Yıllar ve korkular ve hatta kaygılar kovalar insanı. Yüzleşmeyiz zira o korkular ardımızdan kovalar biz ha bire kaçarız. Üstelik çoğu zaman bunun farkına bile varmadan.
Yakın zaman önce bir açılım yaptım. Adına da kırk yaş açılımı dedim. Siz onu kırk yaş sendromu, ya da kırkından sonra azanlar… olarak bilirsiniz normaldir. Ama ben öyle olmadığını, hatta nasıl olduğunu yeniden yazdım. Yeni etiketini yapıştırdım üstüne ve derin bir Ohhh çektim.
Efendim şöyle oluyor açılım;
Her şey ilk altıncı ay da başlıyor aslında. Yani ana kucağından inip, yerde sürünme ve emekleme dönemine geçtiğimiz andan itibaren ileriye doğru bir hareket başlıyor. Önceleri ileriye ve tepeye tırmanış. Ardından zirve denilen yer. Sonra yine ileriye ama bu sefer bayır aşağı bir alçalış. Hani tipik Her organizma doğar, büyür –gelişir ve ölür teoreminden bahsediyorum. Bu işin teorik kısmı. Ama bizim konumuz daha derin. Emeklemeye başladığımız andan itibaren öğrendiğimiz her şey iki ters bir düz örgü gibi hayat hikâyemizi örer. Herkes kendi desenini çizer yıllarla farkında olmadan… Ön yüzünden baktığınızda rengârenk harika desenler serilir gözler önüne. Herkesin ki birbirinden farklı. Ama içini çevirdiğinizde, karmakarışık ipler, kırpıntılar, artıklar görürüz. Hiç görmedik demeyin desenli bir örgünün içini çevirin bakın lütfen. İşte tam orası anlatmak istediğim yer. Öndeki şahane resmin aksine ve fakat tam olarak o şekli verebilmek adına arkada yaşanan karmaşa. İçerde, birbirine geçmiş yollar, dibinden kesilmiş umutlar, karmaşa, düzensizlik, hayal kırıklığı ve korkuların izleri vardır. O kadar parça parça ve de dağınıktır ki anlamlı bir bütün yaratmayı düşünmezsiniz bile. Hatta çoğu insan hiç önemsemez içini. Sadece dışarıdaki desene bakar. Orda güzel görünmek için içerde her türlü bedeli ödemeye razıdır.
İşte ne hikmetse kırklı yaşlara gelirken (bknz”.kırk yaş oh be dünya varmış yaşıdır” .yazıma) insan diyor ki kendi kendine “ içerde birikenler çok potluk yapmış canım benim yaa, bir şeyler yap temizle içersini, dışarıdan sırıtıyor o kabarıklık…”
O zaman alırsın eline makası, ters düz edersin hayatını, Ammannn! Hadi kolay gelsin.
Tek tek satır satır, tarih tarih geriye dönüp yeniden yazarsın, çizersin. Sarkan ipleri keser, uzunları bağlarsın yılların sonrasına o desenin devamına. Bazen hiç ummadığın güzellikler çıkar birkaç renkle oynadığında. Bazen gizli bir hayal kırıklığı sökülüverir kolayca parmaklarının arasından. Hiç ummadığın kuytulara sinmiş bir düğümü çözdüğünde upuzun bir gökkuşağı kalır elinde dolar durursun yeni desenlerine. Gittikçe grileşen, karalaşan köşelere tozpembeler dağılır yine altlardan akan… Hele, çıkmaz sokaklar vardır kendini farkında olmadan gömdüğün, her seferinde kaçak kat çıkıp sıyrılmayı başardığın. Ama bilirsin ki ana yoldan da uzaklaştırır o çıkmazlar seni. Her sapakta, ya da her karar aşamasında uzaklaşırsın ya da bilmeden yakınına girersin kaderinin…
Hikâye uzun. Yaşam kadar uzun bir örgü bahsettiğim. İçini dışına silkelediğimizde çift taraflı bir giysi çıkar karşımıza. İşte en güzelidir o. En kullanışlısıdır. Üşütmez, terletmez, ergonomik, huzur dolu bir giysidir O.
Uzun satırlarımın özeti şu ki, bende hayatını ters düz etmeyi akıl edenlerdenim. Bu farkındalığa ermiş, bunu akıl edebilmişlerdenim. Benim dışarıdaki güzel desenime şöyle karşıdan baktığımda anlamsızca ortalarda biten bir desen, yarıda kalmış renkler gördüm. Sık sık tekrarlayan kopukluklar gördüm. Bir potluk, bir bolluk vardı… Şöyle bir ters yüz edeyim bakayım sorun ne dedim;
Orada bas bas bağırıyordu. Korkularım, ben yapamazlarım, cesaret edemezlerim, amannn ne gerek var boş ver lerim… Nasıl da şişirmişler beni yıllarla boş yere.
Ne yaptım. Sözünü ettiğim açılım paketimle birlikte bir karar verdim. Bütün çekimserliklerinin, cesaretsizliklerinin, becerebilememezliklerinin (ne demekse!) koş üzerine dedim.
Yüksekten korkuyorum mu diyorsun atla 1800 metreden. Araba kullanmak mı korkutuyor çevir kontağı, başaramama maktan mı korkuyorsun başaramamayı deneyimle o zaman, bunun içinde hareket et. Hata yap. Yanlış yap. Ama bir şeyler yap. Sonuçta en azından ne yapmaman gerektiğini öğrenmiş ol!....
Gibi şeyler işte anlatmaya çalıştığım.
Bu yüzden, İnsanlık için küçük ama benim için dev bir adım attım ve kendimi boşluğa bıraktım.”Asla… “ dediğim yerde dünyanın yuvarlaklığını coğrafik olarak teyit etmenin hazzındayım. Ben buradayım, ben başardım. Yükseklik korkum, otokontrol merakım, sorumlu insan, sorumlu anne kimliğimin halatlarını gevşettim.
Fethiye Babadağ’ın 1800. metresinden kuşlar gibi süzüldüm.
On sekizimde cesaret edemediğime otuz sekizimde gözü kapalı atladım. “Asla!” dediğim her şeyin “Bir gün mutlaka…” olduğunu anladım. Korkularımın yıllarla birlikte kartopu gibi büyüdüğünü ve beni yutmak üzere olduğunu fark ettim.Ve biliyor musunuz çok küçük ama kararlı bir hamleyle o dev kartopunu sonsuza gönderebileceğimi keşfettim.
O yüzden şu yukarıda gördüğünüz resim, benim otobiyografimin en önemli karelerinden biridir. Bunu başarmış olmak benim için bir milat. Abartma demeyin abartırım. Ben yaptım, tek başıma yaptım. Ordaydım!
O yüzden bu konuda istediğim gibi şımarmayı marifet sayıyorum.
Diyeceksiniz ki atladın da başın göğe mi erdi!
Cevabım kısaca
Evet evet, gerçekten başım göğe erdi! Sizinde ersin tez zamanda .
|