Yoksullarla Dayanışma Haftası…
Günlerdir ajandamın haftalık yapılacak işler listesinin başında bu cümle yazıyor. Yoksullarla dayanışma haftasına uygun bir yazı yazmak. Yazamıyorum, tıpkı dünya kadınlar gününde yazamadığım gibi. Bu şekilde sınıflandırılmış, sıkıştırılmış, etiketlenmiş günlere bir tepkim var içerde bir yerlerde. Bazen başlıklar korkutur beni, oradaki sınıflandırılmanın içinde olmak utandırır, sıkar. Kaçmak isterim, şaşkın, çaresiz “benim burada ne işim var” bakışları atarım etrafa. Bir delik ararım kafamı gömecek. Bu hafta da benim için onlardan biri.
Kiminle dayanışacağız bu hafta. YOKSULLARLA. Yoksul kim, ne ye göre, kime göre yoksul. Aç olanı mı kastediyoruz, muhtaç olanı mı, hakları elinden alınanı mı, birileri şişerken küçülen tarafımı… Bir şekilde yoksullaşmalarına sebep olduğumuz grupla dayanışmaya geçiyoruz bir hafta boyunca, ne ala.
Koca bir balon elimizdeki, hayat denilen balon. Ortadan sıksan bir iple iki eşit baloncuk oluşur. Ama illaki bir tarafın lehine adaletsiz bir boğum vardır. Yani bir taraf şişer, büyür diğer taraf küçüldükçe küçülür. Ama ne kadar büyürse büyüsün balonu bıraktığınızda şişkin tarafa doğru devrilir balonun tamamı… Denge bozuldu mu iki taraf da risk altındadır yani.
Sen şişmeye devam edersin biri küçülürken. Ama içinde korkunda büyür, güvenliğin, geleceğin tehlikededir artık.
Yoksullukla ilgili beni çok utandıran bir anım var. Bunu hayatımda ilk kez paylaşıyorum.
Orta birinci sınıftaydım. Çok şiddetli bir kış geçiriyorduk. Bana, şeklini, rengini hiç ama hiç sevmediğim bir çift çizme almıştı ailem. Her sabah onları giymemek için kıyametleri koparırdım. Sonra çocuk aklımla harika bir fikir buldum. Ayakkabılarımı bir poşet içinde bahçemizin bir köşesine sakladım. Annem çizmelerimi giydirip beni okula uğurluyordu. Bende bahçe kapısına kadar gelip, ağacın altından ayakkabılarımı çıkartıyor, çirkin çizmelerimle değiştiriyordum. Okula gidene kadar dizlerime kadar kar, çamur, üşümüş ve kirlenmiş olarak sınıfa giriyordum. Ama umurumda değildi. İstediğimi yapıyordum ya.
O günlerde okulda matematik öğretmenimiz kendini yoksul çocuklara yardıma adamıştı. Ortada büyük bir gururla salınarak “sen gel bakıyım” diye birini seçiyor, sonra o çocuk üzerinde “ben yeniyim” diye bağıran etiketli giysileriyle sınıfa geri dönüyordu. Bütün sınıf “ooo kızılaydan mı giyindin sende…” gibi çocuk dünyasının acımasızlığıyla laf atıyorlardı. Aklımda o çocukların, o yepyeni giysilerin altında ezilmiş, mahcup bakışları kazınmıştı. Yoksul olmaktan utanıyorlardı, ama o yeni giysileri taşımaktan daha çok utanıyorlardı. Evet, artık ayakları, vücutları üşümüyordu ama kalpleri donuyordu. Bende onlarla üşüyordum.
Ben bir köşe de onları utandıranlar adına utanırken “sana diyorum duymuyor musun” dedi biri.
İrkilerek bana seslendiklerini duydum. O Öğretmen beni tepeden tırnağa kadar süzerek, çamurlu, ıslak ayaklarımda kitlenmiş halde bana sesleniyordu. “Benimle gel dedi bana.”
Korkmuş, şaşırmış bir halde onu takip ettim. Öğretmenler odasına girdik, bütün öğretmenlerimiz oradaydı. Hepsinin ayaklarıma baktıklarını görünce çok utanmıştım. Ama asıl, köşedeki yardım için gönderilmiş giysilere doğru yönelip “kaç numara giyiyorsun “ dediğinde dünya başıma yıkıldı sanki. Önce ayaklarıma sonra, suratlarında iyi bir şey yaptığına inanan bir grup eğitimcinin buruk gülümseyişine takıldım. Yanaklarımın kızarıp, kulaklarımın uğuldadığını hatırlıyorum. Çok utanmıştım. O anda utandığım yoksul olduğumun düşünülmesiydi. Hâlbuki ben çok zengin olmasa da orta halli bir ailenin şımarık kızıydım sadece. –Büyüdükçe aslında utanılması gereken şeyin bu tür yardımların bu kadar göz önünde yapılması, çocuk psikolojisinin bu kadar hiçe sayılması olduğunu fark edecektim gerçi-
Sadece “öğretmenim istemiyorum, benim ihtiyacım yok, benim babamın parası var” dediğimi ve kendimi öğretmenler odasından dışarı attığımı hatırlıyorum. Tuvalete gidip hüngür hüngür ağlamıştım.
- O günde sonra bir daha hiçbir şey için “bu çirkin giymem” demedim.
- Bu olayı ailem dâhil hiç ama hiç kimseye anlatmadım, ama hep hatırladım, her hatırladığımda o anın utancı kapladı her yanımı
- O günden sonra o öğretmenimi bir daha sevemedim, onun derslerinde başarı ortalamam düştü
- O günden sonra yoksul olmanın, insanların sana yoksul olduğunu haykırarak yardım etmesinin ne kadar korkunç bir şey olduğunu öğrendim.
- O günden sonra birine yardım edeceksen, bırak başkalarının gözü önünde yapmayı, kendisinin bile anlayamayacağı kadar hassasiyetle, özenle yapılması gerektiğini öğrendim.
- O günden sonra birilerinin hep yoksul kalacağını birilerinin bu durumu hiç umursamayacağını, birilerinin bu yardımları reklâm için yaptığını öğrendim.
- O günden sonra sahip olduğum her şeyi paylaşmanın ama sadaka verir gibi değil, kardeşine verir gibi içten olması gerektiğini öğrendim.
-
İşte böyle sevgili dostlar… Hani psikologlar derler ya “şimdi çocukluğuna dönelim, bakalım orada bize cevap olacak neler bulacağız…”
Gördünüz mü bende çocukluğuma dönünce “Yoksullarla dayanışma haftası” nın neden beni bu kadar rahatsız ettiğini çözmüş oldum. Tam 27 yıl sonra duvarlar içine hapsettiğim utanç anımı parçaladım. Utanması gerekenin ben olmadığını gösterdim kendime. Dilerim böyle anları gerçekten yaşamak zorunda kalan o çocuklarda bundan dolayı utanmaktan vazgeçer ve özellikle yardım yapacak insanlar hayatlarıyla ilgili güzel dersler çıkartırlar, bu yazımdan.
|