Tahtadan bir kaykayımız vardı ağabeyimle, altında bilyeli tekerlekleri gacur gucur ses çıkartan. İpine asılıp tepeye tırmanmaya başladım. Ben küçüktüm, kaykay ağırdı.
Yol dik ve uzun ben inatçı. Yaşımdan büyük işlere meraklı. Tepenin üstüne çıkıp orada ve sonrasında ne var görmeye hevesli. Beden küçük aklından geçenler büyük.
Geldim en tepeye baktım keyifle önüme. Harika bir yokuş, sonra daha da büyük bir tepe. Aman ağzımın suları aktı. O karşı tepede olsam keşke. Kim bilir ne güzel bir manzara beni bekleyen...
Atladım kaykayıma bıraktım kendimi bayır aşağı. Beş yaşındaydım. Hayatı keşfetme açlığındaydım. Bayır aşağı indiğimde baktım çocukluğum geçmiş, ergenlik dedikleri dönem gelmiş. Kaykayımın ipi elimde .Zaman harcamadan tırmanmalıyım şu önümdeki koca tepeye, Bir çıkayım, bakayım hayat denilen nasıl bir şey?.
Bu tepe daha da mı dik ne?. Her an değişiyorum. Vücudum başka şekilde ruhum başka, Kozadan çıkan kelebek sancısındayım. Ama öyle de inatçıyım. Yolum uzun…
Geldim en tepeye… Amannn bu da ne.
Bitmiyor bu tepeler, yokuş aşağı bırakıyorum kaykayımla kendimi. Yaşım 20.
Büyüdün dedi birileri. Bir tek dizlerim kanardı eskiden, ilk kez kalbim kanadı. Aşkı buldum, savruldum. Ben her geçen gün başka bir ben oldum. Ama kaykayım elimde. O kadar inatla tutundum iplerine, dünya denilen şeyi keşfetme derdinde. Yolum uzun, zamanım az, Rüzgâr da savrulan yaprak gibi indim çıktım yokuşlardan.
Hayata, kendime, toprağa tırnaklarımı geçirdim. Kanayan dizlerim, kalbim oldu, Coştukça coştum, taştıkça taştım. Akarsuyun taşıdığı yivli toprak oldum. Biriktirdim, taşıdım, sürükledim, sürüklendim. Biraz yolda kaybettim, daha çoğunu kendime kattım. Aktım aktım aktım…..
Anladım ki her on’lu yaş döneminin ilk beş yılı tırmanmak, son beş yılı kaykayın üzerinde hızla kayıp gitmek demek. İlki sancılı bir hesaplaşma kendinle ve hayatla, İkincisi “ eee ne oldu şimdi, bitti mi?” demek, şaşkınlıkla.
Velhasıl dostlar bir içindeyiz çemberin bir dışında. Bir başındayız yolun bir sonunda. Hani arada bir nefeslik boşluk yok “nerden geldim, nereye gidiyorum “demek için.
Bir tekkkk…
Bir tek kırk yaşına koymuşlar bu mola yerini haberiniz var mı?
Oraya geldiğinde, hatta yaklaştığında “ hoppp ,ağır ol bakalım , bir soluklan” diyor insan kendine. Şöyle bir bakıyor geçmişine: “ yahu in çık, in çık bir şey anlamadım ben bu geçen ömrümden, o kadar çabuk tükettim ki her şeyi, Bedenim bir tomurcuk tu, şahane bir çiçek açtı şimdi solma dönemi mi yapraklarımın… Ne kadar sevgi, dost, acı, mutluluk tükettim bir solukta. Daha dün gibi ilk yokuşa tırmanma merak ve heyecanım….
Oy oy nerde unuttum kalp çarpıntılarımı, hayallerim hangi yokuşun ardında kaldı. En sevdiğime hangi tepeye tırmanırken veda ettim. Durup üzülecek, sevinecek zamanım hiç mi olmadı. Onca yaşanmışlıkla ben nasıl baş ettim…”
“Hadi olan oldu, geçen geçti tamam da, gücüm var mı aynı tempoda bir 40 yıl daha koşturmaya, e ne anlamı olacak o zaman yaşamış olmamın kendimi tekrardan başka…”
Şimdiiii
Şimdi dur orda. Aç kulaklarını dinle bakalım, oyunun kuralını yeniden yazalım.
Bir düşün önce niye buraya konmuş bu mola yeri, niye gözüne sokarcasına şifreler düşmüş dört yana
Ne diyor şifreler;
Bunu anlaman için kırk fırın ekmek yemen lazım.
Kırk kere söyledim sana!
Bir kahvenin kırk yıl hatırı vardır.
Kırkından sonra azanı…!
Kırk hadis.
Yörüğün evini bir katır taşır, keyfini kırk katır taşıyamaz.
Dört Kapı Kırk Makam şeklindeki kâmil insan olma ilkelerini Hacı Bektaşi Veli’nin tespit ettiğine inanılır. Hacı Bektaşi, "Kul Tanrı’ya kırk makamda erer, ulaşır, dost olur" demiştir…
Kırk..Kırk.Kırk….
Bir anahtar bu kırk. O kapıya geldiğinde söyle şifreyi geç kırk haramilerin hazinesine…
Kırk olgunluk çağıdır. Nirvana dır. Ömrünün her yılı 1 gündür. 40. Gün senin gönül kapılarının açılma günüdür.
Hadiii rahatla biraz. Düşünsene yapabileceğin bütün yanlışları yaptın, bütün pişmanlıkları duydun, bütün hesaplarını verdin şimdiye kadar, İncitmekten korktun, içine attın, bastırdın, sen olmana asla izin vermedin, belki hep başkaları için yaşadın, belki hep kendin için. Belki bundan memnunsun ya da değilsin, Velhasıl içini dışını en iyi sen biliyorsun artık. Hesaplaşma dönemi bitti
Artık istediğini yaşama dönemi, kendin için, önünde kalan yokuş ve tepeler için bütün kuralları sen koyarsın
KİME NE!
Hey sen Kırk yaşındaki!
FARKINDALIĞININ EN TEPESİNDESİN HABERİN VAR MI?
Mutlu olmak için saçlarına değen yumuşacık bir el yeter, sevgiyle paylaşılmış bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı da o yüzden.
Tam bu yaşta öğrenirsin hayatın içinde hem başrol oyuncusu hem de figüran olduğunu, Yani HEP ve HİÇ in aynı olduğunu.
Bu yaşta affetmeyi öğrenirsin ve anlarsın yıllarca omzunda gereksiz ne kadar kırılgan anlar taşıdığını. Onları bu kadar kolay üzerinden atabildiğini gördüğünde özgürleşirsin, dik duruşun geri gelir yirmili yaşlarından.
Acılarla, mucizelerin iç içe olduğunu anlarsın ve o anda konar gözlerine beş yaşın afacan pırıltıları.
Artık o kadar iyi tanırsın ve güvenirsin ki kendine “ SENİ SEVİYORUM” demek karnına ağrılar sokmaz, Otuz yaşının en çekici ifadesini takar yüzüne, sarılırsın gerçekten sevdiğine.
Hey baksana, Gençleşiyor musun ne!
Ben gençken böyle genç olmadım mı diyorsun. Eee işin sırrı bu ya zaten.
Bedeninle ruhun aynı dili konuşmaya ancak kırkında başlar. Bedenin gençken ruhun koskoca bir hayatı nasıl yaşayacağının hesabı ve yorgunluğundadır. Yaşlandığında hayatı nasıl yaşamak istediğini anlamış ama bedenini hastane koridorlarında bırakmış olursun.
Ama şimdiii. KIRK Yaşındasın.
Geçmişinin derslerini alıp kendine korunaklı bir merdiven yapıp öyle geçersin diğer tepeye(lere). Ya da uslanmaz kaykayın üstünde bırakırsın kendini bayır aşağı yine.
Aynı hızla, aynı boş vermişlikle…
Öyle bir yaştır ki Kırk. En tepedeki, en muhteşem manzaralı taraçada gün batımını seyretmektir. Güneşin doğuşunu izlemektir. Geçmişin güzellikleri ile geleceğin umut dolu bilinmezliğine gülümsemeyle baktığımız noktadır. En güçlü olduğumuz, kendimizin ve hayatın en farkında olduğumuz noktadır. Korkuların yerini “her şeye hazırım” duygusunun aldığı noktadır. İçimize çekerek, sonuna kadar yaşama özgürlüğümüzü ele geçirdiğimiz yaştır. Beş yaşından yetmişbeş yaşa her ruh haline rahatça girip çıkabildiğimiz bir yaştır. Etiketsiz bir yaştır. Yani Kırk yaşında hem çocuk, hem ergen, hem genç isterseniz hem yaşlısınızdır. Hepsinden istediğiniz kadarsınızdır. Üzerinizdeki son zincirleri parçaladığınız yaştır.
Kırk yaş
“OH BEEE; DÜNYA VARMIŞ!:::” yaşıdır.
*Kırkıma çeyrek kala böyle bir yazı yazmak geldi içimden. Bütün Kırklık’ lara ithaf ediyorum.
|