Doğaya baktığım zaman; bize sunulan bütün güzelliklerin sergilenmesi, yerlerdeki çınar ağaçların yaprakları, bu fani yaşamıma hem ilham katıyor hem de renklendiriyordu. Sonbaharı iyiden iyiye hissettiriyordu Ekim ayı. Derimi kurutarak parmaklarımı zayıflatan bir soğukluk, içimi üşüten tuhaf bir burukluk yaşıyorum bu günlerde…Sonbahar hem tabiatta hem de yüreğimdeydi…
Kızım, hafta sonunu arkadaşı ile birlikte geçirmek istiyordu. Bir gün öncesinden sözleşmişlerdi. Ruhum bu ayın etkisiyle en dibe vuran anlarını yaşıyordu. İnsanın kime güveneceğini bilmediğimiz günleri yaşıyoruz. Yöneticiler hastalıklı bir dönemi bizlere yaşatırken bu hastalığın insanlara da bulaştığını günbegün görüyordum. Her geçen gün alınan kararlar verilen hedefler oldukça can sıkıyor, herkes kendini kurtarabilmenin derdi içindeydi. Bir güvensizlik havuzunda yüzüyor gibiyiz. İş ortamı insanı fazlasıyla germeye başladı. Hasta ruhlu siyasetçilerle gün yüzüne çıkan hasta ruhlu yöneticiler ve sonunda hastalıklı bir toplum yaratılıyor gibiydi.. Ne yazık kı bu hastalıklı durumları görecek göz yok gibi insanların çoğunluğunda. Bir yerlere sürükleniyoruz, bekleyip neler neler göreceğiz…
Farklı bir ortamda bulunmak ruhuma iyi gelir düşüncesine her zaman inananlardanım. Doğaya çıkmak gibi mesela. Yürüyüş yapmak mesela. Bu inancım Başak’ın sesine kulak vermeme etken oldu. İstediğini yaptık ve arkadaşının mekanına gittik. Açık havada kızlar bir araya gelir gelmez oyunu kurdular hemen. Ne tuhaf bir durum. Kızları gözlemledikçe, çocukluğumun izlerini görüyor geçmişimin ayak seslerini işitiyordum. Çocukların güle oynaya oynamaları ise anılarıma götürüyor, geçmişime dönüyordum sık sık, o güzel günlere…Geçmişi yeniden yaşamak, geçmişe dönmek çok çok uzaklardaydı… İmkansızdı. Ama yaşamın gerçeklerini unutmanın tek çaresi geçmişe sığınmaktır, belkide. Saf kaygısız geçen sevinçler, gülümsemelerimiz şimdi ruhuma huzur veriyordu anımsadıkça… Yaşam çizgimizde, okyanusun dalgaları arasında insan olmanın erdemiyle ve görevlerimizin bilinciyle kaderimizi kendimiz belirledik ve çınar yaprakları gibi ordan oraya sürüklenip durduk hep.
Çocukların ise çok güzel saf ve tertemiz bir dünyaları vardı. Biz büyüklerde, çocuk gözüyle görsek dünyayı , yaşam nasıl olurdu? Bu kirlenmiş dünyanın halinden daha temiz olurdu, kimbilir. Yüreğimiz nasır bağlamazdı ve kötü düşüncelerden uzaklaşırdık. Her neyse. Çocuk kendine çocuk arar hiç şüphesiz. dünyanın en güzel gözü çocuklarda. en temiz yüreği gene çocuklarda. Yaşamı soluyarak böyle yaramazca öğrenecekler. En gizemli köşelerine anılarını biriktirecekler. Hazineleri olacak en değerlisinden. Hep böyle çocuk ruhuyla büyüsünler diyelim.
Çocuklar bir günlük hikaye yaşıyorlardı. Kocaman hikaye… Çocukların ne güzel hayalleri ve rüyaları var. Oldukça sanatsal. Yetenekliler. Oyun yazıp oynuyorlar. Zamanımızın en değerli oyuncuları bunlar ya. Gezici tiyatro oyuncuları gibi. Hem eğlenip hem de zevk alıyorlar. Doğallar da. Aynı duyguları aynı sevinçleri paylaşmaları ne de güzeldi. Çocukluğun bütün nimetleri üzerindeydi. Oysa bizim hikayemiz öyle hızlı yaşandı ki. Bir çok şeyi fark edemedik bile…
|