Uzunnn bir tatil. İki çocuk, iki valiz ve ben düştüm yollara. Önce Eskişehir. Canım annemin ölümünün ikinci yıldönümü. Mezarı başında, onsuz geçen bir yılımı anlattım ona. Ben ağladım o dinledi. Sarılamadı, geçecek, kavuşacağız diyemedi gene. Ama ben demiş kabul ettim. Az kaldı dedim içimden…
Adapazarı’ndayız. Ailemizin genişliği şaşırtıyor beni. Halalar, teyzeler, torunlar, torun çocukları. Bir zamanlar en küçükleri olduğumuz ailenin gittikçe ortalarındayız artık ben ve bir dolu kuzenim. Eskinin, Annelerimizin içeride bizim dışarıda geçirdiğimiz bayramları yer değiştirdi artık. Şimdi biz içerideyiz, çocuklarımız bahçede.
Bilirim o bahçede ne güzel geçer bayramlar. Bayramlık kıyafetlerin cepleri harçlık ve şeker doludur. Ayakkabıların rengi tozdan, çamurdan görünmez. Yemek yemek aklımıza gelmez. Tüm dünyayı keşfederiz o koca bahçede. Yılda bir kez gördüğümüz kuzenlerimizle yapmadığımız yaramazlık kalmaz..
Benim apartman tepesinde büyüyen çocuklarım içinde müthiş bir keyif oldu bahçeli tatil.
Saksı çiçeği diyorum onlara. Kısıtlı zamanlarda havalandırmak için parka çıkan sonra dört duvarın arasına gömülen şanssız nesil bizimkiler. Şehir hayatının, yüksek binaların, çalışan annelerin çocukları onlar. Doğayla ilişkileri sınırlı maalesef.
Bayramın ilk günü yani tatillerinin ilk günü. Dakikada bir bahçeden bir çığlık, ağlama sesi. Koşuyorum bizimkiler ya düşmüş, ya traktörün kasasına kafayı çarpmış ağlıyor. Alışkın değiller taş,toprak zeminde kayıyorlar, diğerleri çeviklikle traktörün altından eğilip koşarken bizimkiler bodoslama dalıp kafayı gözü patlatıyor..Tozdan ince yol çiziyor gözyaşları yanaklarında. Ama umurlarında değil yanaklar kıpkırmızı, gözler ışıl ışıl…
Mahalle jargonunu öğreniyorlar iki günde. Ataya bir efelik bir isyan halleri geldi. Canım annecimle başlayan cümleleri “Yapmayacağım diyorum anlamıyormusunnnn!” lara dönüştü.
Annem hep derdi biz küçükken “ Adapazarı’na her gittiğinizde huyunuz değişiyor, şımarıyorsunuz”Öyleymiş Anacığım, bak benimkilerde dediğin gibi oldu.
Batuhan 8, Kaan ve Ata 5,5, Serhat 7yaşında. Ada ve Beyza nur 3,5. Altı kuzen çocuğu. Onların anne ve babalarıyla bizim yaptıklarımızı yapıyor şu anda.
Cumartesi günü ananemin evi kalabalık, bayram ertesi bütün akrabalar toplanmış annem için dua okutuyoruz.. İçerde huşu içinde kuran dinleyen bizler, bahçede çığlık çığlığa bizimkiler. Derken kapı açılıp en büyükleri en önde koşturmaca ortamızdan geçip evin en kuytusuna kaçıyor hepsi. Neler oluyor demeye kalmadan kapıda çığlık çığlığa bir kadın beliriyor.
“Terörsit mi bunlar, böyle şey olurmu…” Telaşla kapıya çıkıyoruz, duayı falan bırakıp. Neler olduğunu anlamak için. Bizim çete kadının oğlunu sıkıştırıp dövmeye başlamış. Kadın camdan olanları görünce can haliyle atmış kendini dışarıya, bunlar nasıl çocuk diyor…
Mutfakta dört yaramazın karşısında dört anne dikliyoruz hiddetle “Ne yaptınız siz!”
Batuhan Başlıyor
- Önce o başlattı, Kaan’ın ayağına taş attı, sonra bakkala girdi, Kaan da bize hadi barikat kuralım dedi…
Ata araya giriyor “Anne o hep bize bulaşıyordu…”
- Doğru konuş, bulaşıyordu ne demek Ata!
- Doğru konuşuyorum anne, sürekli bize dil çıkarıyor, taş atıyor…
- Oğlum siz dört kişisiniz bir kişiye saldırmak doğrumu?
- Altı.
- Efendim!?
- Altı. Altı kişiydik!
Ben çıldırmak üzereyim onlar başları önlerinde hazır olda suçlarını itirafa devam ediyor…
Ata’yı altı aydır Aikido kursuna gönderiyoruz. Küçük yaş da spor yapmayı öğrensin diye. Fiziksel ve zihinsel gelişimine katkısı olsun diye. Kendini savunmayı öğrensin diye. Sporun hayatına katacağı disiplini alsın diye…
Çok da başarılı ve severek yapıyor. Ama atladığım bir şey olduğunu o anda fark ediyorum. Aikidonun eğitiminde yapılan o savunma hareketleri şov niteliğinde. Uygun bilek kavraşıyışı ve çevirmeyle kendinden boy ve yaş olarak çok büyükleri bile rahatlıkla devirebiliyor yere.
Bu da bizim afacana gereksiz bir özgüven pompalamış. Şişirilmiş egosuyla iri kıyım çocuğa ilk o saldırıyor ve çocuk doğal olarak bizimkini anında yere yapıştırıyor. Kuzenleri de Ata’yı yerde görünce ellerinde taşlar, sopalar dalıyorlar hep birlikte. Eve misafir gelen iki kız kardeş de aralarında üstelik. Bizim iri kıyım komşu çocuğu da cüceler ülkesinde kalmış dev gibi savunmasız kalıyor.
Tek tek gitseler hepsini serer yere. Ama hepsi birden girişinde can havliyle bağırmaya başlıyor.
- İnanmıyorum sopayla mı vurdunuz!
- Yok, Serap teyze sopayı korkutmak için elimizde tuttuk, tekme attık sadece
- Kaan da yumruk attı!
- Allahım sen aklımı koru, Çetemisiniz oğlum siz!
Başları önde eğik birbirlerine yandan yandan bakıp “evet çete kurduk..” gülmemek için dudaklarını ısırıyorlar.
Sakin olmaya çalışarak onlara yaptıklarının ne kadar yanlış olduğunu anlatmaya çalışıyorum. 1 kişiye altı kişi saldırılmaz, teke tek dövüşmek lazım diyorum. Teyzem “Verdiğin akla bak, bravo sana “diyor.
Anlıyorum ki ben ne desem boş. Oğlum o gün hayatıyla ilgili müthiş bir hatıra ve deneyim kazanıyor.
Bir aileye, bir gruba ait olmanın hazzı. Sırf onlardan büyük ve güçlü diye ezmeye çalışan bir afacanı güç birliği ile püskürtmek. İyi olduğunu düşündüğü için boyundan büyük işlere daldığında popo üstüne düşeceğini bilmek. Gücünü, sinirini kontrol etmek. Sonunda yakalanmak. Suçlu psikolojisi. Kirlenmek, ilk sokak kavgasını yapmak…
Hayat okulu bu işte. Oyun, çocuklarımızın hayatını ne kadar şekillendiriyor. Ne çok şey öğretiyor. Savunmanın kendini korumak ama bu arada karşısında kine zarar vermemek anlamına geldiğini öğreniyor. Gücünü ve öfkesini kontrol edemezse neler olabileceğini görüyor…
Bir bayram daha bitiyor. Bavullarımız elimizde düşüyoruz yollara. Daha sıkı sarılıyorlar birbirlerine kuzenler. Aralarında ki bağ sokağın çamuru ve kanayan dizleriyle pekişiyor.
Bayramlar çocuklar için diyorum bir kez daha.
İyi bayramlar çocuklar!
|