Kalabalıklar içindeki yalnızlık mı en çok dokunur insana boş bir evin duvarlarına yankılanan sessizliği yaşamak mı?.
“Kimse beni anlamıyor “ duygusunda ki yalnızlık mı, iyi geceler diyemediğin birinin eksikliği mi kaybettirir bize hayatın anlamını.
Bir sabah uyandığınızda o çok tanıdığınız nefes yoktur yanınızda, iki kişi sığamadığınız, didiştiğiniz, o ev dolmaz artık bir türlü. Önce yüreğinizin en kuytu odaları hızla boşalır, ışıkları söner, kapılar hiç açılmamacasına kapanır, kocaman bir kilit takar çıkarsınız o sıcacık yüreğinizden. Sonra her köşesinde yaşanmışlıkları haykıran o bin yıllık eşyalar üstünüze gelir. Fotoğraflarla konuşmak, fotoğraflarla göz göze gelmekten kaçmak, aniden yanınızdan biri geçmişçesine irkilip koridora fırlamak….
Bir ses, bir gülüş, hatta bir sitem duymak ama sessizliğin haykırışından başka bir şey olmaması kulaklarınızda…
Hangisi daha zor?
Bütün o gerekli gereksiz işleri yapmak için yetiştiremediğiniz günler, sevgileri ertelediğiniz, “şimdi değil…” dediğiniz, yalnız kalmak istiyorum diye çığlıklar attığınız anlar mı daha dayanılmazdır, sabah gözlerinizi açıp,” yine yaşamak zorunda olduğum koskoca bir gün, ve yapacak hiçbir şeyim yok!” demek mi?
Hayatınızın anlamını kaybettiren bir yalnızlık…
Yıllarca, mutfaktan gelen mis gibi çay ve kızarmış ekmek kokusuna uyanmışsınızdır. Çoğu zaman hayatın sıkıntısına gömdüğünüz, güler yüzünüzü bile esirgeyip, göz göze gelmeden oturduğunuz kahvaltı masası yerini sessizliğe bırakır şimdi. Soğuk bir ev, bomboş bir mutfak…
Pişmanlıklar, keşkeler, çok şükürler, hatıralar dolu artık kahvaltı tepsisinde.
Hâlbuki bu çaydanlık alışkındır tam bu saatte fokurdamaya, o becerikli ellerin gelip onu demlemesine. Bu kulakların alışkın olduğu gibi “ şekerini attım, biraz daha ekmek alır mısın?…”
O’nun sakin ama seri salınışı kazınmıştır beynine.
Şu anda boş, soğuk ve dağınık bu mutfakta, düzen ne kadar önemliydi hatırlarsın, “ya abartma bu kadar, sonra toplansın bırak” dediğini hatırlarsın, “şimdi bu darmadağınıklığı görse çıldırırdı” diye buruk gülümsemen yayılır yüzüne. Kendin için değil onun için toplamaya çalışırsın ortalığı. Ama sen bu kadar dağınıkken, aklın, ruhun kalbin bu kadar dağınıkken yapamazsın, yığılırsın umutsuzluğunla koltuğa…
Gördüğün her kadın onu hatırlatır, bazen tebessümle, bazen acıyla. Hatırlamak ne kadar acı verirse, unutmak o kadar çok korkutur seni. Sesini duyarsın bir video çekiminde, neşeyle gülüyor kameraya, …ne kadar yabancı, ne kadar uzak ne kadar derinlerden yankılanan bir ses.
Beden toprağın altında çürür, ruh bilinmeze gider, peki SES?... Sahi bilen var mı? Ses’imize ne olur ölünce. Onun zorunlu yolculuğu kimle devam eder?. Bedenle birlikte yok mu eder kendini, yoksa ruh onu da alıp gider mi bilinmeze?
O’nun bedeninin, ruhunun, sesinin parçalanışı gibi sende parça parça olursun anlamazsın. Aklın toprağın altına kaçar istemesen de. Hep o çürümüş hali canlanır gözünde. Kalbin ruhunun peşinden gider, derinlerde bir yerlerde, soyut bir dünyada buluşur sımsıkı sarılır bırakmaz.
Ama…
Ama kulakların isyan eder bu aldatmacaya, seni gerçeklere döndürmek istercesine acımasızca haykırır “ Sesini duyamıyorum!...”
Gözler daha iyimserdir, aklınla işbirliği yapar kandırır seni, “Bir an onu gördüm sandım “ dersin çaresizlikle… Bazen bir hayal bazen bir rüya olur oyalar seni.
O varken her yere sığarsın, yokken hep koltuğun ucunda oturursun her an kalkıp gidecek gibi. Aynı dostlar, aynı sohbetler ağır gelir, Hele ortak dostlarınızdan kaçarsın köşe bucak. Bakışlara sıkışan ‘O’nu her an hissedersin. Yorulursun O’nu onsuz taşımaktan. Yine kaçarsın o dört duvar hapishane ne. Bir gün daha biter…
Sessiz, yorgun, yılgın girersin soğuk yorganın altına, Üşüyen ayaklarını, kalbini ısıtacak bir nefes olmadan.
“Işığı söndürmeyi unuttum, sen kapatır mısın diye seslenirsin içeriye…” alışkanlıkla,
O sessiz haykırış gelir geriye kalkar kapatırsın lambayı, kafana kadar çekersin yorganı…
Bir gün daha biter!
Yalnızlık en çok ne zaman mı zordur?
GİDENİN ARDINDAN GELEN YALNIZLIK ZORDUR…
&
Kırk Yaş yazıma öyle tepkiler aldım ki. Üç grup var karşımda İlki benim gibi henüz Kırk’ı görmemiş olanlar, İkincisi tam Kırk yaşında olanlar, Üçüncüsü Kırkını geçenler. Benim durumumdakiler yazımı çok beğenmiş, son gruptakiler umursamamış bile… Ama tam Kırk olanlar var ya… EYVAHHH.
Anladım ki fokurdayan bir yanardağın kenarına gelip içeriye bir taş atmışım, Bir an önce kaçmazsam öyle bir patlayacaklar ki bana oy oyy…
En basit eleştiri “ HADİ ORDAN” şeklinde geldi, bir diğeri “ İki sene sonra bu konuyu tekrar yaz o zaman göreceğim seni “dedi. Çok bilmiş, sen ne anlarsın…. Şeklinde devam etti eleştiriler.
Yani kafamı öyle bir taşın altına sokmuşum eyvah ki eyvah. Müsaadenizle sessizce sıvışıyorum bu konudan. Cesaret edebilirsem iki yıl sonra, bizzat ev sahibi olarak orada olacağım. Bakalım o yanardağın içinde neler kaynatacağım o zaman…
|