Bu Öğretmenler günü benim için başka bir anlam ifade ediyordu. Bu sefer benimde Öğretmenler günüm kutlandı. Şubat 2010 dan itibaren Akdeniz Üniversitesinde , Bankacılık ve Sigortacılık Meslek Yüksek okulunda Sözleşmeli Öğretim Görevlisiyim. Asıl mesleğim Sigortacılıktan, acentemden vazgeçmek istemediğim için iki işi bir arada yapıyorum.Yorucu bir tempo evet ama sonsuz bir keyif alıyorum.
Anladım ki Öğretmenlik; öğretiyor olmak, gencecik insanlarının hayatlarında iz bırakmak, geleceklerine imza atmak demek. Sınav kâğıtlarını okurken “Afferimm, anlamışlar bak ne demek istediğimi, yapmışlar…” diye gururlanmak. Dinlemiyor, ilgilenmiyor göründüklerinde dokuz takla atmak dinletebilmek için.
Çok şanslıyım ki mesleğimi anlatıyorum onlara. İkinci sınıflara giriyorum ve direk branş derslerini anlatıyorum. Başlangıçta bilmeden, puanı tuttu diye ya da bankacı olurum diye gelenler şu anda iyi bir sigortacı olma hayalleri kurmaya başladı. Katkım olmasına çok seviniyorum.
Benim Öğretmenliğim nasıl olur? Çok klasik olmuyor haliyle. Ben nasıl anlatılmasından hoşlanıyorsam, ya da nasıl anlıyorsam onlara da öyle anlatıyorum. Sektörün içinden gelmiş biri olmam bana da onlara da çok avantaj. Sıkıcı sayfalar arasında bir kanun maddesini anlatırken, onunla ilgili bir hasarı, ya da yaşadığım bir dia loğu anlatıyorum çok hoşlarına gidiyor.
Müfredat bir yana da asıl şunu öğretmeye çalışıyorum onlara.
“Kendinizin farkında olun, yeteneklerinizin, artılarınızın, eksilerinizin farkında olun. Vücut dilini iyi öğrenin. Bir insanla ilk karşılaştığınızda gözlerinin içine bakarak gülümseyin ve emin bir şekilde tokalaşın. Hep dik durun hayatta. Hata yapmamak için masa arkasında kalmayın. Sahaya atın kendinizi. En iyi öğrenme yöntemidir hata yapmak. Yoksa bilemezsiniz eksik ya da kuvvetli yanlarınızı. Kendine güvenmek çok önemlidir. Bunun içinde donanımlı olmalısınız. Her konuda bir iki dakika olsun sohbet edebilecek bilginiz olsun. Çok meraklı olun, her şeyi sorgulayın. Düşüncelerinizi besleyecek, savunacak birikiminiz olsun…”
Yani orta yaş da birinin hayatı onlara göre daha fazla keşfetmiş birinin nasihatleri gibi. Ama yaş olarak beni bir sınıfa sokamadıklarından şaşkınlıkla dinleyip, alıyorlar bir şeyler…
Neden bir sınıfa sokamıyorlar dedim. Okulda Öğretmen olduğumu ispatlamam biraz zamanımı aldı da ondan. Müsaadenizle Öğretmen yerine Hocam diyeceğim, bana öyle sesleniyorlar çünkü. İlk günlerde arkamdan koştura koştura biri geliyor, Hocam! Diye sesleniyor, ben etrafa bakıyorum, Kime sesleniyor diye. Bana sesleniyormuş, nasıl hoşuma gidiyor bu Hocam hitabı, bayılıyorum. Aramızda kalsın okulun bahçesinden girdiğim anda yürüyüşüm bile değişiyor.
Okul girişinde güvenlik çeviriyor beni “Öğrenci misiniz? “, Hayır diyorum. “Üzgünüm içeriye sadece Öğrenciler ve Hocalar girebilir “diyor. Ben mahcup, şaşkın “ Ama ben Hocayımmm.” Diyorum. Adamcağız kızarıyor bu sefer “ Çok özür dilerim Hocam, bilmiyordum”
Sınıfların kapısı kullanılmadığı zamanlarda kilitleniyor. Her Hocanın anahtarı var, ama ben daha yeniyim. Görevliden kapıyı açmasını rica ediyorum, çocuklar yanımda ders başlayacak. “ Sadece Hocanız istediğinde kapıyı açabilirim “ diyor. Ben aynı çaresizlikle “ Ama ben Hocayımmmm” diyorum. Mahcup görevlinin Özürler dileyerek kapıyı açmasını izliyorum. Öğrenciler de kıs kıs gülüyor arkamdan.
Dersimizin ardından Hukuk Fakültesinden bir Bilirkişi davetlimiz. Yangın hasarlarını anlatmak üzere konuşmacı olarak derse giriyor. Bölüm koordinatörü ve ben de sınıftayız. Dersin sonunda aklıma takılan bir ayrıntıyı soruyorum. Bana şaşkınlıkla bakıyor ve sınıfa dönüp “Bravo, arkadaşınız çok ince bir noktayı yakaladı…” Derken bütün sınıf koro halinde “ Ama o bizim Hocamızzzz” diyor. Kahkahaların ve pardon… ların kesilmesini bekleyip derse devam ediyoruz.
Sınıfa ilk girişim. “Merhaba arkadaşlar ben….” Diye anlatmaya başlıyorum. Koca sınıfta çıt yok, merakla izliyorlar, Sonunda en fırlamalarından biri “Hocam siz gerçekten Hocamısınız?” diye soruyor ve ben kopuyorum..” Bütün sınıf gülüyoruz. Diğer sınıflardan biri onları işletmek için geldi sanmışlar beni..
Bunun gibi şeyler işte. Şimdi beni gülümseten ama o zamanlarda, yahu Hoca olduğumu nasıl anlatacağım ben bu millete dedirten anılar.
En büyük avantajım girdiğim derslere çok hâkim olmamdı. 13 yıllık Sigortacıydım ve Yüksek lisans bitirme tezimi bile sigortacılık üzerine hazırlamıştım. O zamanlar Akademik kariyer hayalim vardı ama önüme çıkan fırsatlar hayatımı farklı yönlendirdi. Şimdi bunca yıl sonra içimde kalanı gerçekleştiriyor olmak ayrı bir mutluluk. Anlatacağım her şeyi örneklemeleriyle, yaşanmış olay ve hasarlarla, soru cevaplarla zenginleştirebiliyorum. Alışkın olmadıkları bir anlatım şekli, Başlarda kaçıncı sayfadayız diye birbirlerine bakıyorlardı, anladılar ki sayfa takip etmiyorum ben Anlattıklarım hayatla yoğrulmuş bilgiler. Daha çok ilgilerini çekti. Derslerim dolu geçiyor. Gülen suratlar, rahatlıkla espiri yapan, soru soran, düşünen, her geçen gün kendini daha iyi ifade eden çocuklar var karşımda.
Bir soru soruyorum. Kasıyor kendini, aklında bir şeyler var eminim ama kitap cümleleriyle konuşmak zorunda hissediyor kendini. Bırak diyorum. İçindekileri serbest bırak, kendi yorumunla anlat, alıyorum istediğimi.
Beni çok besliyor Öğretmenlik. İnsanları gözlemlemeyi ve dersler çıkarmayı çok seven biri olarak hepsinden bir şeyler öğreniyorum. Kendime katıyorum. Ve ben onlara bir şey kattıysam mutlu oluyorum. Bu mutluluk başka başarıların yanında çok çok değerli biliyor musunuz? Bir değer katma, iz bırakma… Tarifsiz bir duygu.
Farkında olmadan bende iz bırakmış Öğretmenlerimin davranış şekillerini hatırlıyorum ve model alıyorum. Ders olarak ne anlattığı çok hatırda kalmıyor zaman içinde. Ama kişiliğimize katkıları hiç unutulmuyor.
Bu gün hayatımda ilk defa benimde Öğretmenler günüm kutlandı, Çok ama çok mutlu hissettim kendimi. Bu işe gerçekten gönül vermiş bütün Öğretmenlerimizin karşısında saygıyla eğiliyorum. Günümüz kutlu olsun.
24.11.2010
|