Her zaman değil, ama bazen illaki.
Öyle şeyler gelir ki başımıza “ya bırak şimdi pireyi, sen yorgana sarıl sıkı sıkı” demek olmaz. Çünkü o minicik pire asla yorganı terk etmeyeceği gibi,yorganı da seni de yer bitirir. Nitekim anlarım ben o cins pireyi gözünden. Ben anlamasam da vücudum anlar, kaşınmaya başlar. Geceleri uykumdan katur kutur seslerle fırlarım. Anlarım ki pire işbaşında kemiriyor bir yerleri. Hele beynimi kemirmeye geldiyse iş. İşte orda “dur bakalım pire kardeş” deme zamanıdır. Ya sen ya ben ya da yorgan gidecek buradan.
E böyle durumlarda olan yorgana olur. Yorgan gider sorun biter.
Dün böyle bir gündü benim için. İş hayatımın en sıkıntılı gününü geçirdim. Elimde kibrit yakmaya hazır bekliyorum. Pire başta beni ciddiye almadı, döndü sırtını kemirmeye devam etti. Sonra kibritin alev alma sesini duyunca panikle döndü. Gözleri çakmak çakmak olmuş beni ve elimdeki alev topunu gördü. “ aaa ben şaka yapıyordum canım, hadi sen akıllı kızsın konuşup çözelim şunu” dedi. Ama benim konuşma zamanım doldu çoktan. Şimdi sonuçları görme zamanı.
Bu kadar kötü psikoloji ile eve gidip çocuklarıma sarılmak istedim. Havada hafiften bir yağmur, biraz serin bir rüzgâr. Derin bir ohh çekip sıkıntılı dünyamdan uzaklaşmış hissettim.
Ama iki gündür kendi derdime düşüp yine Dünya’yı unutmuşum ben. Arkamı döner dönmez kıyametler kopmuş. 31 Can körü körüne son bulmuş. Yağmacılar, araçlarında sıkışıp kalmış canları çıkarmak yerine kasalardaki açılmamış mallardan çeyiz düzüyor.
İnsan hayatının bu kadar değersiz, bir insanın bu kadar acımasız olabileceğini görmek iliklerime kadar ürpertiyor beni.
Az önce yolda yürürken üzerime düşüp beni rahatlatan damlalar sel olup can alıyor. Hoş, can alan yağmur mu ihmal mi sormak lazım birilerine ama. Muhtemel o birileri yorganlarına sıkı sıkı sarılmış uyuyorlardır şu anda. Pirelerle yaşamaya ses çıkarmayan yöneticiler, bürokratlar,
yağmacılar hep beraber doluşmuştur her yanı delinmiş o yorganın altına.
Olan benim 31 Can’ıma oldu yine.
İki telli basın ekspres yolu, ayamama deresi, Suçlu sensin, sen taşmasaydın bunlar olmayacaktı. Boş ver niye taştım ben sorusunu, onun cevabını daha çok tartışırız köşelerimizde, yorganlarımızın altında.
İki günlük bu yağmurun bilânçosu 31 can ve yaklaşık 100 milyon dolarlık maddi zarar. Giden canlar geri gelmez, acısı dinmez. Ama kalanlar için mal canın yongasıdır. Şimdi o kadar büyük zarar nasıl karşılanır onu düşünmek lazım.
Bir sigortacı olarak ekranda üst üste binmiş araçları, ortalığa saçılmış malları, yıkılan köprü ve yolları, su basmış ev ve işyerlerini seyrederken aklımdan geçen “sigortası var mı acaba?” sorusu oldu. Pek çoğunun olmadığına eminim. Olanlarında eksik sigortalanmadığını ümit ederim.
Ne demek eksik sigortalanmak ?
Hani arabanızı kasko yaptırmaya karar vermişsinizdir. Ama bütün sigorta şirketlerini dolaşıp en ucuz fiyat alma eğilimindesinizdir.
Sigortacı derki “ en son fiyat bu, full teminat”. Sen dersinki “ya deprem teminatını çıkar, sel baskınını da çıkar, ferdi kaza en düşük neyse onu yap, aracın değeri de fazla onu da düşür….” Sonunda fiyatı cebinize uygun hale gelir. Ama poliçe koca bir HİÇ’e döner. Ve maalesef bazı meslektaşlarım “hiç yoktan iyidir” mantığıyla, görevlerinin kutsallığını düşünmeden bu sakat poliçeleri satmaya razıdırlar.
Şimdi binlerce kişi sigorta şirketine başvuracak ve hasar tazminatı isteyecek. Ve pek çoğuna “ Üzgünüm sel baskını teminatınız yok” denilecek. Sonra “bu sigorta şirketleri böyledir, ödemezler” genellemesi yapılacak.
Biraz bilinç lütfen. Poliçeyi satın alan ne satın aldığını bilsin. Poliçeyi satan ne için orda oturduğunu ve meslek etiğini öğrensin.
Ben böyle zamanlarda ne kadar anlamlı bir iş yaptığıma bir kez daha inanırım. Ben riski bölüştüren kişiyim. Sağlıklı bir poliçe satın aldıysan senin zararını ödeyip, cebinden çıkanı geri koyuyorum.
Deprem, sel baskını, gibi katastrofik riskler bir devletin mali yapısını bir anda altüst edebilecek büyüklüklerde zararlar demektir. Sigorta, riski devletinde üzerinden alıp dünyaya bölüştüren bir anlayışla çalışır. Yani sigorta şirketi sizden satın aldığı riskinizin bir kısmını yurtdışına, Reasürör firma dediğimiz daha büyük bir güce devreder. Hasar anında Reasürör firma kendi üzerinde taşıdığı risk oranı kadar kısmın hasarını öder, kalanını sigorta şirketi öder, ondan da kalanını siz cebinizden ödersiniz. Sigorta risklerin dağıtılmasıdır.
Şimdi bu 100 milyar dolarlık zararın tamamı sigortalı olsaydı herkes payına düşen oranda zararı bölüşmüş olacaktı. Bireylerin de, devletin de mali yapısı sarsılmayacaktı. Maalesef ki sonuç böyle görünmüyor. Birilerinin cebi yanacak.
Şimdi millet olarak yorganın altından çıkma zamanı. Bu büyük acının ardından herkes payına düşen dersi alsın. Yakılacak ne kadar pire, yorgan varsa yaksın. Yoksa biz yanmaya devam edeceğiz…
|