Büyük bir keşif bu cümle, ben buldum, kendi kendime…
*
Benim hep inatçı olduğumu söylerler, Kocam söyler, teyzelerim söyler…bende “bana haksızlık yapıyorsunuz..”derim. Armut dibine misali kızım da burnunun dikine düştü pardon doğdu. O Minicik burun yukarıya doğru kalkık olduğu içinde mecbur burnu havada oldu.
İşte o zaman anladım ben dünyanın kaç bucak olduğunu… Ve üç yıldır evde güçler savaşı yaşanıyor. O yapacağım diyor ben “tabiî ki yapmayacaksın…” Bazen ikimizde akıllı taklidi yapıp geri adım atıyoruz gözlerimizin içine bakarak. Ama ilk fırsatta kim kime atlarsa Allah bilir şeklinde bir diyalogumuz var.
Ben anne olmanın, büyük olmanın verdiği güçle ona dediğimi bir şekilde yaptırıyorum, ödül, ceza vs. Hep bir yol buluyorum.
Ama şimdilik,
Yani güçler dengesizliğinde galip benim. Ama Eşitlik olduğunda ne olacak?
Muhtemel “ergenlik patlaması” denilen o cinnet anlarını yaşayacağız ana kız.
O zaman ne yapmalı, akıllı olmalı değil mi?
Hani inat geni diye bir gen varsa ve fakat cımbızla çekip alamıyorsak o zaman o yokmuş gibi davranmanın anlamı yok. Ya da onu baskılamaya çalışmanın yorgunluk ve yıpratmadan başka anlamı yok. O zaman akıllı formüller bulmalı. Yani bükemediğin elle tokalaşmayı öğrenmeli diyorum ne dersiniz?
Bunun denemelerini yapıyorum da bu öyle reçetelik bir iş değil ki. Hani günde üç kere şu haptan al inat falan kalmaz diye bir şey yok. E o zaman ne yapsın bu çaresiz anne!.
Zaman içerisinde birkaç yöntem geliştirdim, hemen paylaşayım;
Her şey güllük gülistanlıkken bir anda bir şey oluyor ve ikimizde hızla zıt kutuplara çekiliyoruz. Sanki bir lastikle artı ve eksi uçlara bağlıyız da belli bir mesafeyi aşarsak birbirimizi çarpıp kendi köşemize yapışıyoruz gibi. İşte bulduğum bu yöntemle o anı uzatmadan ona diyorum ki “ Tamam ateşkes, gel birbirimize sıkı sıkı sarılalım da negatif enerjimiz nötrleşsin.” O da ağlamayı kesip geliyor sarılıyoruz sıkıca ve bir süre kalıyoruz öylece. Gerçekten hem o sakinleşiyor hem benim sinirim geçiyor. Sonra hem o beni dinliyor hem ben onu dinliyorum…
İletişim teknikleri ile ilgili yöneticilere ders veren bir hocamla sohbet ediyorduk geçenlerde, bana bir eğitim taktiğinden bahsetti. Sınıfı kontrol altına almak için, özellikle aralarında sivri tipler varsa bir şekilde ona dokunarak o negatifliği attığını söyledi. Yani tokalaşarak ya da omzuna elini koyup gözlerine bakarak anlatmaya devam ettiğinde o sivri tavırlar kayboluyormuş!. Bunu öğrencilerime de deneyeceğim. Bazen 30–40 kişilik bir sınıfı kontrol altına almak kolay olmuyor gerçekten.
Neyse biz konumuza dönelim ben denemeyi Ada üzerinde yapayım önce, bunu başarırsam 20 li yaşlardaki çocuklarla daha kolay baş ederim.
Demek ki neymiş DOKUNMAK büyük bir iletişim kaynağıymış, Negatifi Pozitife döndürmek için dokunmak gerekiyormuş- Aman diyeyim olur olmaz kişilere ve olur olmaz yerlerde denemeyin yıldırım çarpmışa dönmeyin.-
İkinci yöntemim- bunun için sabırlı ve rahat bir anımda olmam iyi oluyor- Yansıtma mekanizması kullanmak. Misal elimi tutmadan caddede yürümekten hoşlanıyor. Benim aklım çıkıyor aniden kendini şoför zanneden bir canavar önümüze çıkacak diye. Ellerine sıkı sıkı yapışmak istiyorum ama özgür ruh kendi gidecek!. Hadi diyorum şu kaldırıma kadar elimden tut götür sonra ben yalnız yürüyeyim. Kafası karışıyor elimi tutuyor, kaldırıma çıktığımızda “tamam şimdi kendin dit “ diyor bana. Kaldırım bittiğinde de bekle deyip sıkıca sarılıyor elime.
*
Bir diğeri Yapmak istediği şeyi yapmasına kısmen izin verip, sonucu kendinin görmesini sağlamak. Atlama o koltuğun tepesinden diyorum atlamaya devam ediyor, sen bilirsin diyorum atlıyor ve kafasını çarpıyor. Bir daha atlamıyor.
*
Sanırım bu en tehlikeli olan yöntem ama yine sanırım ki hayatın özü bu. Yani canımız yanmadan öğrenemiyoruz. Tavsiyelerle, cam fanusta saklanarak hayatı tanıyamıyoruz. Daha az önce başkası atlayıp kafasını patlatsa da bizimki patlayana kadar yapmamayı öğrenemiyoruz.
E ben ne yapayım şimdi bir anne olarak, kenara çekilip kendi doğrularını kendinin bulmasına izin vereyim, bu arada kafası gözü patlasın, kalbi kanasın mı diyeyim.
İçimde fırtınalar koparken, saçının teline zarar gelmesin diye dualarla yaşarken dilimi ısırıp susayım mı, ?
*
Hayat senin hayatın bebeğim, Yaptığın her davranışın bir sonucu var, Önemli olan o sonuçlara katlanabilmeyi öğrenmen, Senin kararın, senin hatan ya da senin başarın. Senin mutluluğun ya da senin mutsuzluğun…
*
Elimden maalesef bir şey gelmiyor.
Senin hayatını senin adına, kendi tecrübelerimle yaşayamam. Bir gün elini bırakmak zorundayım. Hayat trafiğinde gözün açık olmak zorundasın. Hep doğru kararlar veremeyeceksin elbette, ama ders al hepsinden. Başarısızlıklar ya da yanlış kararlar doğruya dümen kırdırıyorsa hiç korkma, hiç gocunma hata yapmaktan. Yeter ki ders al. Yeter ki öğren. Yeter ki her düşüşünde kalkmayı bil.
*
Ben mi
Ben gücüm, ömrüm yettiğince ve sen istediğince orada olacağım yaralarını sarmana yardımcı olacağım,avuçlarım patlayana kadar başarılarını alkışlayacağım,her zaman sana sımsıkı sarılacağım, seni hep ama hep çok seveceğim bebeğim.
Anne olmak hep kaygıyla yaşamak, anne olmak hep vicdan azabıyla yaşamak, anne olmak hep kendini yetersiz hissetmek, anne olmak hep çelişkilerle yaşamak, Bir yanın koruyup kollamak ister, bir yanın önünden çekilip kendi yolunda gitmesi için desteklemek,
Anne olmak…
Aslında hep çok şükür demek! Ve delilik boyutunda sevmek demek! |