İç dünyama döneyim diyorum. Koskoca bir boşlukla karşılaşıyorum. Kabüs gibi geliyor bazen. Ah bu boşluk! Arada sırada böylesi anlara düşüyorum nedense. Neden düşüyorsam! bilmiyorum. İç dünyam kocaman bir sıfır sanki. Şöyle ucundan tutup büzerek boşluğu yokedesim geliyor. Veya bir köşesinden tutup diğer köşesine katlayıp bir kenara sıkıştırasım geliyor. Veyahut yumruğumu bastırarak içini doldurasım geliyor.
Allah biliyor ya kaç kere böylesi duruma düşmüşümdür. Aniden. Düşerim içine nedensizce. Bazen kafamı yastığın üzerine koyarak uykuda vakit geçirmişimdir. Bazende suçlayacak birilerini aramışımdır. Ah keşke şuanda suçu Eylül ayına atabilsem veya havanın yazdan sonbahara, tenimi ısıran geçişine veyahut da sonuçlanmasını beklediğim ama henüz sonuçlanmayan girişimlerime yükleyebilseydim. Belkide gerçek suçluyu hiçbir zaman tespit edemiyeceğim.
Düşünüyorum. Eskiden herşey daha mı yolunda gidiyordu? Daha mı az belirsizliğin içine düşerdim? Daha mı küçük şeylerden mutlu olurduk? Daha daha! Bırak, kendiliğinden düzelir herşey diyorum. Bütün mutluluğumuzun kaynağını iç dünyamızda aramıyor muyduk? Daha huzurlu duygular içinde yüzüyorduk oysa. Şimdi ne tarafa bakarsak bakalım, çözülmeyi bekleyen sorunlar çıkıyor karşımıza. Sorunun en temel kaynağı zaten insan değil mi? Olan biten herşeyin sebebi. İnsanın bütün enerjisini tüketen! Cenneti cehenneme dönüştüren yegane varlık. Belkide tek suçlu kendimiz. Bütün mutluluğun kaynağı içimizdeyken, bütün mutsuzluğun kaynağı da içimizde.
Pencereden doğru karşı vadiye her baktığımda muhteşem bir doğa görüyorum. Bütün renkleriyle olağanüstü bir tablo gibi. Allah’ın kurmuş olduğu ilahi bir düzen var doğada. Bizde bu düzenin bir parçasıyız. Çoğu zaman kendimi doğaya bırakıp toprağın üzerindeki ağaçlar gibi rüzgara kendimi bırakmak; uçan kuşlar gibi özgürce dolanmak; susuzluktan kurumaya yüz tutan bir sebze gibi Allaha yönelerek yağmuru beklemek nasıl bir şeydir acaba. Ya da hiçbir şey beklemeden yaşamak. Her şeyi oluruna bırakmak daha mı iyidir.
Güneş sessizliğini koruyarak, en hafifinden ışıklarını vuruyor yeryüzüne. Bütün anlık hazlar kalbimden beynime doğru hucüm ediyor. Küçük şeylerden büyük haz almaya alıştırdım kendimi. Bana canlılık veren gücü şuan kaybetmiş olsam da gözümün önümde duran o muhteşem tabiat beni keyiflendirerek haz vermeye devam ediyor üstelik. Düşünüyorum! Bazen de düşünmüyorum! Bütün olan biten herşey ruhumda, beynimde, kalbimde…
Bir trene binmiş gibi yol alıyorum. Çok uzaklara gitmeden, çok derinlere inmeden , hep yakında, hep yüzeyde, hep an da kalmak bazende en doğrusu. Ah bu ruhum! Kendi kendime ihtarı çekiyorum böylesi işte. Her şeyi sabırla beklemeyi de öğretiyor yaşam. İç dünyamım ses verdiği şükran duygularını dinliyorum bu defa…
Nurcan ŞEN
|