Düş kurmaya zaman ayırırken, heran bir şeyler aramıza giriyordu; düşlerimi uzun uzun yazmayı planlarken, ille de birşeyler o büyülü ortamı bozuyordu; uygun ortam yaratamadığım da düşlerimi gerçekleştirmeye daha zaman var diye geçiştiriyordum. İlk zamanlar kızım Başak’ın küçük olduğunu ileri sürerken, şimdi de okula gidiyor olması bahanemdi. Bu durumum tüm yaşamımı ona endekslememe sebep oluyordu. Bir taraftan da iş hayatım zamanımı alıyordu. Bazende bilgisiz insanlara kafa yormaktan düşünemiyordum. Kendimi saçmalık derecesine öyle bahanelerle ihmal ettim ki, düşündükçe kendi kendime gülüyorum.
Aklım, gerek toplum içinde gerek özelimde bana yapmak istediğimi yapmamı emretmeye başladı. İç dünyam hadi hadi diye göğüs kafesimi yumruklayıp duruyordu bu son günlerde. Keyfime göre davranma kararımdan emin ve akıllılık olarak düşünmem ortamı uygun hale getirmemi sağladı. Üç dört günden bir şey olmazdı, kendime de vakit ayırmalıydım.
Arkadaşım Nazan ile önce Ankara oradan da Eskişehir’e gitma planımız vardı. Tek yapmamız bu planı biran önce eyleme geçirmekti. Hızlı bir şekilde programımızı yaptık. Kendimi büyük bir arzuyla bu kısa gezintiye kaptırıverdım. Benden bir gün önce giden arakadaşımla Cuma gününden Kızılay Güvenpark’ta buluştuk. Mağazalara bakınırken Yahya bey aradı. Kısa bir görüşmenin ardından bizi iş yerine davet ederek adresini verdi. Verdiği adrese gittik. Daha sonra öğlen yemeğini hep birlikte sohbet ederek geçirdik. İtiraf etmeliyim ki tercube bana hep bir şeyleri öğrettiğidir. Efece haber’in bize kazandırdığı deneyim ve tecrubenin yanında en geçerli bulduğum bir anlamı daha vardı. Geçen bu dokuz yıllık süre içinde bir insanın işine olan tutkusu ve azmi idi. Yahya beyin azmine ve bu haber sistesine olan tutkusuna hayranım. Ayrıca ülkemizde ihanetlerin her tarafı sardığı bir dönemleri yaşıyorken böyle kadirşinas kişiliği her zaman güven veriyordu. Oldukça fazla emek verdiğini görüyor ve bu emeği severek yaptığını hissedebiliyordum. Atatürk ilkelerine bağlı oluşu ülkesini seven erdemli bir insan oluşu ile aksini zaten düşünemezdim. Öğle yemeğini yerken bir yandan Ankara’nın güzel havasını solumak ve sohbet etmek keyifli olsa da gitme saatimiz yaklaşıyordu. Geçmişten, gelecekten, hayallerden, siyasetten, umutlarımızdan, ordan burdan bahsettik. Zamanı durdurmak mümkün değildi . Anıtkabir’e gitmek için güzel geçen anı yarıda kesmek zorunda kaldık ve Nazan’la birlikte Yahya bey ve Yeliz hanımdan ayrılarak Anıtkabir’in yolunu tuttuk.
Anıtkabir oldukça kalabalıktı. Bu sene her kesimden yoğun bir ilgi gördüğü söyleniyordu. Son yıllarda yaşanan terör olaylarında artık bu ülkenin kurtuluşunun Atatürk ilkeleri ve inkilaplarına sarılmaktan geçiyor olduğu siyasiler tarafından anlaşıldı galiba. Azımsanamayacak kadar büyük bir hayran kitlesi vardı ve bu ülkede Atatürkçülük karşıtı olmak akılsızlıktan başka bişey olmasa gerek. Bir kadın olarak sahip olduğumuz bütün haklar onun sayesindeydi. Bu ülkeyi yokluktan tükenmişlikten çıkarıp yeniden inşa etmişti. Hala daha liderliğini sürdüren, fikirleriyle, söylemleriyle öncülük yapan ve her daim var olan, ölümsüzleşen başkomutanımızdı. Sonsuz minnet ve saygı ile andık ve duamıza da yaptık tüm kalbimizle. Aynı zamanda bu kadar çok yoğun ilgi ve alaka oldukça etkileyiciydi, gurur duydum, onure oldum. İnsanların büyük bir sevgiyle, aşkla gelerek dolup taştığını, coşkuyla dopdolu tüm kalplerin, saygı bulutlarını delerek, güneşin parıldayan minnet ışınlarını
görmekten daha büyük bir mutluluk yoktu hiç şüphesiz. Dünyada acaba varmıdır böylesi ilgi gören ve izinde gidilen başka bir lider? Anıtkabir’in havasını soluklarken ve savaş dönemlerini düşünürken; vatan aşkını, bayrak aşkını yaşadık geçen her anımızda. Güneş batarken, Anıtkabir’e o göz kamaştıran kızıl, turuncu ışınlarını yansıtması ve Mustafa Kemal Atatürk’ün o derinden gelen etkileyici sesini dinlemek tüylerimizi diken diken ediyordu.
Günün akşamı ve ilerleyen saatlerinde arkadaşımız Ekin’in evine gittik. Küçük oğlu büyüyüp üçbuçuk yaşında olmuştu. Her çocuk gibi çocukluğu üzerindeydi. Masum, kötülük nedir bilmeyen küçük meleklerdendi. Başak’ın yokluğunu onu severek gidermek bir nebze keyif verici oldu. Çocuklu olmam mı yoksa çocukları seviyor olmam mı büyük bir sevgi hissiyati oluşturuyordu bende. Genede neşeleneceğime hüzünleniyordum. Düşünüyorumda kızım yanımda olmadan seyahate çıkmak benim için büyük bir cesaret.Yokluğunu hissetme duygusunu ömür boyu unutmam heralde. Evlat kokusu cennet kokusudur muhtemelen. Şuanda hissettiklerim daha önce dikkatimi çekmemişti üstelik. Her yeni bir şeyi yaşaya yaşaya öğreniyorum. Ömür geçtikçe kimbilir daha neler neler öğreneceğim. Evlat sevgisi insan kalbinin tadabileceği en gerçek mutluluk olduğunu artık biliyor ve hissedebiliyordum. Onsuz geçen anlarımdaki kısa eğlenceler,ilgimi çeken her eğilim ve sohbetler benim için bir aldatmacaydı. Aklıma geldikçe özlemim artıyordu. Zaman geceye doğru yaşadıklarımı sile sile ilerliyor gibi geliyor ve düşlerime giriyordu…
|