Son günlerde içimi acıtan bir durum var. Ankara da yeni başladığım iş yerinden akşamları eve giderken, köşedeki marketin yanındaki çöplerin başında bir kadın görüyorum. Çöplerden bir şeyler arıyor. Birkaç gün sonra gördüğümde ise 7-8 yaşlarında iki çocuğu da yanında getirmişti. Çocuklar kaldırımda çöpün dibine oturmuş annelerini izliyordu. İçim acıdı gerçekten. Ne yapılabilir diye düşündüm. Onlar ve onun durumunda olanlar için. Bir yanda onlar gibi yoksulluğun dibine vurmuş, yaşamaya çalışan insanlar diğer yanda zevki sefa içinde, çevresindekilerden bihaber duyarsız zenginler. Elbette duyarlı zenginler de var. Ben onları kastetmiyorum.
Yaşanan ekonomik sıkıntılar, gelir dağılımındaki uçurumlar ve yaşanan talihsizlikler insanları yoksulluğun pençesine itiyor. Afrika’daki aç insanların resimlerini gördüğümüzde içimiz yanıyor. Ama ya ülkemizdeki açlar… Onları görmüyoruz bile. Onlar belki her köşe başında, her yerdeler ama görünmüyorlar.
Günümüzde gerçek fakir ile duygu sömürüsü yapanı da ayırt etmek mümkün olmuyor. Her köşe başı dilenci dolu. Banka hesaplarında ise bizlerin belki hayatta bir araya getiremeyeceğimiz kadar büyük meblağlar var. Kendileri evde keyif yaparken çocuklarını mendil satmaya gönderen aileler de cabası. İçim çok yandığı halde çocuklardan hiçbir şey satın almıyorum. Kazanmasınlar ki aileleri çalıştırmasın. Okula gitmeleri ve oyun oynamaları gereken yaşta çalışmaya başlıyorlar. Çok büyük şanssızlık. İnsan anne babasını kendisi seçemiyor. Birçok aile çocukları okusun diye çırpınırken , bir kısmı ise bu şekilde saldım çayıra mevlam kayıra misali çocuklarından yararlanıyorlar. Bu çocukların için de belki gerçekten anne babası hasta olan , çalışamayacak durumda olanları da vardır. Ama onların da çalışması yerine devletten destek almaları gerektiğini düşünüyorum, çalışabilecek yaşa gelene kadar.
Kilis Yardımlaşma Derneği ‘nin düzenlediği bir etkinlik vardı. 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nda 200 çocuk giydirilip mutlu edilecekti. Başlattıkları “Bir çocuğu da siz giydirin” kampanyası, çok başarılı bir çalışma oldu. Ve 210 çocuk giydirilip sevindirildi. Dernek başkanı Sayın M. Yahya Efe ve emeği geçen diğer üyeleri kutluyorum. Umarım sizlerin çabalarını örnek alacak zenginler çıkar.
Birlikten kuvvet doğar diye boşuna dememiş atalarımız. Birlik olunup 210 çocuğu sevindirmek çok müthiş bir duygu. Belki tek başımıza bir şey yapamayabiliriz ama birlik içinde istenirse yer yerinden oynatılabilir. İstendiği zaman yapılamayacak bir şey yok. Yeter ki isteyelim.
Komşusu aç olan tok uyuyamazdı eskiden. Ne oldu da kaybettik bu güzel değerlerimizi? Zaman geçtikçe modernleşmek adına yozlaştığımızın, insanlığımızdan çıktığımızın, yalnızlığa gömülüp asosyal varlıklar olduğumuzun ne zaman farkına varacağız? Mutsuzluğumuzun asıl sebebi , yalnızlaşmamız olamaz mı? Birlik beraberlik içinde sevgi ve barış dolu yarınlar diliyorum…
‘’Küçük işlerle uğraşanlar çoğu zaman büyük işleri göremeyecek hale gelirler.’’ Benjamin Franklin
Geleceğinizi Siz Biçimlendirin
(Bu haftaki hikayemiz Dr. Yaşar Ateşoğlu’nun ‘’Hayatınızı Değiştirecek Bilgelik Hikayeleri isimli kitaptan çok beğeneceğinizi umduğum bir hikaye.)
Bir zamanlar, her şeyden sürekli şikayet eden, her gün hayatının ne kadar berbat olduğundan yakınan bir kız vardı. Hayat ona göre, çok kötüydü ve sürekli savaşmaktan, mücadele etmekten yorulmuştu. Bir problemi çözer çözmez, bir yenisi çıkıyordu karşısına.
Genç kızın bu yakınmaları karşısında, mesleği aşçılık olan babası ona bir hayat dersi vermeye niyetlendi. Bir gün onu mutfağa götürdü. Üç ayrı cezveyi suyla doldurdu ve ateşin üzerine koydu. Cezvelerdeki sular kaynamaya başlayınca, bir cezveye bir patates, diğerine bir yumurta, sonuncusuna da kahve çekirdekleri koydu. Daha sonra kızına tek kelime etmeden beklemeye başladı. Kızı da hiçbir şey anlamadığı gibi bu faaliyeti seyrediyor ve sonunda karşılaşacağı şeyi görmeyi bekliyordu. Ama o kadar sabırsızdı ki, sızlanmaya ve daha ne kadar bekleyeceklerini sormaya başladı. Babası onun bu ısrarlı sorularına cevap vermedi. Yirmi dakika sonra, adam cezvelerin altındaki ateşi kapattı. Birinci cezveden patatesi çıkardı ve bir tabağa koydu. İkincisinden yumurtayı çıkardı ve onu da bir tabağa koydu. Daha sonra son cezvedeki kahveyi bir fincana boşalttı. Kızına dönerek sordu: ‘’ Ne görüyorsun?’’
‘’Patates, yumurta ve kahve’’ diye alaylı bir cevap verdi kızı.
‘’Daha yakından bak bir de’’ dedi baba. ‘’Patatese dokun.’’
Kız denileni yaptı ve patatesin yumuşamış olduğunu söyledi.
‘’Aynı şekilde yumurtayı da incele.’’
Kız, kabuğunu soyduğu yumurtanın katılaştığını gördü. En sonunda, kızının kahveden bir yudum almasını söyledi. Söylenileni yapan kızın yüzüne, kahvenin nefis tadıyla bir gülümseme yayıldı. Ama yine de bütün bunlardan bir şey anlamamıştı: ‘’ Bütün bunlar ne anlama geliyor baba?’’
Babası, patatesin de, yumurtanın da, kahve çekirdeklerinin de aynı sıkıntıyı yaşadıklarını yani kaynar suyun içinde kaldıklarını anlattı. Ama her biri bu sıkıntı karşısında farklı tepkiler vermişlerdi. Patates daha önce sert, güçlü ve tavizsiz görünürken kaynar suyun içine girince yumuşamış ve güçten düşmüştü. Yumurta ise çok kırılgandı; dışındaki ince kabuğun içindeki sıvıyı koruyordu. Ama kaynar suda kalınca, yumurtanın içi sertleşmiş katılaşmıştı. Ancak kahve çekirdekleri bambaşkaydı. Kaynar suyun içinde kalınca, kendileri değiştiği gibi suyu da değiştirmişlerdi ve ortaya tamamen yeni bir şey çıkmıştı.
‘’Sen hangisisin?’’ diye sordu kızına. ‘’ Bir sıkıntı kapını çaldığında nasıl tepki vereceksin? Patates gibi yumuşayıp ezilecek misin, yumurta gibi kalbini mi katılaştıracaksın? Yoksa kahve çekirdekleri gibi başına gelen her olayın duygularını olgunlaştırmasına ve hayatına ayrı bir tat katmasına izin mi vereceksin?’’
Hepimizin sıkıntılı durumlardan kahve çekirdekleri gibi çıkması dileğiyle… Sevgiyle hoşçakalınnn…
Dr.Hülya Ünal
Aile ve Yaşam Koçu
hulyaunal@hotmail.com
|