Bir kabus gördüm anne. Etrafımı kara bulutlar sarmıştı. Bir ara geçmişe gittim. Sürekli ders çalışıyordum. Yıllar boyu ders çalışıyorum bıkıp usanmadan. Sınavları bir bir geçiyorum iyi puanlarla. Çocukluğumu yaşamak, oyun oynamak yerine ben hep ders çalışıyorum anne. Ailemle geçireceğim zamanlarda, senin sevgine ihtiyaç duyduğum zamanlarda ben hep dersane ya da özel derste oluyorum anne.
Yıllar geçiyor, büyüyorum ve genç oluyorum. Gençliğimi yaşamak, yaşıtlarım gibi gezmek eğlenmek yerine yine ben geleceğim için ders çalışıyorum anne. Önümde çok önemli bir sınav var. Bu öyle bir sınav ki hayatımın geri kalanı buna bağlı. Geleceğim bu sınavla şekillenecek. İşim, evliliğim, yaşadığım şehir hep o sınav sonucuna göre belirlenecek. Ben bıkmadan çalışıyorum anne. Çocukluğumu, gençliğimi heba etmek bahasına. Başarıya az kaldı…
Ve o büyük an geliyor anne. Ben sınava giriyorum. Yıllarca verdiğim emekler sonunda meyvesini verecek işte. İstediğim mesleğe girebileceğim nihayet. Büyük bir rahatlıkla soruları yanıtlıyorum. Yıllarımı vermişim sonuçta. Sınavdan çıkıyorum.
Bir anda etrafımı kara bulutlar sarıyor anne. Ürkütücü sesler duyuyorum. Korkuyorum. Neler oluyor? Uyanmak istiyorum bu kabustan ama uyanamıyorum. Her tarafımı kara bulutlar ve korkunç sesler, korkunç sevinç çığlıkları sarmış. Bir ara kulağıma fısıltı halinde sesler geliyor. Umutsuz ve üzüntülü sesler. Dinlemeye çalışıyorum anne.
Şifre diyorlar,şifre. Sınavda şifre var. Sorular şifre ile çözülmüş deniyor. Nedir bu şifre anne? Eğer şifre ile sorular çözülüyorsa neden bana da vermediler şifreyi anne? Yıllarca neden beni bu kadar yordular? Benim suçum ne ?
Geleceğime ne oldu anne? Yaşayamadığım çocukluğum nereye gitti? Ya gençliğim, insanlara olan güvenim ,inancım? Her şey bir hiç için miydi? Bunları bana kim geri verecek anne? Geleceğimi yitirdim ben . Yarınlara ait umutlarım birer birer yok oldular. Hepsi kapkara sis perdesi ile kaplandı.
Benim suçum ne anne? Hata mı yaptım yıllarca ders çalışarak? Her şeyi bir kenara bırakıp ders çalışmak suç muydu yoksa? Dürüst olmak, insanlara güvenmek suç muydu? Bana sen öğretmiştin güven duymayı, sevmeyi, inanmayı. Ben artık insanlara güvenebilir miyim anne? Yoksa sende mi hata yaptın?
Bütün bunlar bir kabustan ibarettir değil mi anne? Hiçbir insan bunu yapmaz değil mi ? Birkaç saatlik sınav sonucunda tüm geçmişim, geleceğimin yok olması mümkün değildir değil mi anne? Bu sadece bir kabus. Evet evet sadece kabustur.
Önümüzde bir sınav daha var. Ben artık nasıl çalışayım anne? Bir daha bunların olmayacağına nasıl güveneyim, nasıl inanayım anne?
İçimden ağlamak geliyor, hayata, haksızlıklara isyan etmek geliyor . Bu normal mi anne? Dünya kapkara sanki, insanlar kara. Hep böyle miydi? Halbuki ben dünyayı pırıl pırıl aydınlık görüyordum. Bulutlar bile pembeydi, geleceğimiz aydınlık. Ama şimdi her şey karardı anne.
Korkuyorum anne. Bu kabustan uyandır beni? Tut ellerimden, bırakma. Uyanayım ve tüm bunların sadece bir kabus olduğunu göreyim. İnsanlara güven duyabileceğimi göreyim, geleceğime inanayım. Uyanayım ki aydınlık geleceğime kavuşayım, sizlerin geleceğine ışık olayım.
Ne olur kabustan uyandır beni anne, anne, anneeee…
‘’Karanlığı lanetlemektense, bir mum yakın.’’ Konfüçyus
Bu da Geçer...
(Bu haftaki hikayemiz Sayın Doç. Dr. Cevdet Kılıç’ın hazırladığı ‘’Bilgelik Hikayeleri’’ isimli kitaptan.)
Dervişin biri, uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra bir köye ulaşır. Karşısına çıkanlara kendisine yardım edecek, yemek ve yatak verecek biri olup olmadığını sorar. Köylüler kendilerinin de fakir olduklarını, evlerinin küçük olduğunu söyler ve Şakir diye birinin çiftliğini tarif edip oraya gitmesini tavsiye ederler. Derviş yola koyulur, birkaç köylüye daha rastlar. Onların anlattıklarından Şakir’in bölgenin en zengin kişilerinden biri olduğunu anlar. Bölgedeki ikinci zengin ise Haddad adında başka bir çiftlik sahibidir.
Derviş, Şakir’in çiftliğine varır. Çok iyi karşılanır, iyi misafir edilir, yer içer, dinlenir. Şakir de, ailesi de hem misafirperver hem de gönlü geniş insanlardır. Yola koyulma zamanı gelip Derviş, Şakire teşekkür ederken, Böyle zengin olduğun için hep şükret. Der. Şakir ise şöyle cevap verir: Hiçbir şey olduğu gibi kalmaz. Bazen görünen, gerçeğin ta kendisi değildir. Bu da geçer.
Derviş Şakir’in çiftliğinden ayrıldıktan sonra bu söz üzerine uzun uzun düşünür. Ama bir anlam veremez. Bir kaç yıl sonra dervişin yolu yine aynı bölgeye düşer. Şakir’i hatırlar ve ziyaret etmeye karar verir. Yolda rastladığı köylüler ile sohbet ederken Şakir’den bahseder. Haa o Şakir mi? der köylüler, O iyice fakirledi, şimdi Haddad’ın yanında çalışıyor.
Derviş hemen Haddad’ın çiftliğine giderek Şakir’i bulur. Eski dostu yaşlanmıştır, üzerinde eski püskü giysiler vardır. Üç yıl önce yaşanan bir sel felaketinde bütün sığırları telef olmuş, evi yıkılmıştır. Toprakları da işlenemez hale geldiği için tek çare olarak selden hiç zarar görmemiş ve biraz daha zenginleşmiş olan Haddad’ın yanında çalışmak kalmıştır. O nedenle Şakir ve ailesi üç yıldır Haddad’ın hizmetkârıdır. Şakir bu kez Dervişi son derece mütevazı olan evinde misafir eder. Kıt kanaat yemeğini onunla paylaşır. Derviş vedalaşırken Şakir’e olup bitenlerden ötürü ne kadar üzgün olduğunu ifade edince Şakir’den şu cevabı alır: Üzülme... Unutma, bu da geçer.
Derviş gezmeye devam eder ve yedi yıl sonra yolu yine o bölgeye düşer. Şaşkınlık içinde olup biteni öğrenir. Haddad birkaç yıl önce ölmüş, çocukları ve başka yakınları olmadığı için de bütün varını yoğunu en sadık hizmetkârı ve eski dostu Şakire bırakmıştır. Şakir, Haddad’ın konağında oturmaktadır, kocaman arazileri ve binlerce sığırı ile yine yörenin en zengin insanıdır. Derviş eski dostunu iyi gördüğü için ne kadar çok sevindiğini söyler. Ancak yine dostundan aynı cevabı alır: Bu da geçer.
Bir zaman sonra Derviş yine Şakir’i arar. Ona bir tepeyi işaret ederler. Tepede Şakir’in mezarı vardır ve taşında şu yazılıdır: Bu da geçer. Derviş, ölümün nesi geçecek? diye düşünür ve gider. Ertesi yıl Şakir’in mezarını ziyaret etmek için geri döner; ama ortada ne tepe vardır nede mezar. Büyük bir sel gelmiş, tepeyi önüne katmış dümdüz etmiş, Şakir’den geriye bir iz dahi kalmamıştır.
O aralar ülkenin sultanı, kendisi için çok değişik bir yüzük yapılmasını ister. Öyle bir yüzük ki, mutsuz olduğunda umudunu tazelesin, mutlu olduğunda ise kendisini mutluluğun tembelliğine kaptırmaması gerektiğini hatırlatsın. Hiç kimse Sultanı tatmin edecek böyle bir yüzük yapamaz. Sultanın adamları da bilge Derviş’i bulup yardım isterler. Derviş, Sultanın kuyumcusuna hitaben bir mektup yazıp verir. Kısa bir süre sonra yüzük Sultana sunulur. Sultan önce bir şey anlamaz; çünkü son derece sade bir yüzüktür bu. Sonra üzerindeki yazıya gözü takılır, biraz düşünür ve yüzüne büyük bir mutluluk ışığı yayılır: BU DA GEÇER… yazmaktadır..
Evet, bu da geçer… Hepinize güzel bir hafta diliyorum. Sevgiyle hoşça kalınnn…
Dr. Hülya ÜNAL
Aile ve Yaşam Koçu
hulyaunal@hotmail.com
|