Sessizliğin sesi olmak… İçimizde kopan fırtınalara rağmen sessizliğimizi bozmayız zaman zaman hayata karşı… Halbuki içimizde ne tufanlar, ne kasırgalar esiyordur ama çevremizin haberi bile olmaz. Sessizliğimizle anlatırız aslında birçok şeyi hayata… Sessizliğimiz sesimizdir, çığlığımız, feryadımızdır çoğu zaman. Yardım talebimizdir çevremizden… Hayata karşı bir çeşit isyandır sessiz çığlıklarımız…
Yorgunluk, bitip tükenmişliktir belki de sessizliğimizin sebebi… Belki de hayal kırıklığı… Monotonluktur belki de içimize kapatan bizi… Sebep ne olursa olsun zaman zaman iç dünyamızla baş başa kalırız. Kendimizle yüzleşmek, hesaplaşmak isteriz belki de… Çevreyle tamamen bağımız kopmasa bile ruhumuz orada değildir. Kapalı kapılar ardında ruhumuz kendini bulmaya çabalıyordur… Kim olduğumuz, ne için yaşadığımız, hayattan beklentilerimiz, hayatın anlamını sorgular durur ruhumuz…
İki arada bir derede kalmış ruh halinde yaşıyoruz. Çoğu zaman bir tarafta sorumluluk bir tarafta hayaller, yaşanmamışlıklar… Birini yaparsak diğerine ulaşamayacağız, hayallere gitsek sorumluluk ne olacak? Sıkışmış hayatlar yaşıyoruz. İstediğimiz şeyler ile yapmak zorunda olduğumuz şeyler arasında…
Ruhum isyanlarda şu sıralar. Önceden de böyleydi ama artık isyan dorukta, daha ne kadar dayanır bilinmez. Bir çıkış yolu mutlaka bulmalı… Bulmalı ki huzura kavuşsun çok geç olmadan…
Şu sıralar biraz karamsarım sanırım. Nasıl olmayayım. Nereye baksak sıkıntı, zorluk, sefalet, felaket haberleri… Somali’de insanlar açlıktan ölüyor, dünyanın bazı yerlerinde savaşlar, zaman zaman gelen deprem haberleri, cinayetler, yolsuzluklar, tecavüzler, kadın ölümleri… Hangi birini sayayım…
Hayatta kalmak bu kadar pamuk ipliğine bağlı iken mutlu olabilmek elbette güç görünüyor. Ancak yine de hayat her şeye rağmen yaşamaya değer. Çevremize veya kendimize baktığımızda aslında ne kadar şanslı olduğumuzu anlayabiliriz. Somali’de doğmamış olmamız bile başlı başına büyük bir şans. Sağlıklı olmamız hatta ve hatta hala nefes alıyor olmamız bile büyük bir mutluluk kaynağı olmalı…
Bu sabah işe gelirken çok sıkıntılıydım. Dokunsalar ağlayacak durumdaydım açıkçası. Ama sonra düşündüm ve çok şanslı bir insan olduğuma karar verdim. Zorluklar aşılmak için var ve bizi güçlendirir.
İşyerimde odamda otururken doğada olduğumu hayal ettim. Pırıl pırıl güneş altında, kuş cıvıltıları, uçurtma uçuran çocukların şen çığlıkları, mis gibi çiçek kokuları ve yeşilliğin içinde olduğumu düşündüm. O an orada bedenen olamasam da ruhum oradaydı ve ben ortamın tadını çıkardığımı hissettim. Ve bir kez daha anladım ki;
Hayat her şeye rağmen yaşamaya değer… Hadi sıkı sıkı tutunalım hayata, hep beraber…
‘’Bazen sesini duyurabilmen için susman gerekir.’’ S. Lec
Kibrit Çöpü
( Bu hafta Dr. Yaşar Ateşoğlu’nun ‘Hayatınızı Değiştirecek Bilgelik Öyküleri’’ isimli kitabından hoşunuza gideceğinizi düşündüğüm bir yazı seçtim. Umarım beğenirsiniz. Keyifli okumalar…)
Kibrit çöplerini insanların yaşantılarına benzetirler. Kibrit kutusu insanın yaşadığı toplumu ifade eder bir bakıma. Bazı kibrit çöpleri vardır amaç için yanarlar, kimi bir sigara yakar, kimi bir ocak, kimi boş yere yanıp tükenir hiçbir işe yaramadan. Kimi ise bir ormanı, bir evi, büyük bir alanı yakar kül eder, kendisiyle birlikte. Kibrit kutusunu açıp baktığınızda hepsi aynı gibi gözükse de birbirinden farklı kibrit çöpleri vardır. Bazıları yanamayacak kadar incedir. Yakarken kırılır zannedersiniz ama bilir misiniz en iyi onlar yanar. Bazıları da epeyce kalın. Zannedersiniz ki yanınca yeri göğü yakacak ama yakınca bir bakarsınız foss diye bir ses çıkarır kendisini bile yakamaz. Sadece ucundaki kimyasal madde alev bile almadan kararır gider. Kimileri eğri büğrüdür ama yine de bir kibrit çöpünden beklenen fonksiyonları yerine getirirler. Her zaman en üstteki kibrit çöpleri en önce yanar. İşte insan yaşamı da bu kibrit çöplerine benzer. Kimi insanlar vardır bir lambanın fitilini yakarlar kendileri yok olup gitse de ışığı kalır. Eğri ve kırık kibrit çöpleri gibi özürlü insanlar vardır aramızda yaşayan, onları şekilleriyle değil işlevleriyle değerlendirmeliyiz ve neyi yaktığına bakmalıyız.
Kibrit kutuları içinde yaşanılan topluma benzer. Islak bir kutudaki kibriti istediğin kadar uğraş yakamazsın, demek ki içinde yaşanılan toplum insanı istemese de çok etkiler. Bazı kibrit çöpleri de aykırı insanları ifade eder. Tüm kibrit çöpleri aynı yöne bakarken onlar tam tersine bakar kutuda. Kutu açıldığında ilk önce onlar göze çarpar ve herkesten önce onlar yanarlar. Aykırılık başa beladır. Bazı kibrit çöpleri birbirine yapışmıştır. Dikkat ederseniz onlar da kafadar insanlar gibidirler, yanınca diğeri de yanar. Ama en tehlikelisi kendiyle birlikte kutuyu da yakan kibrit çöpleridir. İçinde bulundukları toplumu çökertirler. Bazı kibrit çöplerinin ucunda kimyasal maddesi yoktur. Ne yaparsa yapsınlar yanamazlar. Toplumun içerisinde ot gibi yaşar giderler. Toplum nereye onlar oraya…
Siz hangi kibrit çöpüsünüz? Sevgiyle hoşçakalınnn…
Dr. Hülya ÜNAL
Aile ve Yaşam Koçu
|