ve imkânsızlık içinde süren yaşamlar vardı. Hemen hemen her evden çıkıp giden ve geriye dönüp dönmeyecekleri belli olmayan evlatlar, babalar uğurlanıyordu. Ülkeyi esaretten kurtarma yolunda büyük bir uyanış vardı fukara insanlar üzerinde. Köylüsü kentlisi bir olup cepheye cephane taşıyorlardı sessiz ve geceden geceye…
İngiliz emperyalizmine, Yunan zülüm ve işgaline karşı Mustafa Kemal Atatürk’ün akılcılığı, çözüm üretme yeteneği, güçlü önsezileri, bilgi yüklü askerlik deneyimi ve başkomutanlık yetenekleri sayesinde ve aralıksız 5 gün süren savaşın galibi olarak Yunan ordularının çöküşü ve bu büyük başarı anlarını hissederek yaşadım yazarken. Savaşın ve felaketin korkunç büyüklüğü beni oldukça duygulandırıyor. Tüylerim diken diken oluyor mesela, gözlerim dolarak yazıyorum resimlere baktıkça ve şehit olan askerlerimizi gördükçe.
Kurtuluş Savaşının kaderini yazan bir zafer kazanılmıştı sonunda. Bu başarı her yıl bir gün değil beş gün boyunca kutlanmalıdır aslında. Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarına ve bu davaya gönül veren askerlerimize ve Türk insanına şükranlarımızı ve saygımızı sunmalıyız her 30 Ağustos’da. Bize zor şartlarda kazanılarak bırakıldı bu ülke… Bu kutsal mirası koruyup kollamak gibi bir görevi olmalıdır her Türk’ün.
Bu zafer bize Lozan Anlaşmasına giden kapıları açmıştır.
Bu zafer emperyalist güçlere Serv Anlaşmasının uygulanamayacağını göstermiştir.
Bu zafer tüm dünyaya, Türklerin esaret altına alınamayacağını göstermiştir.
Bu zafer bağımsızlığımızın bedelini kanla ödediğimizin kanıtıdır.
Bu savaşla Türk ordusunun çok güçlü olduğunu, savunma taktiklerini çok iyi bildiklerini ve de süvarilerin savaşa koşmasını emperyalistlere göstermiştir bağıra bağıra.
Bu savaşta, oldukça başarılı subay ve komutanlarımızın var olduğunu ve önemli bir rol oynadığını göstermiştir tüm emperyalistlere.
Mustafa Kemal Atatürk, bize miras olarak bıraktığı bu ülkede başarılı olmanın öncülüğünü göstermiştir. Bunu devam ettirmek siyasilerin görevidir aslında. Ama ne üzücüdür böylesi bir başarıyı devam ettiren siyasetçiler günümüz de yok gibidir.
Mustafa Kemal Atatürk anılarında aynen şöyle ifade eder;
“Efendiler, Afyonkarahisar-Dumlupınar Meydan Savaşı ve onun son safhası olan bu 30 Ağustos Savaşı, Türk tarihinin en önemli dönüm noktasını oluşturur. Millî tarihimiz çok büyük ve çok parlak zaferlerle doludur. Fakat Türk milletinin burada kazandığı zafer kadar kesin sonuçlu yalnız bizim tarihimize değil, dünya tarihine yeni bir yön vermekte kesin etkili bir meydan savaşı hatırlamıyorum. “
Mustafa Kemal Atatürk bu savaşta savaşırken söylediği gibi,
“Allah Türk Milletini ve ordusunu koruyacaktır”
|