Geçenlerde üç arkadaş oturup sohbet ediyorduk. Konu alım gücüne geldi. Bir arkadaşım alım gücünün arttığını, artık birçok kişinin lüks eşyalara sahip olduğunu, arabaları hatta evleri olduğundan bahsetti.
.
Ben ise aynı görüşte değilim. Alım gücü aksine tamamen düştü. Kendisine bunu ifade ettiğimde ve sohbet derinleştiğinde onun da bana katıldığını fark ettim.
.
Mesleğe ilk başladığım yıllarda (1992-1993)aldığım maaşın yirmide biri ile aylık market alışverişini et dahil yapabiliyorduk. Bir ay et ve tüm deterjanlar aynı anda bitmişti ve o dönemde de aylık alışverişimiz için maaşımın onda birini harcamıştık.
.
Market alışverişi dışında, dışarıda yemek yemek, sinemaya gitmek ve bir iki kıyafet almak gibi olağan şeyleri yaptıktan sonra birikim de yapabiliyorduk.
.
Sonra ki yıllarda ise değil birikim yapmak ve dışarıda yemek, geçimi yapmak zor hale gelmişti. Arkadaşım gözlemini açıklamaya çalıştı bana. ‘’Herkes lüks arabaya biniyor, pahalı telefonlar kullanıyor eskiden böyle miydi ?’’diye yineledi.
.
Bunun tek sebebi vardı aslında biz gösterişe meraklıyız. Yiyeceğimizden, gezmemizden keserek çevremizde gördüğümüz teknoloji ale
tlerine yatırım yapıyoruz. Bu uğurda önceden yastık altına konan altınlar bile feda ediliyor.
Eskiden kimin parası çok kimin parası yok belli olmazdı çünkü yatırımlar yastık altında olur ve gösteriş olmazdı. Bu dönemde birçoğumuz ben de dahil ( son iki yıl hariç)bazen kredi kartları limitlerini aşacak şekilde çılgınca alışverişler yapıyoruz. Artık ihtiyaca bağlı olarak değil sadece rengine, desenine ya da görüntüsünü beğendik diye alıyoruz .
.
Evlerimiz kullanmadığımız ayakkabı, kıyafet, çanta ve bir çok eşya ile dolup taşıyor.
Asgari ücretten biraz fazla maaşla çalıştığı halde, son model telefonuyla gösteriş yapacak şekilde yanımda oynayan personelin durumu buna çok güzel bir örnekti. Bu durum bana atalarımızın bir sözünü hatırlatmıştı o sırada. Hani bir söz vardır ya ayranı yok içmeye diye başlar…
.
AVM çılgınlığı bizleri büsbütün tüketici konumuna soktu. Hafta sonları çocuklarla birlikte gidilen bu yerlerde, istenilen her şey bir arada olduğundan ve cezbedici şekilde sunulduğundan, ihtiyaç olsun olmasın büyüye kapılmamak imkansız. Ve çocuklarımız bu yaştan başlayarak bu çılgınlığa ortak oluyorlar…Gelecekleri malum…
.
Bu konuda japonlara çok imreniyorum. Evlerinde ihtiyaçları dışında hiçbir eşya bulunmayan bu insanlar, fazla eşyası olanlara da acıyarak bakarlarmış. Bizler çılgın şekilde tüketici iken onlar teknoloji devi olmuş durumda.
Tüketici toplum çılgınlığından bir an önce kurtulabilmemiz dileğiyle…
.
Sevgiyle hoşçakalın…
.
‘’Unutulmamalı ki; gözleri güzel yapan rengi ya da boyası değil, bakışların ta kendisidir.’’ Müşfik Kenter (Yakın zamanda kaybettiğimiz tiyatromuzun nadide oyuncularından Müşfik Kenter ‘in anısına saygıyla. Nur içinde yatsın…)
.
(Bu yazımda sizlerle Sayın Cevdet Kılıç’ın Bilgelik Hikayeleri isimli kitabından bir hikaye paylaşacağım. Keyifli okumalar…)
.
.
BEN YOLCUYUM
.
Hayatın anlamını kavramak için dünyayı dolaşmaya çıkan bir genç, gezdiği ülkelerden birinde ünlü bir bilgeyi ziyarete gitmişti. Gezgin genç, bilgenin yaşadığı evde, tüm duvarların kitaplarla kaplı olduğunu gördü.
.
Fakat evi dikkatle gözden geçirdikten sonra, yerde bir kilim, duvar dibinde yatak olarak kullanılan bir sedir, ortada ise bir masa ve sandalyeden başka evde hiçbir eşyanın olmadığını gördü ve merakla sordu: "Neden hiç eşyanız yok?" dedi. "Koltuklarınız, kanepeleriniz, büfeleriniz.... Onlar nerede?"
.
Bilge, bu soruya karşılık olarak kendi bir soru sordu gezgin gence; "Senin de yalnızca, sırtında taşıdığın küçük bir çantan var, yavrum" dedi. "Peki, senin eşyaların nerede?"
Gezgin genç, kendini savunurcasına cevapladı bu soruyu: "Ama görüyorsunuz.... Ben yolcuyum."
.
Ünlü bilge, hak verircesine güldü:
"Ben de öyle, yavrum" dedi. "Ben de öyle...."
..
Dr. Hülya Ünal
Aile ve Yaşam Koçu
|